Efendimiz Zamanında Medine’nin Sosyal Yapısı

Muhammed (s.a.s), 609 yılının sonlarına doğru İslâm’ı tebliğe başladığında, Arabistan yarımadası bir çöl haline gelmişti bile. Bir çölün,şurasında burasında bir kaç su kaynağı ve insanlar tarafından yapılmış bir kaç kuyunun bulunması tabiidir. Fakat söz konusu ettiğimiz devirde, bu su yokluğundan dolayı, bu bölgede Tokyo ve New York gibi büyük yerleşim merkezlerine, hatta Kitab-ı Mukaddes’te geçen(1) Ninova gibi şehirlere rastlanmaz.

         Araplar genellikle göçebe olup, mevsimlere ve yağmur yağış dönemlerine göre oradan oraya göçerlerdi. Su kaynakları vasıtasıyla, buğday, arpa, arpacık ve darı ziraatından ziyade, hurmalar dikip vahalar yetiştiren yerleşik bahçıvanlar çok nadirdi.

         En büyük şehirlerin nüfusu, on bini aşmıyordu. Arabistan’ın her tarafından Hacc için Kabe’ye gelen ziyaretçiler sayesinde Arabistan yarımadasının gerçek metropolü olan Mekke’nin durumu da böyleydi.

         Tipik bir köy olarak incelemek üzere (İslâm’ın arefesinde ve başlangıcında ol­mak üzere), bir çok sebepten ötürü Medine’yi seçtim:

  1. Medine’de merkezî bir idare yoktu; bunun tam aksine, herkesin başkalarına karşı bağımsız olduğu, kendi aşiret veya kabile reisinden başka bir otorite tanımadığı, başıboş bir insan topluluğundan ibaretti.
  1. Hayat, temel olarak toprağa, hurmalıklara bağlıydı.
  1. Arabistan’da nadir bir husus olmak üzere, Medine’de yabancılar, yâni Yahudiler yaşıyordu ki, bunlar,yaşamı daha ilginç bir hale getiriyorlardı.
  1. Aynı dönemin diğer herhangi bir köyüne nazaran Medine hakkında çok daha fazla dokümana sahibiz. Daha sonra Medine Asya, Afrika ve Avrupa kıt’larına yayılan bir imparatorluğun merkezi olan büyük bir şehir haline gelecektir. Bunlar üçüncü Halife Hz. Osman(r.a) (637-647) zamanında olmuştur (2). Fakat biz burada Medine’yi, henüz dağınık, tutarlılığı olmayan, orman ve otlak araziler dışında, müşterek çok az kaynaklara sahip bir köy olduğu zamanki durumunu araştıracağız.

 Medine’nin Coğrafî ve Kronolojik Çerçevesi

        Arabistan yarımadasında, Kızıldeniz kıyısında, Yanbû’ limanına uzak olmayan bir yer vardır ki, Kur’an-ı Kerim’de iki isimle adlandırılmıştır. Medine ve Yesrib, fakat aynı yerin çok iyi bilinen iki adı daha vardı: Tâbat ve Taibah. Burası, genişliğine olduğu gibi, uzunluğuna da, deve yürüyüşüyle bir gün süren geniş bir ovadır. Serpilmiş volkanik lâv tarlaları arasından Akîk vadisi geçer; yağmur mevsiminde burada bir çay oluşur; fakat Taif bölgesinin (ki buraya Vacc vadisi denir) yağmur suları akıp çekildikten sonra, bir kaç gün içinde vadi tekrar kurur ve içinden insanlarla hayvanlar geçer. Medine bölgesinin yağmur suları, bir çok kollar halinde, yakın çevre veya iç bölgelerde akarlar. Kanât vadisinin suları, Medine’nin kuzeyinden geçmeden önce, Uhud dağının doğusundaki bir çukura akarak orada tabii Akûl gölünü oluşturur ki, suları bütün sene boyunca kurumadan durur. Başka akarsular da, Medine’nin kuzey-doğusunda Gabah ormanının oluşmasını sağlamıştır. İklimi hoş, toprağı verimli, ve fâzla derin olmayan yeraltı suyu da tatlı ve lezzetlidir.

         Medine’de yaşayanların menşei açıkça bilinmemektedir. 1957 de G. Ricc tara­fından neşredilen Harran (Urfa bölgesi) ‘in çivi yazılı kitabesi, Babilonya kralı Nabunaid’e (M.Ö.556-539) ait olup, bu kralın Yesrib’i ziyaret ettiğini kaydetmektedir. Milâttan sonraki devirde olduğu anlaşılan Yemen kralı Tubba’nın Medine’yi fethi de destanlar oluşturmuştur(3). Medine’nin eski çağda önemli bir şehir olup, Asurlu ve Yemenli istilâlar sonucu yıkılarak, İslâm’ın arefesinde bir köy haline geldiği görüşü de vardır. (Hatıra olarak şunu kaydedeyim: 1946 ya kadar, en azından şehrin güneyinde, Urvah kuyusu karşısındaki bir tepenin kayalıkları üzerinde musnad yazısıyla yazılı bir Yemen kitabesi vardı ki, bunun transkripsiyonunu Mısır arkeoloji idaresine haber verdim. 1964 de bu kitabe kaybolmuştu. Muhtemelen bu kitabe, zikredilen tepenin hakim noktasına, şehrin Necd’li kadısının ev inşaatına taş temin etmek maksadıyla dinamitlendi.

         Medine halkı; Evs ve Hazrec diye iki kardeş kola ayrılmış olan Benû Kailah Arap kabilesi, şu veya bu aşiretin tabiiyetine girmiş olan başka bir kaç arap ve umumiyette Benû Kaynuka, Benû Nadîr ve Benû Kurayza diye gruplandırılan Yahudilerden oluşuyordu. (Bu Yahudi kabileleri, menşe itibariyle hepsi kuyumcu, hurma çiftçisi ve çömlekçi idiler). Aynı şekilde nadiren bir kaç köle vardı ki; meselâ bir İranlı köle olan Selmân, bir yahudinin kölesiydi.

         Benû Kailah Arap kabilesi, şecere itibariyle Yemen’deki Azd’lara dayanıyordu. Muhtemelen bu kabile, Sabâ’daki(4) Arim barajının yıkılması üzerine memleketini terk etmek zorunda kalmış ve Asurlu Nabunaid kitabesinin bahsettiği gibi, belki de Medine’de yaşayan diğer insanları da kovarak orada yerleşmiştir.

        Yahudilere gelince, onların Medine’ye göçlerini izah etmek daha da güçtür. Hz. Peygamber(s.a.s), 622 yılında, müslüman ve gayr-ı müslim halkları bir araya getirme inisiyatifini eline alınca, yahudilerden sadece “falan veya filân Arap kabilesinin Yahudileri” diye söz edilecektir. Bu şekilde isimleri zikredilen sekiz Yahudi aşiretinden altısı, müslüman arapların bağımlıları durumunda idiler. Diğer iki aşiret olan Şutayba ve Sa’laba hakkında ise,hiç bir şey bilinmemektedir. Acaba bunlar, Benû Kaila’nın iç savaşları sırasında mahvolan Medine Araplarından, veya Medine dışındaki Araplardan mıdırlar; yoksa gerçek Yahudi halkından mıdırlar? Bilinmemektedir. Medine de şehir-devletinin teşkili sırasında diğer kabilelerle birleşmeyen ve ilerde kendilerinden söz edeceğimiz Benû Uraid yahudilerinin şeceresi hakkında da hiç bir bilgi verilmemektedir. Zaten bu aşiret çok küçüktü.

          Aynı şekilde, sayıları en fazla elli civarında olduğu görünen bir kaç Hıristiyan vardı ki, bunlar Evs kabilesinin içindeydiler. Muhteris ve aklı kıt olan Ebu ‘Amir adındaki papaz, bunların reisi durumundaydı. Fakat, yahudilerin Bet Midrâs’ından kesinlikle bahsedildiği halde, Hıristiyanların bu bölgede bir kiliseleri olup ol­madığından söz edilmemektedir.

        Tarıma elverişli toprağı olmayıp, kuyumcu ve tüccar olan Benû Kaynuka’ müstesna, diğer bütün yahudilerin çiftçi oldukları anlaşılıyor.

         Her topluluk, bir diğerinden bir kaç kilometre uzaklıkta bir köy oluşturuyordu. Her şey, ekime elverişli olup, lavlarla kaplı olmayan toprağa bağlıydı.

         Sık sık iki katlı olmak üzere, evler volkanik lâv düzlüğü üzerinde inşâ edilmiş olup; çoğu kez, her aşiretin “hudutları” dahilinde iki veya üç katlı muhkem kuleler vardı.Tehlike anında erkekler dövüşmek için dışarı çıkar; kadınlar , çocuklar, hatta koyunlar, âtâm denen bu kulelere sığınırlardı. Tabii ki hayvanlar zemin katta, şahıslar da üst katlarda olurlardı ki bu, kadınların bile, fırsat zuhur ettiğinde, yukarıdan taşlar atarak düşmana saldırma avantajı sağlıyordu.

Halkın Değişik   Kesimleri Arasındaki ilişkiler

         Benû Kaila arapları sürekli olarak iki kola ayrılmışlardı. Bunlar, aynı anne-babadan olan iki kardeşin soyu olup, komşu olarak aynı bölgede yaşıyorlardı. Aralarında zaman zaman kardeş kavgaları olduğundan, her iki taraf da, kendisine müttefikler bulmuştu. Medine’de bulunan Yahudiler de aynı şekilde bölünmüş bir halde, kabile hayatı yaşıyorlardı; bazı yahudi kabileleri (özellikle Benû Nadîr yahudileri), Hazrec Araplarının bağımlı rnüttefikleri; diğerleri ise, Evs Araplarıyla benzer ilişkiler içerisinde bulunuyorlardı. Bunların Medine’ye gelişlerinin bidayeti bilinmemektedir. Ben, onların hep birden gelmedikleri kanaatindeyim. Bunlardan bazıları,herhangi bir Arap kabilesinin bağımlıları olarak buraya gelirken, diğer Arap kabileleri de tedricen başka yahudileri Medine’ye çekmişlerdir. İşte Yahudilerin bölünmeleri, efendileri olan Arapların bu şekilde bölünmelerinden ileri geliyordu. Benû Nadîr yahudilerinin, kendilerini Benû Kurayza yahudilerinden üstün görmeleri dikkat çekicidir; o derecede ki,herhangi bir öldürme olayında, Benû Nadîr’den biri, kan parasının sadece yarısını verirken, katil Benû Kurayza’dan olunca, kan parasının tamamını vermek zorunda kalıyordu(4). Acaba bu, Benû Nadîr’in müttefikleri, yâni Hazreclilerin, Benû Kurayza’nın efendileri olan Evs’den daha kuvvetli olmalarından mı ileri geliyordu?

         Medine Yahudileri üzerinde daha fazla kalmaya mahal yoktur; çünkü bir müddet sonra bunların hepsi oradan göç ettiler. Fakat kaynaklarımızda Benû Nadîr’in ilgili önemli bir hadiseye işaret edeceğim ki bu, bütün yahudi aşiretleri, hatta Yahudi olsun, Arap olsun, bütün o bölgenin insanlarını ilgilendirmektedir. Filhakika, Benû Nadîr yahudilerinin büyük reisinin aynı zamanda kabilenin hazinesinin(kenz) de muhafızı olduğu rivayet edilmektedir. Bu hazineden maksad’da, felâketler(savaş v.s.) zamanında harcanmak üzere toplanan paradır. Medineli müslüman araplardaki ma’âkil( sosyal sigortalar)’dan söz açınca bu konuya tekrar döneceğiz.

         İslâm’dan önce, Arap ve Yahudi kabilelerinin ilâve tasarrufları vardı: Araplar çiftçi; Yahudiler ise, çoğunlukla ithalâtçı-ihracatçı, kuyumcu ve faizle çalışan bankerler idiler

 Hatice Başkan

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: