Eğitimde Kendi Modelimizi İnşa Etmek ve Müfredata Kimlik Kazandırmak

Öyle bir insan düşünün ki, bu insan, aldığı eğitimle kendi hayatını ve geleceğini kurabiliyor, kendi gözleriyle görebiliyor, kimlik ve şahsiyet kazanıyor. Eziklik ve aşağılık kompleksi gibi illetlerle malûl değil. Öyle bir eğitim ki, insanımıza büyük ve sınırsız düşünmenin yollarını açmış bulunuyor.

Nerede o eğitim? Ülkemizde mi? Eminim ki hepimiz eğitimde üst üste bunca reformlar yapılmasına rağmen, tedbirleri geçersiz kılan ve Milli Eğitimi yapboz tahtasına çeviren eğitimin asli sorununu merak ediyorsunuz? Okullarla ilgili alınan tedbirlerin meyvesini vermesi ve Milli Eğitim dünyamızın yapboz tahtasına dönüşmesi de açıkça göstermektedir ki, tüm iyi niyetlere rağmen, en üst seviyede dahi eğitim dünyamızla ilgili konularda ciddi yanlışlıklar ve yanılgılar hakim. Eğitim sorunu diye gördüklerimiz aslında gerçek ve aslî sorunlar değil, yansıma ve gölgelerdir. Öyleyse bize düşen temel yanılgılara dikkat çekmek (asıl-kök sorunları göstermek) gerçek çözümleri ele almaktır.

Peki problem nerede? Neden öğrencide ve öğretmende arzu ettiğimiz milli bir heyecan uyandıran reformları gündeme getiremiyoruz? Hatta neden öğretmenden veli-öğrenciye kadar her kesimde eğitime ve okula karşı bir küskünlük var?  Neden ülkemiz baştan sona bir sınavlar ülkesi halini aldı ve eğitim adına cevapları belli doğruların ezberletilmesinden başka bir şey yok?

Cevabı gayet basit aslında… İnsanımız kendisine, kendi değerlerine yabancı bir yapı ile karşı karşıya. Tüm ders ve süreçlerde; müfredat denilen öğretilecekler listesi dayatma şeklinde öğretmene – öğrenciye sunuluyor. Öğretmen gibi, velinin de öğrencinin de seçme hakkı yok. Özel eğitim kurumlarına bile ders ve öğretilecekler konusunda verilen inisiyatif yok aslında. Tam bir devletçi yapı hakim. Kendi değer ve inançlarımızın düşünce, sanat ve hayat tasavvuru ekseninin çok çok uzağında bir eğitim sistemimiz var. Her alanda Batı’yı referans alan ve Batı’nın ikinci sınıf karikatürü ve kötü bir taklidi olan bir eğitim yapısı bu. Hayattan ve uygulamadan kopuk devam eden bir süreçte, cevapları belli soruların ezberletilip/tekrarlatılıp durduğu bir vasatta ülkemiz insanı bilimde, sanatta ve düşüncede özgün şeyler veremiyor.

İnsanımız çocuklarımıza bir medeniyet fikri, ruhu ve iddiası kazandıracak nitelikli bir eğitimin hasreti içinde. Eğitimimizin direksiyonunda hep Batılı danışmanların olduğu söylenir (bu iddianın doğru olduğuna dair hayli makale ve hatta tezler var. Meraklısına sunabilirim). Batılının amacı ise hep diğer ülkeleri sömürmek ve onları kendilerine bağımlı kılmak olmuştur. Bu amaçta en etkili vasıta olarak eğitim kullanılmaktadır. Üretemeyen ve başkasına bağlı toplumlar haline getirmek için diğer ülkelere biçilen rol, kimliği yok edici, bilgiye-sınavlara odaklı bir eğitimdir ki, ülkemizde tam anlamıyla böyle bir yapı hakimdir.

Gerçekten de bu eğitim tezgahından geçen insanımız kendine güvenini kaybetmekte; öğrenilmiş çaresizliğin girdabına düşmektedir. Hep cevabı belli sorular ezberletildiğinden, hayata dair (cevabı belli-açık olmayan) gerçek sorular ve sorunlar karşısında acziyet hissetmekte ve çözümü hep başkalarından bekleyen zihin yapısına sahip olmaktadır. Bu atmosfer derin güçlerce çok iyi değerlendirilmektedir. Batıdan gelenler kutsal emir ve vahiy gibi algılanmakta ve uygulanmaktadır. Bu yüzden de kurumlarımız ve yetkililer millî kaynaklı çözüm odaklı projeler geliştirememektedir. Ya da kendi değerlerimize sahip çıkma cesareti gösterememektedir.  

Ülkemiz, sürekli birilerine (Batıya) bakarak hizaya gelmeye çalıştı. Hala da kurtuluşu Batı modellerinde arıyor; Batılı danışmanların arka planda sinsice dayattığı şekilsel dönüşümlerden medet umuyor. Geçmişe baktığımızda eğitime ruh ve kimlik kazandıracak projeler hiç gündemde olmadı. Hep şekilsel şeyler önümüze sunuldu. Bir proje-reform başlıyor. Onun daha neticelerinin görmeden, ikincisi gündeme geliyor. Onun rüzgarı ile bir süre oyalanıyorsunuz. Sonra başka bir sözde reform ve dönüşüm hikayeleri gündeminizi işgal etmeye başlıyor. Eğitim bu yüzden yapboz tahtası olmaktan kurtulamıyor.

Çünkü siz daha işin başında yanlış yapıyorsunuz. Kendi referanslarınızla yola çıkmıyorsunuz. Siz Mevlana’yı, Şeyh Galib’i, İbni Arabi’yi, Farabi’yi, İbn-i Sina’yı, Heysem’i, Ak Şemsettin’i, Gazali’yi, Bediüzzaman’ı tanıtmadan başka medeniyetlerin Buda, Eflatun, Descartes, Konfüçyüs, Kant, Hegel, Heidegger gibi zirvelerini tanıtabilir misiniz?

Öncelikli sorunun eğitimde kimlik bunalımı ve ahlaki yozlaşma olduğunun farkına varacağız. Eğitimdeki kimlik sorunu bağlamında Yusuf Kaplan’ın tesbitleri ne kadar yerinde:

“Şu temel gerçeği kavramamız gerekiyor artık: Eğitim meselesi, bir medeniyet meselesidir: Her medeniyet, kendi Yaratıcı, insan ve âlem tasavvuru doğrultusunda kendine özgü bir eğitim idraki geliştirir ve geliştirdiği bu eğitim idraki üzerinde/n kendi insan tipini ve bu insan tipinin hem varolduğu hem de var ettiği hayatı ve hayat tarzını, vasat’ı ve vasıta’ları inşa eder.

Hiç kimse, medeniyet meselesini kavramadan eğitim meselesini hâl yoluna koyabileceğimizi düşünmesin. Yine hiç kimse, Türkiye’nin eğitim sisteminin, Batı uygarlığının eğitim anlayışını, sorunlarını kavramaktan bir hayli uzak, devşirdiği Batılı eğitim sisteminin değerlerini de deforme eden çarpık bir eğitim sistemi olduğu yakıcı gerçeğini gözardı etmeye kalkışmasın.

Ayrıca hiç kimse, Türkiye’deki eğitim meselesini tartışırken, -bizim eğitim sistemimizin kötü bir kopyesi olduğu- Batı’daki eğitim sisteminin bizatihî kendisinin çöktüğünü, bunun temel nedeninin Batı uygarlığının yaşadığı köklü varoluşsal / felsefî bunalım olduğunu unutmasın.

(…)

Türkiye’de, eğitim sorunlarının sığ ve dayanaksız temeller üzerinden, kısır ve zihnimizi kısırlaştırıcı bir çerçevede tartışıldığı bir zaman diliminde, Sezai Karakoç’un da, Nurettin Topçu’nun da, Bediüzzaman’ın da yaptıkları tespitlerin ve tekliflerin hiçbir şekilde gündeme gelmemesi, getirilmemesi, açıkçası, eğitim meselesinde daha çok işimiz olduğunu gösteriyor.

Oysa gerek Sezai Karakoç’un, gerek Nurettin Topçu’nun, gerekse Bediüzzaman’ın sahip oldukları kuşatıcı, ihata edici medeniyet perspektifi, yalnızca eğitim meselesinde değil, her alanda bize taptaze ve imajinatif ufuklar sunacak bir perspektiftir.” (Yusuf KAPLAN, Yeni Şafak, 12.3.2012)

İmanın ve kendi değerlerinizle teçhiz olmanın kazandırdığı manevi gücün yerini hiçbir şey doldurmayacaktır. Bu güçle kendinizi yeterli hissediyor; her türlü eziklik ve komplekslik duygularından sıyrılıyorsunuz. Yine bu manevi güç size fedakarlık ve hamiyet duyguları aşılıyor. Yeni bir medeniyet kurma, insanlığı yeniden inşa etme ve yeni bir dünya kurma inanç ve hayaline sahipseniz; idealinizi gerçekleştirmek için içinizde doğan ateş başarı yolunda en büyük itici gücünüz oluyor. Sistem anlayışı ve ekip ruhu (takip-organize) ile hareket etmeyi, eğitimi teknoloji ve yeniliklerle birleştirmeyle ilgili hususları çabuk kavrıyorsunuz.

Bu süreçte, çok geçmeden, tahkik ve tefekkürü esas yapan zihinsel dönüşüm sürecinde ortak aklı hakim kılmayı, eğitim, beyin-öğrenme ve motivasyon gerçeklerini öğreniyorsunuz. Esasen Arşimet dayanak noktasını bulmuş ve fıtrata, hakka dayanıyorsanız sizi tutacak bir güç yoktur. Hakkı ve sevgiyi rehber yapmışsanız elinizde güzel aletleriniz olmasa da çok güzel işler başarabiliyorsunuz. İmkansızlıklar içinde imkanlar oluşturuyorsunuz.

Yapacağımız şey basit. Kaybettiğimiz güvenimizi ve ümidimizi kendi değerlerimizle yeniden kazanmak. Ne kadar basit olursa olsun kendi geliştireceğimiz ve pilot uygulamaları ile başarılarını göreceğimiz eğitim modellerini hayata geçirmek. İşgal altında kalan müfredatı/bilimi kendi kimliğimize ve ülkemizin hedefleri/öncelikleri/faydası doğrultusunda bir medeniyet anlayışı ile yeniden inşa etmek…

Kendimizin ürettiği milli karekterli modeller insanımızın vicdanında ma’kes bulacak ve umumi bir heyecan ortaya çıkacaktır. Eksiklikler zamanla telafi edilecek, mükemmele doğru bir gelişim süreci başlayacaktır.

Prof. Dr. Osman Çakmak

www.Ulegder.net

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: