Elveda Nusaybin..

Elveda Nusaybin..

Yine hicret var nasibeyn..

Gözlerimizde yaş, kalbimizde hüzün..

Bizler ki seni çok sevmiştik güllerin şehri..

Sen ki peygamber güllerinden Zeynel abidin ve selman-ı farisileri bağrına basarak misafir etmiştin..

Lakin dikenlerin, güllerinden bizleri fersah fersah uzaklaştırdı..

Beslediler dikenleri, artık kokmuyor güllerin, soldu çiçeklerin..

Ansızın çöktüler maddi\manevi cennetimize, huzurumuza..

Kast ettiler muhabbetimize, kardeşliğimize..

 

Risale-i Nur gözlüğü takıp, Bediüzzamanca düşünme vakti gelmişti..

Zira kaderce bir nefis muhasebesi yapmanın tam da arefesiydi aklını kullanacaklar için..

Evet “beşer zulmeder, kader adalet eder” hükmü ilahisi her daim yürürlükteydi..

İçimizdeki zalimlere karşı Susuşlarımızın bir karşılığı olmalıydı..

Zulme meyletmekle zalimleri kalbi, ruhi ve fiili destekleyip beslemenin; buna karşılık hakk ve hakikate karşı “tarafsızlığımızın” bir bedeli olmalıydı..

Uğruna dinimizi, Mukaddesatımızı, namusumuzu, malımızı ve nihayetinde canımızı feda ettiğimiz “yalancı siyaset” ve “ırkçılık” hastalığımızın bir tezahürü olarak hak ettiğimizi bulma zamanı gelip çatmıştı..

 

Ve böylece Nusaybinin afakında kara bulutlar dolaşmaya başlamıştı..

Yağmur yağmazdı amma velakin herkes hak ettiğini bulacaktı ki “zarara rızasıyla girene merhamet edilmez, layık değildir” kaidesince “eden, bulacaktı.”

Herkes ektiğini biçecekti..

Arpa eken, buğday biçmeyecekti elbet “rüzgar eken fırtına biçer” misali..

Uğruna varını yoğunu feda ettiği “sahte kahramanlar” ile yüzleşecekti “değerli ama sahipsiz” bir milletin bedbahtları..

Bir bardak su, bir tas çorba, bir parça kuru ekmek ve hepsinden önemlisi başını sokabileceği bir ev-barka ihtiyacı olacaktı; lakin etrafında koşulsuz şartsız her zaman destek olup büyük makamlara getirdiği “büyüklerini” “modern ağalarını” ve “efendilerini” maalesef bulamayacaktı..

Bu da dünyalık menfaat üzere olan “sahte dava” ve hayatların olmazsa olmaz bir kuralı değilmiydi ki, “düşenin dostu olmazdı.” kaidesini hayatları pahasına yaşayacaklardı..

 

İşte ektiklerini biçme mevsimi gelip çatmıştı..

“ben kulumun zannı üzereyim” diyen Allah, sırtını dayadıkları bu modern ağaların olmayan vicdanlarına bırakıyordu bu bahtı kara cahil ve perişan milleti..

Amma velakin bozulmuş bir vicdanın “gözleri olur ama görmezdi; kulakları olur ama duymazdı” hakikatıyla yüzleşiyorlardı..

Evet Allah, Bediüzzaman gibi nice nasihlerin nasihatlarıyla uyandırmaya çalıştığı bir milletin, gafletten uyanmamakta inat etmesine karşılık bu zulüm ve musibetlerle uyandırmaya çalışıyordu şüphesiz..

Öyle ya “bir musibet, bin nasihata yeğdir..”

 

Her gecenin bir sabahı olurdu elbet..

Her kışın bir baharı olduğu gibi..

Bugünler de geçer “ya hu” budanırdı dikenler; yeniden açardı gülü, nergisi memleketimin..

Zira “Allah imhal(erteler) eder ama ihmal etmez” ilahi kanunu kıyamete dek yürürlükteydi, bizler cehaletimizden bilemesekte..

“zulüm devam etmez, küfür devam eder” kur’anın bir kanunu esasisi olmak kaydıyla, elbet içimizdeki zalimlerin de belasını bulacağı günler gelecekti; tıpkı şimdi yaşadığımız bu “temizlik günleri” gibi..

“bizden görünüp, bizden olmayan” bu bedbaht serseriler taifesi, öylesine bir zulüm irtikab ettiler ki; her seferinde “en ufak bir hizmet ve menfaat görmeyip” yine ve yeniden “maddi-manevi” zarar içinde zarar gören hep bizlerdik..

İnancımıza, kültürümüze, milli ve manevi değerlerimize ait ne varsa hepsine yabani bir bakışla nazar edip, bizleri asıl amaç ve gayeleri olan ki “mukaddesatımıza yabancılaştırdılar”

Esasen bunlar başı bozuk kişilikleri icabı hep maskeyle dolaşan bir avuç “kalbi hastalıklı” şeytanın eriydi..

 

Evet, bizler maalesef İslamiyet’in öz cevherine inemedik, ruhunu kavrayamadık, gaflet uykusuna daldık.

Hasis ihtirasların peşine düşmekle; Sefahat ve eğlencelerin kucağına atıldık.

Tarihimizden, mazimizden koparıldık, milleti millet yapan değerleri kapı dışarı attık.

Her şeyi menfi ırkçılık üzerine bina etmeye çalıştık; bu bakımdan millet fertleri arasında nifak ve şikak yer aldı.

 

Neticede işte bugünkü felaketlerle pek tabii olarak karşı karşıya geldik.

Yıllardan beri bu milletin üzerine çöken cehalet bulutları gün geçtikçe kesafetini artırarak terör ve anarşi gibi böyle korkunç bir neticeyi tevlit etti.

 

Ve nihayet her sonun bir başlangıcı olmalıydı değil mi?

“Irkçılık ve pis siyaset” gibi türlü maskeler altında bu millete yüz yıldır rahat yüzü göstermeyen bu “küfür davası” ve onların küfür ve küfranlarını ve zulümlerini ve bütün mahlukatın hukuklarına tecavüzlerini hayatımızın her alanında gördüğümüz bu “zalimler güruhu” için de çanlar çalmaya başladı..

Musibet-i âmme, ekseriyetin hatasından terettüb ederdi zaten..

Ama diğer taraftan da bu Musibet; cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddimesi değil miydi gafletten uyanmış ehl-i iman için..

 

Öyle de oldu ya..

Yıllardır canıyla, malıyla bedel ödeyen bu Millet; İslâm ile uyandı ve uyanıyor.

Fenalığı fena, iyiliği iyi olarak gördüler.

“Hakkı bâtıl, bâtılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya mâlik olan” şeytan ve ondan ders alan insi şakirdlerinin maskelerini indirmekle, sureten medeni ve dinde lakayd ve fikren mazinin en derin derelerinde olanları manen kör gözlerimize göstermiştir hadisat-ı alem..

En büyük hidayet değil mi ki, gözlerdeki perdenin kaldırılmasıyla hakkı hak, bâtılı bâtıl olarak görmektir.

Elbette başımıza gelen bu meşakkatler ve zayiat-ı maliye ona karşı pek ucuz düşer, ehemmiyeti kalmaz.

 

Demek sevinmek senin de hakkın ey milletim..

Değerli ama sahipsiz bu milletin de kış mevsimi bitmek üzere; baharın kokusunu duyar gibiyiz Allah’ın izni ve iradesiyle..

Dostumuzu dost olarak görüp vefa göstermekle birlikte, kanımıza susamış cehalet ayılarını da düşman olarak görüp onlardan nefret etmekle onları evimizden, mahallemizden ve nihayetinde memleketimizden kapı dışarı etmenin mevsimini yaşıyoruz..

Daha artık yalan ve propagandalarınızla bu kahraman milleti kandıramazsınız ey cinni şeytanın insi avaneleri..

Son sözüm o ki..

Gidişimiz suskun ama dönüşümüz muhteşem olacak ey memleketim..

Geri dönüp yılmadan, yorulmadan, yeniden ve daha çok nurlu gül yetiştireceğiz nasibeyne, dikenlere inat..

Zira iman etmişiz ki; İstikbal yalnız ve yalnız İslâmiyet’in olacak.

Ve hâkim, hakaik-i Kur’aniye ve imaniye olacak.

Azmettikten sonra, Allaha tevekkül et..

Hasan Tayfur
nusaybinim.com

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: