Ene Risalesi, İlim, Felsefe ve Dinler Tarihi..

Bediüzzaman’ın ben yani eneden hareketle bir felsefe tarihi seyahatidir ene risalesi. Ben’in penceresinden din, felsefeve bilim tarihini kolaçan etmektir. Bediüzzaman bu eseri için “en dindar filozof bile bu eseri bu kadar kısa sürede kaleme alamaz”der.

Bu eserin bir felsefe tarihi enmuzeci olduğunu ifade ettiği gibi, kendisine de hangi ünvanı verdiğini metnin arka planında söylemektedir. En dindar fiozof bunu kaleme alamaz ise o zaman Bediüzzaman nedir?, onu da okuyucular düşünsün.

Hani bir hükümdar çok özel bir ata sahipmiş, çevresindekilere demiş ki “bu atın ölümünü kim haber verirse onu onun akıbetine duçar ederim” Gel zaman git zaman at ölmüş, vezir bakmış ki öldü desem ben de öleceğim, o zaman hükümdarı çağırmış. Hükümdar demiş “ bu at yatmış mı “ , “Evet efendim” demiş. Peki yemiyor mu “ hayır efendim” demiş, “ peki nefes almıyor mu “ , “ hayır efendim” demiş. “Desene ki vezir bu at ölmüş” , “ vezir de ölümden kurtulmuş gibi nefes almış ve demiş” , “Ben demedim Efendim siz dediniz.” Zekavetiyle mevtten kurtulmuş.

Bediüzzaman enenin penceresinden baktığını anlatır “Ene zaman-ı ademden şimdiye kadar alem-i insaniyetin etrafında da budak salan nurani bir şecere-i tuba ile müthiş bir şecere-i zakkumun çekirdeğidir.”

Adem zamanından günümüze bütün fikir hareketlerinin kaynağı bu “ene“, yani “ben“dir. Klasik din öğretisi iman ve islamın şartları ile ortaya çıkan bir bütünlüktür. İmanın şartları islamın şartlarını zorunlu olarak ortaya getirir , ikisi birden bir bütünlük içinde bir şahsın dini kimliğini oluşturur. Bediüzzaman burada dini çok farklı olarak izah eder. İnsan beni gizli hazine olan Allah’ın isimlerini okuyan açan bir anahtardır. Burada görsel birdin vardır, ene bir anahtar, gizli sırları taşıyan, gizli hazine olan isimleri okuyacak okuma eğitimi almıştır, veya okuyacak özelliklerle donatılmıştır. “ikra bismi rabbikellezi” derken , Allah’ın adı ile oku diyor. Yani Allah’ın isimlerini ki onlar gizli hazinelerdir onları okuyacak anahtarlar sendedir, o şekilde okuyabilirsin. Bütün ilimler bu isimlerin yansımalarından, varlığa yansımalarından okunan bilgilerden oluşur.

Kur’an’da Allah adına okumayı salık verirken, nasıl okunacağı konusunda da örnekler verir. Kur’an baştan ayağa okuma örnekleri ile doludur.Gerek kozmik ayetleri , güneş, yıldızlar,geçeğenler, hareketleri, hikmetleri hep bu hikmetli okumalardır. Çünkü insanlık Kur’an’dan önce acemi kainat okumaları yüzünden hayatını karartmıştır.

Galile’nin dünyanın döndüğünü demesi bir okumadır, o gün döndüğünü söylemek bile yanlış okumadır. Kur’an da “ güneş döner “ demek ile yanlış okumayı ortaya koyar, çünkü güneş eski astronomiye göre sabittir. Ama Bediüzzaman dönmeye de bir okuma olarak bakar ” hareketen fi hikmeti “der yani hareket başı boş değildir, bir gaye uğruna döner, döner zamanı meydana getirir, döner mevsimleri meydana getirir, döner mahlukatı dokur.
Mucizat-ı Kur’aniye risalesinde kırka yakın cümle ile Kur’an’ı tanıtır. Bütün bunlar okumaktır. Tercüme bir tür okumaktır, ancak tercümede iki dil vardır, biri tercüme edilen, bir de tercüme edilen metni nakletmek.

Kur’an şu kitab-ı kebir-i kainatın bir tercüme-i ezeliyesi “ Hem kitap hem tercüme.. demek kitap öyle bir bakışta anlaşılır bir şey değil onun dilini tercüme etmek gerekir. Çünkü pagan dönemlerde kainat okumaları tercüme edilmemiş yabancı bakışlar ve okumalardır. İkinci tarif ve tavsif cümlesinde “ayat-ı tekviniyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedisi “ Yine burada okumak fiilini kullanmış Bediüzzaman, ayat-ı tekviniye bütün müsbet ilimler denen görünen fiziki varlıkların okumasıdır. Bediüzzaman birçok ilmi okur, ve vardığı sonuç “ ben baktım ki onların okudukları ile Kur’an’ın okumaları örtüşüyor, denk geliyor , o zaman onları bırakıp Kur’an okudum” der.

Mütenevvi diller ilimlerin kozmik ayetleri okumalarıdır. Ama onlar hakikatı okuyamamıştır. Üçüncü cümle yine okumak üzerine kurulmuştur. “ Şu alem-i gayb ve şehadet kitabının müfessiri” burada mana açık, Kuran görünen görünmeyen alemleri okuyan bir müfessir, müfessir yorumlayan , tefsir eden demek,ama tefsir usülü diye bir ders var, Kur’an ‘ı tefsir etmeden önce metodoloji demektir, işte bu ayetleri okumak da tefsir metodolojisi bilmek ile olur, Bediüzzaman kainat ayetlerini gizli açık okuma metodolojisi veren bir insandır. Bütün risaleler bu okuma metodolojisinin alıştırmaları ile doludur.

Risale-i Nur kainat kitabını tefsirin metodolojisini veren bir kitaplar zinciridir. Dikkat edilirse Risale-i Nur’u okumada bir tasnif gerekir, önce şunu sonra şunu daha sonra şunu demek. “Risale-i Nur başta perdeli gidiyor, sonra gittikçe açılır “ diyerek bu metodolojik okumaya kısmen işaret eder. Burada anlatılan kur’an tariflerine göre bir Risale-i Nur okuma programı çıkar, bu kırk madde okuma tarzlarını ortaya koyar. Çünkü bütün metinlerin içinde okuma fiili ya zahir ya muzmer vardır. Ama bu ülkenin aydınları Kur’an’ın metnini dahi okuyamamaktır, o halde Kur’an ne kadar hayatımızın içindedir?

Bir felsefe kongresinde kuçuradı Kant’ın bir sıralamaya göre okunması gerektiğini söylemişti, Kant böyle olursa Bediüzzaman nasıl olur. Risalelerin okuma ve anlaşılması konusunda bir sıralama ortaya koyan çalışmalarımız yok. Keşke olsaydı. Altın hazinesi üstünde oturup ondan birşeyler üretmemekti, birçok şey.

Ene “ kainatın tılsım-ı muğlakının dahi anahtarı”dır. Ne kadar kapsamlı bir anahtardır ene. Kainat bir açılması zor tılsımdır. Kainatın tılsımını dinler, ilim ve felsefe çözmeye çalışmıştır, dünyalar dolusu kitaplar hep bu konuda yazılmıştır. Ama ene , ben bu muğlak sırları çözecek bir keyfiyet ve istidad ve uygulama mantığı kazanmamışsa onları okuyamaz. Bediüzzaman okumadaki doğruluğu ene nin de anlaşılmasına bağlar. Önce anahtarın anlaşılması gerekir. Ene psikolojinin , dinin, psikanalizin, felsefenin odağında bir kelime ve kavram. Bediüzzaman bütün ilimlerin odağındaki bu kelimeye nasıl büyük gayretlerle görmüş. Ene’ye bir sıfat grubu vermiş, “bir muamma-yı müşkül küşadır, bir tılsım-ı hayret fezadır” Bu muğlak kelimelerden oluşan terkibi kurmak bile güç mesele “ muamma-yı müşkül küşa” zorlukları aşan bir muamma, zorluk ve muamma, müşkül ile muamma, ama muamma çözülürse müşkülleri çözebilir, yani anahtarı anlarsanız kapıları açarsınız. Risale-i Nur bu ene anahtarının tedricen açılması, anahtar olduğunun anlaşılmasıdır.

Anahtarın mahiyetini anlatır, metin yavaş yavaş açılır, öyle bir açılma seyri vermişkiene risalesine yavaş yavaş açarak eneyi anlatır. Tarif şöyle “ Sani-i Hakim insanın eline emanet olarak Rububiyetinin sıfat ve şuunatının hakikatlarını gösterecek tanıttıracak işarat ve nümunelerini cami bir ene vermiştir. Ta ki o ene bir vahid-i kıyasi olup evsafı-ı rububiyet ve şuunat-ı uluhiyet bilinsin.” Uluhiyetin işlerini ve rububiyetin vasıflarını anlayacak işaret ve nümuneleri cami bir ene “O işaret ve nümuneleri görmek ve onlar ile Rububiyet ve uluhiyeti anlamak. Yani anahtar rububiyetin ve uluhiyetin sırlarını çözecek işaret ve nümuneleri içinde barındırıyor. Enenin bu cami kapsamlı mahiyeti bilim tarafından görülemmiş sadece enenin cinsel gücün motoru ve zevklerin kaynağı olduğu konusunda çok şey söylenmiş, psikanalistler ve psikologlar enedeki sapmaları ancak psikanalitik seanslarla düzenlemeye gitmişler ama beyhude. Bediüzzaman bilim tarihinin psikolojinin ve sanat ve estetik tarihinin gündemine gelmeden ölürsem ne anlamı var , O’nu klasik bir tanıtımla dahi anlatamıyoruz. Adam yetiştirme sanatı mıdır bu iş öyleyse nedir.

Şu cümleler ilk cümlelerin biraz daha tafsili izahı.”Alemin mifhatı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır. Kainat kapıları zahiren açık görünürken hakikaten kapalıdır. Cenab-ı Hak emanet cihetiyle insana ene namında öyle bir miftah vermiş ki alemin bütün kapılarını açar ve öyle tılsımlı bir enaniyet vermiş ki Hallak-ı Kainatın künuz-ı mahfiyesini onun ile keşfeder” 

İnsan Allah ve kainat ilimin dinin ve felsefenin etrafında dolaştığı üçgen, Bediüzzaman bu üçgeni enenin mahiyetini çözerek ortaya koyar ve ondan sonra Allah’ın da kainatın da anlamları anlaşılır hale gelir.

Bediüzzaman kendi enesini kainatın ve esma-yı ilahiyenin sırlarını açacak şekilde hazırlamış, onun hayatı bu enenin yetişmesi ve sırları çözmesine endekslenmiştir. Bütün çektiği çileler bu anahtarı anlamak ve onunla alemin ve uluhiyetin sırlarını çözmek üzerine kurulmuştur. Darısı bizim enemizi terbiye etmemize vesırlarla yüz yüze kalmamıza. Ama böyle biristek yoksa çözüm de yok, ene bizi kemiren bir kene, zevkleri ile rahatı ve gayretsizliği ile..

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: