Ensar ve Muhacir Kardeşliği Destanı

3.dünya savaşı bütün şiddetiyle devam ediyor..

“Melhame-i kübra” denilen son büyük savaşın öncüsü olan bu savaşın, elbet kendine göre bir tarzı ve yaşadığımız çağa hitab eden bir “farklı” görüntüsü olacaktı..

Devletlerin bir bütün olarak mücadele ettiği “sıcak” savaşlarının yerini bıraktığı genel olarak “soğuk” bir görüntü veren bu üçüncü cihan harbinin, vekalet savaşları şeklinde icra-yı tahribkaranesine devam ettiğine şahit olarak; dünyanın türlü bölgelerinde, türlü “isim” ve “kılıklarda” karşılaştığımız “terör” olaylarını gösterebiliriz “gören” gözlere..

Zira “anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az”; darb-ı mesel olmuştur “anlayan” kafalara..

 

Avrupa kafir zalimleri ile Asya münafıklarının ortaklığıyla yakılan fitne ateşleri; tüm hızıyla ve her gün başka bir mecrada  mazlum ocaklara ateş düşürüyor..

Ahirzamanın eşhas-ı müdhişe-i muzırraları olan Deccal ve Süfyan komitelerinin son temsilcileri işbirliği halinde; insanlığın namusuna göz dikmiş, hususan müslüman coğrafyalarda mukaddesat namına ne varsa ayaklar altına alınarak çiğnenmeye devam edilegelmektedir..

İnsanlık dünyamızda, böylesine dehşetli olaylar yaşanırken, netice itibariyle beşerin hayat-ı içtimaiyesinde maddi ve manevi buhranları da beraberinde getiriyor haliyle bütün bu yıkılışlar..

Efendimiz(s.a.v) böylesi zamanları tarif ederken şöyle buyurmuştu; “Kıyametten hemen önce karanlık gecenin parçaları gibi fitneler var. Kişi o fitnelerde mü’min olarak sabaha erer, akşama kâfir olur; mü’min olarak akşama erer, sabaha kâfir çıkar.  O fitnelerde (yerinde) oturanlar ayaktakilerden, ayaktakiler yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan, daha hayırlı olacaklar. Kim o fitne içinde bulunmuş olursa, ondan uzak dursun. O zaman bir iltica yeri, sığınacak mekân bulursa ona sığınsın.” (Sunenu İbn-i Mace, II, 3961.)

Elbette bu ehemmiyetli hadis, bir tariften öte biz ahir zaman sakinleri için ayrıca bir ikaz, ders ve ibret içindir.

Yetmez.. Ayrıca biz ahir zaman sakinlerinden olmakla, kendisini “Müslüman” olarak gören ve kalblerinde ki imanın bir gereği olarak Müslümanlığını yaşamaya çalışanlara da; hususi bir sorumluluk ve vazife taksimatıydı..

Evet, ateş olmayan yerden duman çıkmazdı elbet..

Dünyanın değişik coğrafyalarında, meydana gelmekte olan büyük savaşın yaktığı ateşin büyük bir parçası da; “kaderce” komşumuz olan Suriye de mazlumları can evinden vurmaya başlayalı üzerinden yıllar geçti..

Dünyayı ateş topuna çeviren zalimlerin bu ateşinden, Anadolu’yu en az zararla kurtuluşunu temine medar bir sadaka-i makbule hükmünde olan Risale-i nurlar ve Bediüzzamanların bahtiyar torunları olan bizlere de elbet bir pay, bir hisse düşecekti..

İşte Dünyevi-uhrevi, maddi ve manevi nice iyilik, fazilet ve sevapları kazandıracak olan “ensar” olmak şerefi düşmüştü; “kaderce” anadolunun bahtiyar ve mazlum Müslüman halkına..

Zira büyük bir çınar misali mazlumlara büyük bir gölgelik olmuştu Anadolu..

Anne şefkatiyle yoğrulmuş toprağıyla mazlumları bağrına basmıştı Anadolu..

Ve “Allah rızası” dua, niyet ve temennileriyle nice zamandır insanlığa güvenli bir liman ve koruyucu bir sığınak olmuştu bu bahtiyar Anadolu..

Ve işte bütün bunlar için olsa gerek, toprakları şehit kanıyla sulanmış bu bahtiyar ve mazlum coğrafyanın, sığınılacak “tek” limanı olan Türkiye’nin kahraman evladına nasib olmuştu nice mazlum ve biçare “muhacir” kardeşimizi misafir etmek..

Amma velakin hal-i hazır ahvalimize bakarsak, Ensar kardeşliğimizi hakkıyla çok ta yapamadığımızı maalesef görüyoruz..

Dünyada, mazlumların en son ve tek sığınağı olan devletimizin, türlü imkânlarıyla Ensar kardeşliğini günlük hayatın her alanında göstermek için olağanüstü çabalar içerisinde olduğu bir süreçte, bizler millet olarak Türkiye’nin safında yer aldığımızı göstermek için çok da istekli bir fiil ve duruşumuz yok..

Aksine muhacir kardeşlerimizi, hiç de hak etmedikleri halde, onları bir yük veyahut biraz daha ileri gidip bir “bela” olarak görmekte olduğumuzu; sosyal medyanın yahut günlük hayatın her zaman ve zemininde ifade etmekte bir mahzur görmemekteyiz maalesef..

Hatta bu konuda haklı olduğumuzu ispat etmek için; milyonlarca muhacirden birkaç serserinin, birkaç pisliğini anlatmakta, bire bin katarak yaymakta ne kadar da hevesliymişiz..

Halbuki Muhacirler için “haram” yahut “günah” olan bir fiilin, Ensarlar için bir anlamı yok muydu acaba..

Diğer taraftan küçük-büyük, bilerek-bilmeyerek yaptıkları filler için sorgu suale çektiğimiz muhacirler için, reva gördüğümüz adilane muhasebeden biz Ensarların bir nasibi olmayacak mı acaba..

Dolayısıyla bir kısım fitneci fasıklar tarafından türlü zamanlarda, türlü bahanelerle körüklenen bu “muhacir” düşmanlığının mazereti yahut (güya..!) haklı bahanesi ne olursa olsun, bizlere Müslümanca ve ensara yakışır bir muhasebe yapmak düşerdi..

Neden mi?.

 

İşte buyurunuz..

Geçen günlerde Sakarya’da; din, iman ve vicdan yoksunu bir-iki sapkın cani tarafından, hamile bir muhacire kardeşimizin karnındaki ve on aylık bir çocuğuyla birlikte katledilmesi; kendisini “insan” sonra “Müslüman” olarak gören her insanoğluna bir vicdanlı muhasebe yapmak için çok ehemmiyetli bir zaman süreciydi..

Acaba bu mazlum Suriyeli muhacir kardeşlerimiz, elinizdeki ekmeği mi almıştı..?

İşte sofralarınızdan üç can eksildi, (doyun..!) ey Suriyeli muhacirleri bir “yük” olarak gören vatan, memleket ve Türkiye düşmanları..

Halbuki sizler bu muhacir kardeşlerimize, bir çorba-ekmek olsun yardım etmemiştiniz..

Diğer taraftan bu Suriyeli muhacir kardeşimiz, işinize göz koyup sizi işinizden mi etti..?

İşte vahşice katledilen bu şehit muhacire kardeşimizin eşi, işinden ayrılıp terk etti bu toprakları.. Zira artık babalarını bekleyecek bir bebek ve gözü yaşlı mazlum bir eş yoktu onun için..

Şimdi ey insanlıktan ve insaniyet-i kübra olan islamiyetten nasibi olmayan vatan hainleri..!

Sevinin, işsizler ordusu için bir kişilik iş daha var..

Halbuki siz bu muhacir kardeşlerimizi, insanlık şerefine yakışmayan her türlü maddi ve manevi sosyal haklardan mahrum olarak köle gibi çalıştırdınız..

Suriyeli muhacir kardeşlerimiz, devletimizin size tanımış olduğu sosyal ve ekonomik haklarınızı mı elinizden aldı..?

Sevinin ey vicdansız ve kalbsiz, ruhsuz bedbahtlar; mezaristan da üç kişilik mezar yeri boş kaldı..

Zira bu topraklara insanca bir yaşam için misafirliğe gelmiş üç can, kendi ana vatanlarına hasret içerisinde defnedilmek üzere göç etti..

Gelecek neslin kapısından çekilin..! Ey iki ayaklı ruhsuz ve nursuz cenazeler hükmündeki vatan, millet ve din düşmanları; mezar sizi bekliyor..

Halbuki hastaneye gittiğinizde, hangi sağlık hakkınız elinizden alındı..

Çocuk yardımı yahut özürlü maaşınız mı kesildi..

Devletimizin diğer türlü yardımlarından hangisinde bir azalma yahut kesinti oldu..

Biraz vicdan..

Yetmez.. biraz dürüst olmak..

Yine de yetmez.. biraz da insanlıktan nasib..

Şimdi bütün bu açıklamaları okumak yahut anlamak ihtiyacını bile görmeyen bir kısım sapkınlar diyecekler ki, Suriyeliler memleketimize geldi geleli hırsızlık vakaları arttı, ahlaksızlık dizboyu, aşımızı-işimizi kaybettik.. gibi -gerçeklik payı yüzde bir olan- bir şeytani aklın sözcülüğünü ve avukatlığını yapacaktır..

Bizde sözü uzatmadan diyoruz ki; bu konuda Rabbimiz son sözü söylesin..

“Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda oldukça, sapıtmış olanlar size zarar vermez…” (Maide, 5/105).

Demek bu yalan-dolan ve bahaneler sizi haklı çıkarmaz..

Sen dürüst olduktan sonra, hangi Suriyeli muhacir senin dürüstlüğüne halel verebilir..

Sen namuslu olduktan sonra, hangi Suriyeli muhacir senin ahlakını bozabilir..

Sen çalışkan olduktan sonra, -her zaman- rızkını kazanacak bir kapıyı yüce yaratıcımız elbet açacaktır..

Demek hiçbir “haklı..!” mazeretimiz yokmuş meğer..

Şeytandan ders almakla, deccal ve süfyanların sofrasından beslenen bir avuç bedbaht dinsiz fasıkın; “fitne” kokan söz, davranış, hal ve fiillerinden uzak durmak düşer evvela her Müslüman evladına..

Sonrasında “allah yolunda” olanlara bir parça yardım etmek, onlara maddi ve manevi muavenet etmek gerekir bediüzzamanca..

Evet, insanı dünyaya çağıran ve sevkeden esbab çoktur.

Başta nefis ve hevası ve ihtiyaç ve havassı ve duyguları ve şeytanı ve dünyanın surî tatlılığı ve senin gibi kötü arkadaşları gibi çok dâîleri var.

Hâlbuki bâki olan âhirete ve uzun hayat-ı ebediyeye davet eden azdır.

Eğer sende zerre mikdar bu bîçare millete karşı hamiyet varsa ve ulüvv-ü himmetten dem vurduğun yalan olmazsa, hayat-ı bâkiyeye yardım eden azlara imdad etmek lâzım gelir.

Yoksa o az dâîleri susturup, çoklara yardım etsen şeytana arkadaş olursun.

Süfyan ve deccallerin, türlü zulümleriyle hüküm sürdüğü yaşadığımız ahirzamanda, elbette biz Müslümanlara “ensar” olmakla, Hz.İsa ve Mehdi aleyhisselamın nurani cemaatini saflarında olmak düşer..

Ve böylece, mazlumların umudu, zalimlerin korkulu rüyası olan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere çok değerli devlet büyüklerimizin, devletimizin imkanlarını seferber etmek suretiyle muhacir kardeşlerimiz için, hepimiz adına yaptığı ve daha yapacağı türlü hizmetlere destek olmak ve bu tür insani hizmetlerin yılmaz bir savunucusu olmak düşerdi her Anadolu evladına..

 

Ensar ve Muhacir kardeşliğinin sınandığı bir dönemde, türlü kılıklardaki fitnecilere inat, en güzel “kardeşlik” örneklerinin ef’alimizle gösterilmesi gereken çok hassas bir süreçteyiz..

Dünyanın bütün bu maddi ve manevi kargaşalardan asan olup, helaket ve felaketlerden temizleneceği, Ensar ve Muhacir kardeşliği destanının tarihlere altın harflerle işleneceği ve böylece Allah’ın nurunu tamamlayacağı bir zaman elbet çok yakındır..

İşte 1438 sene evvelki o nurani asr-ı saadetin bir nevi cilvesi olacak olan, vaad edilmiş nurani bu günler geldiğinde, şüphesiz bizim hesabımıza yaptıklarımız düştüğü gibi, yapmadıklarımızın da bir pişmanlığı kalacaktır..

Demek ne olursa olsun, her zaman ve zeminde mazlumların safında yer almak, zaliminde karşısında dikilmektir bizi kurtaracak bir fiili duruş..

Mazlumların sofrasına misafir olmayan bir duruş, zalimlerin sofrasına daha yakındır..

Bu zamanda, Suriyeli muhacirler misali, dünyanın dört bir kanayan coğrafyasındaki kardeşlerimizle dertlenmeyen bir duruş, onları nisyan-ı beşere mahkum etmek olacağı, dahası zalimlerle bizleri aynı safta buluşturmak suretiyle; nice mazlumların ahhhh’ına ortak yapacağını her daim akılda tutmak icab ediyor her zevil’akılca..

Yoksa gölge yapıp, ihsan da etmeyen; bir avuç bedbaht (güya..!) vatanperver ile yakından uzaktan akli, kalbi ve ruhi ortak bir paydamız yahut maddi- manevi bir bağımız yoktur..

Bizim için yegane ve tek kardeşlik vesilesi; “insaniyet” ve insaniyet-i kübra olan “İslamiyet”tir..

Elhasıl:

Bediüzzaman’ca son sözümüz o dur ki; Zalimler için yaşasın cehennem..

Cennet adam istediği gibi, cehennem dahi adam ister..

Cennet ucuz olmadığı gibi, cehennem dahi lüzumsuz değildir..

Demek cennete ehil olacak mazlumlara yar ve yardımcı olmayan bir adam, zalimlerin yoldaşı olarak cehenneme liyakat kazanacağını; her vicdan sahibi kalb ve ruhunda hissedecektir..

Hasan Tayfur

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: