Aile bir sevgi yuvasıdır. Bu yuvanın iki mimarı vardır:
Nikâh bağı ile bir araya gelmiş, bir erkekle, bir kadın… Nikahın kerametiyle, gerekleri gerçekleşir. Nikahı emreden Yüce Yaratıcı, bir erkekle bir kadını, iki yabancı olmaktan çıkarır; aralarına koyduğu eş sevgisiyle onları öyle bir kaynaştırır ki, bir ömür doyamazlar, birlikte olmaya ve paylaşmaya…
Vefat bile ayıramaz onları, vefa devam eder… Zira yılların demlendirdiği aşkla öyle BİR olurlar ki, ikilik ebediyen kalkar aralarından, SEN-BEN olmaktan çıkıp tam manasıyla BİZ olurlar.
Öylesine çift bedende tek ruhlaşırlar ki, zamanla şeklen de benzeşirler. Nikâhın kerameti ölümle de son bulmaz. Onlar öteki dünyada da paylaşma arzularını ortaya koyarlar. En önemli dualarından biridir; Cennet’te de ebedî birlikte olmak… Bu dileğin en etkileyici bir dilekçesi, bir mezarlıkta gerçekleşmişti:
Onlar da çoğu aşık karı kocalar gibi, peşpeşe ölmüşler. Vasiyetleri üzere yanyana gömülmüşler.Yine vasiyetleri üzere, iki mezara tek taş dikilmiş. İki mezarın ortasındaki bu tek taşa da, isteklerine uygun olarak şu cümle yazılmış:
“Burada, birbirini seven bir karı koca yatıyor; ikisine bir Fatiha yetiyor.”
Böylesine birleşmiş, çift olmaktan çıkıp tekleşmiş bir karı-koca, acaba hayatlarında nasıl derin bir mutluluk yaşadılar tahmin edebilir miyiz?
Acaba, bu olması gereken güzellikte babanın rolü nedir? Evi böyle bir sevgi yuvası haline getirmekte babaya düşen nedir?
Sahi baba evde ne yapar? Ya da baba evde ne işe yarar?
Baba, harici işlerin hariçte kalan kahramanı mıdır?
Çoğu zaman, evlilik hayatında baba, ev dışında düşünülür. Çünkü o para kazanan, evin maddeten geçimini sağlayan bir güç odağıdır. Biraz daha ötesi otorite ve disiplin demektir.
Baba deyince anlaşılan bu özellikler, eve, eşe ve çocuklara nasıl yansır?
Bu özellikler, “Ben babayım, ben ne dersem o olur!” zihniyetini oluşturuyorsa, tabii ki çok zararlıdır. Ama toplumda paranın, maddenin, gücün önemsendiği ve öncelendiği bir anlayış hakimse, bu yanlış doğru sanılır ve benimsenir.
Ancak, maneviyatın, muhabbetin ve gönlün hakim olduğu bir dünyada, babaya izafe edilen özellikler, onu tek adam haline getirmez. Çünkü, en az madde kadar önemli, para kadar gerekli, güç kadar lâzım bir şefkat temsilcisine de ihtiyaç vardır.
Bu sebeple anne, ailenin olmazsa olmaz birinci unsurudur. Çünkü, “Yuvayı yapan dişi kuştur” o… Onun bu özelliğini farketmeyen baba, hem eşini, hem de çocuklarını sevgisiz bırakır. Zira, sevgiden öte bir duygu olan şefkatin kahramanıdır anne… Fedakârlığın, vericiliğin, feragatin kaynağı olan şefkate, baba da muhtaçtır. Zira babanın kabalığı, katılığı, duygu yufkalığı; annenin zarafeti, şefkati ve duygu derinliğiyle dengelenir, yontulur, rafine hale gelir.
Annenin baba tarafından önemsenmediği, küçümsendiği, daha kötüsü aşağılandığı aile ortamı, çocukların duygu dünyasını olumsuz etkiler; onların sevgisiz, şefkatsiz ve merhametsiz olmalarına sebep olur.
Bu tür ben merkezli babalar, enaniyetlerinin atından hiç inemez, herkese olduğu gibi eşlerine de tepeden bakmayı tercih ederler. Evde her şey onlara göre ayarlanmak; bütün düzen onların zevklerine uygun hale getirilmek zorundadır. Çünkü onlar, en önemli ya da tek önemli şahsiyet olarak, her şartta mutlaka rahat etmelidir. Daha sonra ve imkân varsa diğerleri…
Bu yanlışın temelinde, asla İslâmiyet yoktur. Çünkü babaların en güzeli, en üstünü, Allah’ın terbiyesinden geçmiş olanı, en zor zamanlarında, meselâ yoluna kuyu kazıldığı, üzerine pislik atıldığı ve can korkusuyla yaşadığı zamanlarda dahi, tebessümün sadaka olduğunu söyledi. Söylemekle kalmadı; Güzeller Güzeli, evine hep güler yüzüyle, gülen yüzüyle geldi. Aslında sadece yüzü gülmezdi; bütün varlığı gülerdi. Böyle olduğu için de, bir sevgi cennetine çevirdiği evine gelince, Hanımefendiler Hanımefendisi Hz. Hatice annemize aşkla sorardı:
“Ya Hatice, yardıma ihtiyacın var mı?”
Aşkın öteki zirvesi Annemiz de, kendisine yakışan şu cevabı verirdi:
“Yâ Resulallah! Bana en güzel yardımınız, sizin şöyle bir uzanıp, dinlendiğinizi, uyuyup rahat ettiğinizi görmemdir.”
Buna rağmen, o Güzeller Güzeli, Annemizi yoğun ve yorgun görürse, içeceği sütü keçiden kendisi sağar, elbisesini kendisi yamar, ayakkabısını kendisi tamir ederdi.
Bu üstün özellikleri sebebiyle, “Erkek evde ne yapar?” sorusunun en doğru cevabı Efendimiz’dedir.
Erkek evde dinlenir, yenilenir, güç tazeler.
Bunu öncelikle, evin kadını sağlar. Onlar imandan kaynaklanan doyumsuz bir şefkatle çoğalmışlardır. Erdem Bayazıt’ça söylersek:
“Kadınlar bilirim ülkeme ait
Yürekleri Akdeniz gibi geniş, soluğu Afrika gibi sıcak
Göğüsleri Çukurova gibi münbit
Dağ gibi otururlar evlerinde
Limanlar gemileri nasıl beklerse
Öyle beklerler erkeklerini
Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi…”
Böylesine bir sevgi devleti olabilen anne, babayı ne bir para makinesi olarak, ne de bir korkuluk olarak görür. Baba, o kuşatan şefkat sayesinde kendini bırakmaz, hele de sevgiden emekli olmaz. Tabii ki, PTT formülünü de hiç uygulamaz. PTT formülünü, Kalp Sevmekten Yorulmaz isimli kitabımdan ödünç alıyorum:
“Adam verimsiz bir iş gününü tamamlayıp eve gelir ve hemen PTT formülünü uygular. Nedir bu PTT formülü?
Pijama, terlik, televizyon…
Pijamanı giy, terliklerini tak ayağına ve kurul televizyonun karşısına…
Ne düşün, ne konuş, ne de işe yarar bir şey yap… Yani yaşamıyor gibi yaşa… Dünyada varlığın belli olmasın… Gözün ne çoluk görsün, ne de çocuk… Sanki yokmuşsun gibi… Yaşarken ölmüş gibi, kendini varlık dünyasından sil… Yokluk numarası yap…
Yazık değil mi insanlığımıza?
Ayıp olmaz mı sahip olduğumuz özelliklerimize?
Günah işlemiş olmaz mıyız, eşimize ve evladımıza karşı…”
Bu ayıbın vebalini taşımak istemeyen erkek, Efendimiz’i (s.a.) örnek alır ve ne kadar yorgun gelirse gelsin, eşine “Yardıma ihtiyacın var mı?” diye sorar. Sakın ola “İşimiz çok, yorgunluğumuz ağır!” demeyin. Çünkü böyle diyen beylere ben şöyle söylüyorum:
“Affedersiniz, işiniz, derdiniz Efendimiz’den (s.a.) daha mı ağır? O Güzeller Güzeli, sırtında dünyanın yükünü taşırdı da, yine eve sevgisini hiç eksiltmeden gelirdi.”
“Kazak erkek,” “Taş fırın erkeği” gibi bazı anlayışların arkasına sığınarak, eve sadece beden olarak ya da patlamaya hazır bir bomba olarak girenler, müthiş bir yanılgı içindedirler.
Bu tür babalar, eşini ve evladını sadece bedenden, hatta mideden ibaret görürler. Dolayısıyla da, haklarındaki şikâyeti hemen şöyle karşılarlar:
“Karnı tok, sırtı pek, daha ne yapabilirim ki!”
Bu kabalığın altında, babanın kafa ve kalp midesini bilmediğini gösterir. İçine bir ölçek de sevgi katamadığınız yemek, yaramaz eşe, çocuğa… Muhabbetinizi ekleyemediğiniz elbise, ısıtmaz evladı…
Yemeği ve elbiseyi sevgisiz bulan dört yaşındaki çocukların, “Baban eve gelince ne yapar?” sorumuza verdikleri cevaplara bakınız:
“Annemin canını sıkar!”
“Bağırır, çağırır; hepimizi korkutur.”
“Gazete okur, televizyon seyreder.”
“Yemeği beğenmez, kavga çıkarır.”
Çocuklarımızın Mevlana yürekli, Akif karakterli olması için, onların babası gibi baba olmak mecburiyetindeyiz.
O babalar, hem baba, hem hoca olmuşlar, evlada, sadece keselerini değil, yüreklerini de açmışlardı. “Canım kızım, canım oğlum” demeyi, sarılıp öpmeyi bilmişlerdi. Dolayısıyla, özlenen, gözlenen, beklenen, örnek olarak benimsenen babalardı.
“Akşam olsun da, ben babana ne diyeceğimi biliyorum!” diye tehdit unsuru olmazdı o gerçek babalar. Çünkü baba, evin korkuluğu değildir.
Mevlana’ya göre baba, gücünü ancak hayırda kullanır; bu sebeple de asla diktatör olmaz. Bir hadis-i şerife dayandırarak şöyle der Hazret:
“Akil ve arif erkekler, hanımlarına mağlup olurlar; kaba, katı ve cahiller de hep galip gelirler.”
Ne mutlu bu zarif adamlara, gücünü hakim olmakta değil, düzeni sevgiyle korumaya çalışanlara… Eve kaba kuvvetle hakim olmaya çalışan erkekler, oradaki yürekleri daima kaybederler.
Bu bakımdan, evde erkek için de tek mesele, BİR GÖNÜLE GİRMEKTİR… Bu bakımdan baba eve girerken, evdekilerin gönlüne de girmelidir. Bu niyetle eve yönelen adam, oraya işini değil, sevgisini, merhametini ve aşkını getirir. Bu baba evde özlenir, yolu gözlenir ve asla bir fazlalık gibi görülmez. Dolayısıyla da, “Erkek evde ne yapar, ne işe yarar?” gibi bir soru hiç akla gelmez…
Vehbi Vakkasoğlu / Zafer Dergisi