Ermeniler Millet-i Sadıka (Sadık Millet) iken Neden İsyan Ettiler? Soykırım Yapıldı mı?

Tesbitlerimize göre, Ermeni meselesi, İslam âleminde ve Gayr-i Müslim dünyada yeterince bilinmemekte veya yanlış bilinmektedir; Avrupa ve Amerika’daki Türk nesilleri tarafından maalesef bilinmemektedir, Türkiye’de ise özellikle İslâmî yönü itibariyle ele alınmamıştır ve nihayet bilim adamlarının birçoğu dahi hukuki ve İslami tahlilleri açısından bilmemektedirler. Bu eserin telifi bütün bu bilinmezliklere ışık tutmak amacını taşımaktadır.

Ermeni Meselesi, neredeyse bir buçuk asır önce kucağımızda bulduğumuz, bugüne kadar da taşımak zorunda olduğumuz bir meseledir. Muhataplarının dışında pişirilen ve geliştirilen bu sorun, bin yıldır birbirine el kaldırmamış iki milleti bıçak sırtı gibi ikiye ayırmış, sönmeyen bir kin ve düşmanlık ateşini yakmıştır.

Ermeni iddiaları Ermeni milletine hiçbir şey kazandırmamıştır. İddialarının hiç biri de gerçekleşmemiştir. Ermeniler 1878’den beri elde ettikleri kazanımları bir hesap etmelidirler. Elde var sıfır. Ermeni terör örgütleri Taşnak ve Hınçak kendi milletine hiçbir şey veremediği gibi Ermeni milletinin var olan kazanımlarını, huzur ve sükûnlarını da selbetmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin ve ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin ise boğuşmak zorunda olduğu bir problem olarak devam etmiştir. Her iki tarafın da sadece kayıpları vardır, geride bıraktığı gözyaşları vardır, binlerce ailenin dramları vardır, yetim ve öksüz kalan yavrularımızın feryat ve figanları vardır.

Osmanlı, Ermeni Meselesininin müsebbibi değil, muhatabıdır. Osmanlı kendi ülkesinde bir Ermeni Meselesi çıkarayım da şu Ermenilerden kurtulayım diye de uğraşmamıştır. Ermeni Meselesi, Rusya’nın, İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı’nın başına sardığı bir musibettir. Devleti zaafa uğratmak için, daha da ötesi Osmanlı’yı tarih sahnesinden silmek için başvurulan uluslararası bir oyundur. Ermeniler bu oyunun icracısı olmuştur. Oyuna gelmişlerdir.

Osmanlı bir ulus devlet değil, birçok milleti bünyesinde taşıyan çok uluslu bir devlettir. Dolayısıyla coğrafi sınırları içinde hâkim bir unsurdan söz etme yerine, yönetimde hiçbir ayrım yapmadan farklı etnisitelere eşit haklar tanıyan bir devlet modeli söz konusudur. Devlet teb’asına eşit mesafede yaklaşmış, birini diğerine tercih etmemiş, etnik kimliğinden dolayı ayrıcalık tanımamıştır. 600 yıllık Osmanlı yönetim kadrolarına bakıldığında bu durum apaçık görülür. Osmanlı Devletinde vatandaşların vasıflandırılmasında kullanılan kriter dindir ve bu sebeple ayrı ayrı din mensuplarına millet adı verilmiş; ancak vatandaşlar arasında çok istisnai haller dışında ayırım yapılmamıştır.

Ermeniler için de durum aynıdır. Ermeniler, millet-i sâdıka sıfatıyla Osmanlı ülkesinde zimmî tabir edilen statüde yani Müslüman bir ülkenin Gayr-i Müslim vatandaşı sıfatıyla yaşamışlar ve Osmanlı Devleti, vatandaşlarına tanıdığı bütün hak ve hürriyetleri onlara da tanımıştır. 1071’den beri, uzun tarih dönemeci içerisinde Müslüman Türkler, azınlıkların hak ve hürriyetlerine saygı göstermişlerdir. Aynı tarih dilimi içerisinde İspanya’da Müslüman azınlıktan eser kalmaması, Avrupalılar, daha doğrusu Hıristiyan milletler ile Müslümanların, bu konudaki gerçek tutumlarını göstermektedir. Ermenilere temel hak ve hürriyetler tanındığı gibi, İslâm Dininin koyduğu prensipler ışığında din ve vicdan hürriyeti de tanınmıştır. Tanzimat’tan sonra ve özellikle de II. Meşrutiyet döneminde, siyasi haklar, Müslümanlar kadar Ermeniler için de kabul edilmiştir.

Osmanlı Devleti’nin bu davranışlarına mukabil Ermeniler, Rusya’nın tahriklerine kapılarak ve Berlin Muâhedesi’nin 61. maddesine dayanarak devlete isyan etmeye başlamışlardır. Aslâ çoğunluk teşkil edemedikleri Doğu ve Güneydoğu vilâyetlerinde, kurdukları terör örgütleriyle devlete karşı ayaklanmalar çıkarmışlardır. 1894’de Sason’da isyan eden Hamparsum Boyacıyan Kozan Milletvekili olarak İttihâdcılar tarafından Meclis’e bile getirilmiştir. İstanbul’da arka arkaya patlayan Ermeni ayaklanmaları, Abdülhamid’i bomba olayı ile yok etmek istemeleri onların dış güçlerin emriyle hareket ettiklerini açıkça ortaya koymuştur.

Nihâyet 29 Ekim 1914’de I. Cihan Harbine giren Osmanlı Devleti’ni, Doğudaki Ermeniler, Ruslarla birlikte arkadan vurmaya başlamıştır. Hatta Van’ı boşaltan Ruslar, burayı Ermenilere teslim edince, şarkta Müslüman katliamı başlatmışlardır. İşte bu dönemde Doğu ve Güneydoğu dahil bütün Osmanli ulkesinde, yaklasik 1.300.000 Ermeni yaşamaktadır ve nüfusun da sadece % 5’ini teşkil etmektedir. Bütün tedbirlere rağmen Ermenilerin girişimleri durmayınca, Nisan 1915’de Dâhiliye Nâzırı Tal’at Bey, Doğu ve Güneydoğudaki 500.000 Ermeninin, mecburi göçe zorlanması (tehcir) kararını almıştır. Gaye, Rus ordularının yollarından Ermenileri uzaklaştırmaktır. Asker himayesinde Irak, Suriye ve Lübnan’a sürgün edilen Ermenilerden bazıları yolda ağır yol şartlarından ve açlıktan ve bazıları da daha evvel yakınları Ermeniler tarafından katledilen bazı sivil ahali tarafından telef edilmişlerdir. Ermenilerce katledilen Müslüman sayısı ise yarım milyondan fazladır. Daha sonra da ifade edeceğimiz gibi, alınan bu zorla tehcir kararı, Kur’an’ın emriyle Hz. Peygamber’in Nadiroğulları kabilesine uyguladığı cela yani ülke güvenliği açısından tehcir uygulamasına dayanmaktadır.

Kısaca aslı astarı olmamasına rağmen, bir asra yakındır Ermeni katliamı iddialarıyla suçlanan Müslüman Türk milletinin katliam yapmadığı halde suçlanmaya devam edilmesi, tarihî ve ilmî değil, sadece siyâsidir. Osmanlı Arşivlerini açan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu iddialara en güzel cevabı vermiştir.

http://www.osmanlisahafi.com/index.php?Uid=52

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

Rector & President

Islamitische Universiteit Rotterdam

Bergsingel 135, 3037 GC Rotterdam

T +31 (0)10 485 47 21

F +31 (0)10 484 31 47

E akgunduz@iur.nl; I www.islamicuniversity.nl

facebook.com/Prof.AhmetAkgunduz; twitter.com/AhmetAkgunduz