Ertuğrul Özkök: Bediüzzaman demek Adalet demek

Ertuğrul Özkök dün ve bugün (20-21 Mart) Hürriyet Gazetesinde yazmış olduğu yazılarda Üstad’ın Adalet anlayışından ve adalete bakışından bahsetti, NurNet sitesi olarak o yazılardaki kesitleri sizlere sunmak istedik.

BAKIN O ŞAHSİYET O GÜNLERDE NELER DEMİŞ

Aşağıdaki adalet hakkındaki sözlerini, onun söylediklerinden, biraz bugünün diline uyarlayarak aktarıyorum:

ADALETİN TARAFSIZLIĞI

– “Mahkemeler, adliyeler, insan haklarını muhafaza etmek ve haksızları tecavüzden durdurmak gibi mes’uliyetli bir iş deruhte ederler.”

– “Mahkemelerin tarafsızlığı hâkimlerin elindedir. Zira hâkimler, ‘Hukuk-i umumiyeyi ve haysiyet-i milliyeyi’ koruma mevkiindedirler.”

– “Adalet müessesesi hiçbir cereyana kapılmaz. Hiçbir tarafgirliğe kaymaz. Bu, din ve vicdan hürriyetinin bir ana umdesidir.”

– “Devlet organları içinde en ziyade hürriyetini muhafaza etmeye ve tesirat-ı hariciyeden en ziyade bitarafane hissiyatsız bakmakla mükellef olan elbette mahkemedir.”

– “Adliye memurları, hissiyattan ve tesirat-ı hariciyeden bütün bütün azade ve serbest olmazsa, sureten adalet içinde müthiş günahlara girmek ihtimali var.”

– “Hâkim ve mahkemenin tarafgirlik şaibesinden müberra (uzak) ve gayet bitarafane bakması, birinci adalet şartıdır.”

* * *

DELİL

– “Adaletin gerçekleşmesinde en büyük unsurlardan birisi de, hukuki kıymeti haiz delillerin varlığıdır.”

– “Bu cümleden olarak, delil toplanırken objektif olmak şarttır. Hiçbir maddi delile dayanmayan, kötü niyetli ihbarlara ve cezalandırmak kastına dayalı sübjektif kanatlara itibar edilmemesi gerekir.”

– “Şüphe üzerine hüküm verilmez, kesin ve adil bir hüküm için kat’i delillere sahip olmak gerektiği temel bir hukuk kaidesidir.”

– “Bir delilden neş’et etmeyen bir ihtimalin, hiç ehemmiyeti yoktur.”

– “‘Beraet-i zimmet asıldır’ kaidesi, delile dayalı yargılamayı gerektirmekte ve suçu, hukuki yoldan ispat edilemeyen şahsın, prensip olarak suçsuz kabul edileceği neticesini getirmektedir.”

* * *

MÜDAFAA HAKKI

– “Müdafaa hakkı, insanın en doğal hakkıdır ve hiçbir şekilde tahdit edilemez.”

– “Bir savcının 2 saat iddianame okumasına karşılık, kendisine ancak 10 dakika kadar müdafaa hakkı tanınması adaletsiz bir uygulamadır.”

* * *

ŞAHİTLİK

– “Şahitliğin delil olarak kabul edilebilmesi için, ‘Şahidin doğruluğuna galib-i zan hasıl olmak şarttır. Yani şahit olan kimsenin adil olması ve yalan söylemeyeceği hakkında kanaat teşekkül etmelidir.”

Bu sözler, Said Nursi’ye ait. Kimdir Bediüzzaman Said Nursi?

Sürgünlerden, cezaevlerinden çok çekmiş bir insandır.

1876’da doğmuştur. Sultanların tahttan indirilip, sultanların tahta çıkarılmasına tanık olmuştur.

Sultanların, tek adamların istibdadında epey çekmiş, Abdülhamid’e karşı Selanik’e gidip, İttihat Terakki’ye bile katılmıştır.

Risale-i Nur Külliyatı’nın yazarıdır.

Dün de dedim ya, adalete susamıştır, onun suyunu bir türlü kana kana içememiştir.

Yani bugün “adalet” üzerine sözü dinlenecek, tecrübesine kulak verilecek bir şahsiyettir.

– Çekmiş bir insandır, o nedenle, başkalarının da çekmesine içi el vermemiştir.

– Kendi çektiği için, kurunun yanında yaş da yansın dememiştir.

– Büyük resme bakın, gerekirse küçük fotoğraftaki zulümlere gözünüzü yumun gibi bir kelamı asla etmemiştir.

– Bana yapıldı, onlara bin beteri yapılsın gibi bir kinin davasını sürdürmemiştir.

– Ona bir mezar bile fazla görüldüğü halde, o hürriyet duasını kimseden esirgememiştir.
O nedenle bu sözlere kulak vermekte yarar vardır.

NOT: Yeni Asya gazetesi, 23 Mart günü Said Nursi özel sayısı yapıyor. Merakla bekliyorum.

İstibdat denen şey nasıl anlaşılır

MADEM Bediüzzaman’dan söz açtık, onun “Hürriyet” üzerine sözlerine de bir göz atalım.

Dünkü sözleri, Safâ Mürsel’in, Yeni Asya Yayınları’ndan çıkan “Bediüzzaman Said Nursî ve Devlet Felsefesi” adlı kitabından özetlemiştim.

Kitabın “Hürriyet’in korunması” başlıklı bölümünde, bir ülkede parlamenter idarenin başına gelebilecek en büyük tehlikenin “istibdat” olduğunu söylüyor. Bunlar arasından şu saydıkları dikkatimi çekti.

“Cehalet, inat, garaz, intikam, taklit, hiçbir kayıt ve kontrol tanımamak, şahsi menfaati milletin zararına da olsa her şeyin üstünde tutmak, Cumhuriyeti hakiki ve adil manasından çıkararak istibdada alet etmek…”

Ona göre, bir ülkede istibdat, yani otoriterlik olup olmadığı da şöyle anlaşılır:

– İstibdat keyfi muameleye ve kuvvete dayanan tahakküm ve cebirdir.

– Tek kişinin sözünün geçerli olduğu bir şeflik anlayışıdır. Zulmün temelidir.

– Ferdi ve sosyal çapta sefalet ve zilleti davet eder. Garaz ve husumeti uyandırır.

– Her türlü ihtilafın kaynağıdır.

– Siyasi istibdat ilmi istibdadı getirir.

İleri demokrasiyi tartışırken, Bediüzzaman’ın bu sözlerini de bir kenara not etmekte yarar var.

Ertuğrul Özkök / Hürriyet Gazetesi