Eş dövme “zulmü” ve boşanma!..

82 yaşındaki ABD’li televizyoncu Pat Robertson’un; karısına söz geçiremediğinden yakınan bir izleyicisine “Müslüman ol, karını döv” tavsiyesinde bulunma gafının vebâli, karısını döven TÜM gâfil ve cahil Müslümanlaradır. Pek tabiidir ki bu gafın sahibi masum değil, mevcut kinini kusmuş, ancak bu imajı ona verenler de mutlaka vebal altındadırlar…

kadına şiddetKusura bakmayınız biraz kaba oluyor, “karı” lâfı bile bize uymuyor, abes düşüyor ama bugünlerde aktüel ve revaçta olan bu haberin cümlesi böyle kurulmuştu. Bu haberi okuyunca tüylerim diken-diken oldu. Yarım asırdan beri İslâmiyet’i inceleyerek hareket eden, yazan, çizen ve eğitim vermeye çalışan bir kişi olarak, Müslüman’ların böyle bir intiba bırakması, inanınız ki çok ağırıma gitti. Çünkü İslâm’da böyle bir şey asla yok! Fakat, maalesef Müslümanlarda var. Oysa İslâmiyet, kadın bir eşya gibi satılıyorken, ayıp sayılan kız çocukları diri diri toprağa gömülüyorken, kadını olabildiğince yüceltmiş ve ona ayaklarının altına Cennet serilecek kadar değer vermiştir. İslâm’ın örnek ve model Peygamberi SAV tek bir hanımına tek bir fiske dahi vurmamış, hatta hiçbir defa bile azarlamamıştır. O gün ondan örnek alan sahabeler de aynı şekilde davranmışlar ve hanımlarının dırdırlarına bile sabretmişlerdir.

Hatta şu olay çok anlatılır:

Hanımının dırdırından usanan, fakat İslâm’ın bu konudaki hassasiyetinden taviz bulamayan bir sahabe, Hz. Muhammed’den aldığı terbiye nedeniyle hanımına hiç bir şey yapamamanın sıkıntısıyla, Hz. Ömer’e koşar. Maksadı, hanımını Hz. Ömer’e şikâyet edip, bir nevi taviz veya fetvâ almaktır.

Hz. Ömer’in evine yaklaştıkça bir kadın sesi duyar ve yavaşlar. Biraz dikkat edince anlar ki Hz. Ömer’in hanımı, söylenip duruyor. Heybetiyle, cesaretiyle, şecaatiyle, haşmetiyle ve hiddetiyle herkesi titreten Ömer, hanımına karşı çok yavaş konuşuyor. Sürekli alttan alıyor ve hanımını incitmemeye, azami derecede gayret ediyor. Hz. Muhammed’den SAV öğrendiği, hatta VEDÂ HUTBESİNDE de emrettiği “onları incitmeyiniz, onların da sizin üzerinde hakları vardır, sakın haklarını zâyî etmeyiniz” emrini yerine getiriyor.

Bunu gören şikâyetçi, şikâyetinden vazgeçiyor. Geriye dönüp, “ailede nezaketle uyum sağmanın” formüllerini aramaya başlıyor…

Rasülüllah’ın SAV ve sahabelerin örnek İslâm ahlâkından, sadece birini arz etmeye çalıştım. Yüzlercesi de bu minvalde olduğu halde, yanlış örf ve âdetler uygulanarak, hanımına eziyet eden, haklarını zâyî eden, hatta HAYVAN gibi döven kimseler, elbette vebâl altındadırlar.

Bu ifademden “hayvan dövülebilir” anlamı çıkarılmasın sakın, hani hayvanlar kendinden zayıfı bulduklarında, “hak-hukuk, yazıktır veya günahtır” şeklinde düşünmeden saldırırlar ya işte onu kast ediyorum.

Müslüman oldukları halde, İslâm’da hanımına davranış biçimlerini, doğru olarak öğrenememiş, maalesef yanlış olan örf ve âdetlerine, göreneklerine göre davrandıkları için, Müslüman’lara kara leke düşürüyorlar. Müslüman bir ülkede “hanımını uluorta döven”lerin haberlerini izleyen yabancılar ise bu davranışı, Müslüman’lara has normal bir davranış zannediyorlar. Ne kadar acı değil mi?…

Bediüzzaman Hz. boşu boşuna “..bizim üç büyük düşmanımız var, birincisi CEHALET, ….. ….” ..dememiş. Özellikle cahiller, konuları kendi çıkarlarına göre te’vil ederler. Konumuzun daha iyi anlaşılması için, şu belgeseli takdirlerinize arz ediyorum…

Osmanlı İmparatorluğu döneminde, özellikle savaş sonralarında, cephedeki erkeklerin büyük bir kısmı şehid olduklarından, dul kadın ve yetim sayısı çok artmıştı. Evli çiftlerin kol kola veya yan yana dolaşmalarına, dul kalan kadınlar GIPTA ile bakıyorlardı. Bu ezikliği fark ve müşahede eden İslâm âlimleri ve cami imamları, geçici bir çözüm üretmişlerdi. 10-15 Sene, yani bu durum küllenene kadar evli aileler, sokaklarda yürürlerken, dul ve yetimlerin gıpta damarlarını tahrik etmeyecek şekilde ayrı-ayrı yürüyeceklerdi. Yani, mutluluk sergilercesine, kol kola, samimi havada, hattâ yan yana bile yürümeleri hoş karşılanmıyordu.

Bu kritik süre geçtikten sonra, yani yetimlerin ve dulların yaraları kabuk bağladıktan sonra, eski mutlu hallerine dönebileceklerdi. İşte bu nedenle tüm Anadolu kadını, geçici olarak eşlerinden 3-5 metre geriden yürüyorlardı. (Bu hassasiyetlerinden dolayı Allah c.c. onlardan râzı olsun.)

İşte bu süreç tamamlandıktan sonra, şehirlerdeki halk bu uygulamaya son verdi. Ancak Güneydoğu ve Doğu insanı bu alışkanlığını hâlâ sürdürmektedir. Bugün bile eşinden ayrı ayrı yürümeyi, önemli bir ÖRF, ÂDET ve AN’ANE zannediyorlar. Hattâ bir dînî vecibe zannedenler bile var. Eşi ile yan yana yürümeyi, çok ayıp ve günah zannediyorlar…

Her ne sebeplerle olursa olsun, aile içinde en önemli bir katalizör olan “sevgi bağları” zedelenmeye ve tahrip olmaya başlayınca, eşlerin ufak-tefek hatalarına tahammül de azalıyor. Bu erozyondan sonra ise tartışmalar, birbirilerinin hatalarını biriktirmeler, birden şarlamalar, sürtüşmeler, kavgalar, küsüşmeler artıyor. Hele hele hanım da herhangi bir işte çalışıyor ise eşinin kaprislerine hiç tahammülü olmuyor.

Cahil erkekler, İslâm’ın kadına (belli ve hassas birkaç Kur’ânî prensip dışında) bir fiske bile vurulmaması gerektiği hakkındaki emirlerini bilmediğinden, nefsinin tahriki ve Şeytanın da vesvesesiyle, kendisinden daha zarif olan hanımlarını dövme cesareti buluyorlar. Akabinde de huzursuzluklar, geçimsizlikler, tahammülsüzlükler ve en acısı da maalesef BOŞANMALAR geliyor…

İslam dini boşanmayı, ne Yahudilerde olduğu gibi olabildiğince serbest bırakmış, ne de Hıristiyanlarda olduğu gibi daraltmış ve yasaklamıştır. Önemli kurallara bağlayarak, Yüce Yaratıcımızın hoşlanmadığı bir hak olarak çerçevelemiştir.

Kâinatın en doğru sözlüsü ve Rabbimizin elçisi bu konuda şöyle buyuruyor:

Allah katında en menfur (nefret edilen) helâl (kadın) boşamaktır.” (Ahkamul Kur’an, c.2 sh. 110)

Evlenin ve (ciddi bir sebep olmadıkça) boşanmayın, zira boşanmada arz titrer.” (Ebu Davut ibnül-Humam, Fethul Kadir. c.2 sh.22)

Evlenin, boşanmayın. Çünkü Allah ne zevkine düşkün erkekleri, ne de zevkine düşkün kadınları sevmez.” (İbni Adi, Muh-Eha. sh.60)

Aile geçimsizliği şiddetlenip de ayrılık bir zaruret haline gelmedikçe, bir kadın zevcinden (kocasından) talâkını (boşanmayı) isterse, ona cennet kokusu haram olur.” (Tecrid c.2 s.376) (Evlilik ve mahremiyetleri, sh.256)

Zamanımızdaki boşanma sebeplerinden birçoğu, maalesef eşinden başka kimselere MEYİL ve TERCİH ile başlıyor. Kendi ailesindeki mutluluk sebebi güzellikler bile, o kişiye batmaya başlıyor. Şeytan ve nefis de hariçtekileri çok daha câzip göstererek, mutlu yuvaları çökertiyor. (STV’de “Farklı desenler-Feride” dizisinde bu konu çok güzel işlenmiş.)

İşte İslam dini insan fıtratına bakarak, “zina yapmayın” değil de “..zinaya yaklaşmayın” “nâmahreme bakmayın”, “gözlerinizi haramdan sakının” diye emrediyor. Ehl-i takva insanlar bu kesin emir sebebiyle de, yabancı kadınlarla tokalaşmaya bile razı olamıyor…

Konunun önemi nedeniyle biraz uzattım, kusura bakmayınız…

(“İslâm değil, Müslüman suçlu!…” Başlığı altında bu konuya devam edilecek.)

A. Raif ÖZtürk / moralhaber.net