Eski Said ve Eski Said Dönemi Sergisi Ardından

Eski Said veya Birinci Said sergisi, terminolojik olarak eski ile yeni Said veya Birinci ve İkinci Said dönemi tartışılabilir. Eski gündemini kaybetmiş olarak mı algılanmalı, yoksa birtakım zaruretler mi böyle bir sınıflandırmayı veya ayırımı zorunlu kıldı?

Eski Said dönemi ile Yeni Said dönemini gerekli kılan sosyal, tarihi ve siyasi şartlar olduğu kadar Bediüzzaman’ın mücadele takvimi içinde zorunlu yapan nedenler de var. İki dönem arasında bir büyük kırılma var; bu bir tarihi kırılma olarak yorumlandığında Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişin arasındaki kırılma dönemini hatıra getirir.

Bu iki devrin Bediüzzaman’a bakışı arasında büyük bir tezad olduğu görülür.

Birinci Said dönemindeki mücadele tarzı, Cumhuriyet devrinin şartları içinde imkânsızdır. Birinci dönemde büyük itibar gören bir misyon adamı, ikinci dönemde hayatına bile sürekli kastedilen bir insandır. İki dönem o kadar birbirine kıyaslanamayacak kadar unsurlarla doludur.

İkinci dönemde sahnede kalan kimse yoktur, tiyatro tek kişilik bir tiyatrodur, bir monolog tiyatrosudur, sadece sahnede bir şahıs kendi iç monologları ile konuşmakta, seyirciler ise  oyuncunun el kol hareketlerini görmekte ama bir şey anlamamaktadırlar.

OSMANLI VE ÇAĞDAŞLAŞMA

Osmanlının değişim tarihi içinde her ne kadar farklı bir dönem orta yerde varsa da asıl hedef imparatorlukları yönetmiş, dünya tarihinde en büyük değişimleri gerçekleştirmiş bir mantık ve misyonun, tamamen yok edilmesi için yapılan manevralar vardır. Ortaya çıkarılan kültür politikaları ve aydın portresi bazı hakikat olmayan, hak gibi görünen iddialara çağdaşlaşma adı altında inandırılmıştır. Hâlbuki çağdaşlaşma modeli Osmanlının yıkımını doğurduğu gibi Cumhuriyetin de bir süre sonra tehlike çanlarını çaldıracak bir yapıdadır. İmparatorluğun tarih sahnesinden çekilmesinden sonra, zihinlerde kalan Osmanlı zihniyetinin de silinmesi  yüz yıla yakın bir süreyi içine almıştır.

Çağdaşlaşma adı altında yapılanların hepsi ;

bir medeniyetin,

bir dünya görüşünün,

bir kültürün, bir dinin,

bir insan portresinin,

bir ilişkiler ağının,

bir coğrafyanın tamamen silinmesi üzerine inşa edilmiştir.

Ama çok yüksek düşünceli aydınlar bunu çağdaşlık olarak algılamışlar,  sonucun nereye varacağını bilememişlerdir.

ŞARKI AYAĞA KALDIRACAK DİN VE KALBDİR

Eski Said döneminin son siyasi büyük olayı olan Reisi cumhur ve Meclise gönderilen  tavsiye mektubu, o dönemin bütün yöneticilerinin göremediği geleceğe dönük tehlikeli sinyaller barındırır. O sinyaller çok kısa bir süre sonunda realite olmuştur. Mesela şu cümleler, bugünü gören bir insanın basiret ihtarıdır:

Enbiyanın ekseri şarkta ve hükemanın ağlebi  garpta gelmesi  kader-i ezelinin  bir remzidir ki, şarkı ayağı kaldıracak  din ve kalbdir, akıl ve felsefe değil.  Şarkı intibaha getirdiniz, fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa sa’yiniz ya hebaen gider veya muvakkat sathi kalır.” (M., 100)

Savaşları kazanmış bir yeni toplum, eğer toplumun fıtratına yaratılışına uygun bir cereyan veremezse çalışma yüzeysel/sathi kalır. Nitekim öyle olmuştur.

HÜRRİYET VE İSTİKLAL

Bediüzzaman hangi tür olayın nerede noktalanacağını bilecek kadar çok büyük  bir projeksiyon ve basiret adamıdır. Bediüzzaman bütün Cumhuriyetçilerden yüzlerce defa büyük bir cumhuriyetçidir, binanın adından çok devamlılığını düşünür. Ama o binaya o ismi verenler, devamlılığın bir yerde inkıtaa dönüşeceğini görecek kadar basiret sahibi değillerdir. Çünkü birlikte savaştıkları halkı, onların dini ve manevi önderlerini, onların kültür ve din kaynaklarını, bütün bir yaşam biçimini bir tarafa itmekle kalmamış, aşağılamanın en büyüğünü yapmışlardır. Hürriyet ve istiklali için savaş meydanlarında ölmüş olan fakir bir milletin en büyük değeri olan kültür ve din muzır telakki edilmiştir.

Millet biz bunları beklemiyorduk demişler, birçok aydın yeni topluma ayak uyduramamış ülkesini terk etmiştir.

Bütün bu olanlardan rahatsız olan birkaç aydın hapishaneyi mesken etmişlerdir.

Necip Fazıl daha sonraki dönemlerde oğluna yazdığı şiirde;

Zindan iki hece Mehmed’im lafta,

baba katili ile baban bir safta

Bir de geri adam boynumda yafta

Fouche, Fransız değişim tarihinde dahi hain olarak bilinir. Kilisenin değerlerini at ve eşeklere yükler, sokaklarda dolandırır. Ama bir gün sürgün edildiğinde o muzır telakki ettiği kiliseye sığınır. Elli yıl üç nesli savaş meydanlarında hürriyeti uğruna vermiş bir büyük milletin, imanını yüreğinde fazla gören bu garabetler bir gün keser ve hesabın döneceğini bilememişlerdir. Bunların medeniyet tarihi ve kültür tarihi diye bir baktıkları kitap yoktur, baksalar bu tür sorumsuz ve sistemsiz olmazlar, sistematik düşüncelerin sonunun hüsran olduğunu görürlerdi.

Bediüzzaman’ın ikinci tehlike sinyali

Avrupa medeniyet-i habise kısmından süzülen bir cereyan-ı bid’atkarane  sinesinde yer tutamaz. Demek âlem-i İslam  içinde mühim  ve inkılabvari bir iş görmek, İslamiyetin desatirine inkıyad ile olabilir, başka olamaz. Hem olmamış, olmuş ise de çabuk  ölüp sönmüş.” (M., 100)

Cümlenin sonunda dört fiil var, bu büyük bir medeniyet tarihçisi basiretidir. O dönemde kimsede yoktur, olsa belirtisi olur.

Halide Edip boşuna Amerika’ya gitmemiştir. Yahya Kemal de elçiliklere boşuna gönderilmemiştir.

Olabilir, başka olamaz, hem olmamış, olmuş ise de çabuk ölüp sönmüş.

İnsanlar ne ile yaşar?

Devletler ne ile devamlı olur?

Bunu bilmeyen nerden yeni bir ev inşa etsin?

Olamaz derken bir kesinlik öne sürüyor, olmamış derken insanlık tarihinde olmadığını söylüyor, bütün bir tarihi şahit gösteriyor, olmuşsa da çabuk ölmüş sönmüş diyor. Yapılmış değil, yapılacak olanın akıbetini görmüş son cümleleri ile. Sistemi inşa edecek olanların kafasındakileri gördüğü için.

MİLLETİ, NESLİ VE DİNİ KURTARMAK

Eski Said Osmanlıyı kurtarmak, daha sonra Cumhuriyeti milletin ve dinin mizacına uygun ve sürekli hale getirmek, dini kurtarmak, hepsinden önemli milleti ve nesli kurtarmak  gibi birbiri içinde gayeleri olan bir büyük insandır.

Ama İstanbul siyaseti ona İstanbul’u terk ettirdiği gibi Ankara siyaseti de Ankara’yı ve  batı tarzı siyaseti terk ettirir. Çünkü onun bahadır mizacı, gücü, yalan ve manevra ile tahdit etmek üzerine kurulmuş olan Batı tarzı siyaset ile imtizaç edemedi. Ona kala kala milleti ve nesli, dini kurtarmak görevi kalmıştı. İşte Yeni  Said mücadele takviminin gereğini yapmış, şartların kendisini ittiği, yönelttiği bir görevi inşa ettirmiştir. Bu büyük tarihi ve kişisel misyon kırılmalarından sonra Van, İstanbul, Barla hattından sonra Yeni  Said doğmuştur.

İNSAN-OLAY-NESNE GÖZLEMLERİ

Eski Said’in hayatında kitaplar, insanlar, olaylar vardır. Kitapları tanır, insanları tanır, olayları tanır. Dönem hasta adam dönemidir, Bediüzzaman hasta adamı kurtarmaya bir büyük gayret gösterir, muhtelif coğrafyalar ve değişik olaylar ve çok çeşitli insanlarla karşılaşır ve bir büyük tedavi edici olan yapısı ile hastasının nasıl kurtulacağına dair gözlemlerde bulur, sonra onlar üzerine eserlerini kurar. Risale-i Nur Eski Said’in gözlemleri üzerine inşa edilmiştir; insan gözlemleri, tabiat gözlemleri, olay gözlemleri, nesne gözlemleri. Bediüzzaman olay-insan-gözlem-nesne dörtlüsü üzerine eserlerini kurmuştur. Eserlerinin canlılığı da buradan ileri gelir.

HASTALIKLAR VE TEDAVİ ÇARELERİ

Eski Said hastasını, muhtelif hastalıkları görmüş, onların tedavi çarelerini daha sonra üretmiştir.

Hastalıklar;

ümitsizlik hastalığı,

varlık ve evren, insan ilişlilerinde tatmin edici yeni yorumlar yapamama hastalığı,

Allah’ı bilmeme ve tanıyamama hastalığı,

ahireti düşünememe, anlayamama hastalığı,

Allah ile olan münasebetlerin iyi inşa edememe hastalığı,

dua ile evreni ve nesneleri birleştirip Allah’a takdim edememe hastalığı,

insanlar arası ilişkileri tanzim edememe hastalığı,

tabiatı yorumlayamama hastalığı,

felsefe karşısında mağlup ve suskun durma hastalığı,

dinin toplumdaki yerini belirleyememe hastalığı,

sevgisizlik, iletişimsizlik hastalığı ve daha  birçok hastalık.

Bütün bu hastalıkları taşıyan insanların izlerini onun eserlerinde görmek mümkün. Ortada bir Eski Said var veya yok, ama Bir Said var. Birbirini tamamlayan bir Said. Bediüzzaman geleneksel kitap müellifleri gibi hayatla ilgisini bırakıp bir itikâf odasında eserlerini yazabilirdi. Ama öyle bir eser ne kadar tatmin edici olabilirdi. O eserlerini sürekli ve hareketli mizacının gereği olarak hayat üzerine kurmuş, hayatın eserlerini, hayatının eserlerini yazmış.

BU GÜNLER BENİM BAYRAMIM

Eski Said dönemi onun hayatının çok yönlü gereği olarak yaşanmış ve yaşanması mutlak zorunluluk olan bir hayattır. Yeni Said dönemi üretim için dünyasına kapanan bir adamın gereğidir. O kadar uzun bir Eski Said döneminden sonra dehasının ambarında yığılmış olan bilginin tabiat gözlemleri ile yeryüzüne dünyanın en büyük tefekkür sistemi olarak çıkması zorunludur.

Eski Said dönemi bir psikolojik ve psikanalitik, dini ve felsefi dönemdir. Çok ciddi araştırmalarla arkeolojisi yapılması gereken bir dönemdir. Eski Said döneminin şahitleri yok, Yeni Said döneminin şahitleri son demlerinde ve bayramlarını kutluyorlar, ikinci bayramı. Birinci bayramı Bediüzzaman eserleri telif ettikten ve matbaalarda basıldıktan sonra “Benim bu günler bayramım” der. İkinci bayramı ilk talebeleri ömürlerinin meyvesini görerek kutluyor. Yeni bir nesil doğmalı bayramı bütün dünyanın sanat, edebiyat, fikir ve ilim mahfillerine taşıyan büyük kapasiteli insanlar. Haydi, arkadaşlar, koşalım, satırlar arasında, insanlar arasında ebede kadar, daha çok güzel günlerimiz olacak. Haydi, yeni nesil…

Prof. Dr. Himmet Uç

http://www.risaleakademi.com