Estetik kategorilerilerin kaynağı: Mutlak

Mutlak bir estetik kategoridir, ama insanların anlamakta zorluk çektiği bir kategoridir. İnsan kayıtlı değerleri, sınırlı algı mekanizmaları dolayısıyla, bütün varlığın kendinden doğduğu, bütün hareketleri organize eden, bütün yaratılışın onun sayesinde oluşturulduğu, biçimlerin, renklerin, kokuların, onun sanatkâr kudretiyle vücut bulduğu mutlakı anlamak için büyük zihinsel gayret sarf etmelidir.

Sartre mutlakla karşılaşan ilk insanı bir şekilde anlatır.

Bildiğimiz şu ki insanoğlu doğayla ilk buluştuğu o ilk zamanlarda, ne çirkinlik ve güzellik, ne beğeni, ne sanatsever ne de eleştiri vardı. İlk olarak bir kaya parçasından bir şeyler oyma becerisi kazanan insan, sıfırdan başlamak zorundaydı” (Sartre, Estetik Üzerine Denemeler, 82)

İnsanlar varlığı ve nesneleri görmüş ve onlar üzerinde düşünmüştür. Kendine bakmış, etrafında kendine yardım eden nesnelere bakmış, gökyüzüne bakmış, onu ilgilendiren tabiat olaylarına bakmış, bunların her biri hakkında bir tapınma durumu düşünmüş.

Suyun kendini kuşattığını görünce ona tapmış, ineğin kendine büyük faydasını düşününce ona tapmış, gökyüzüne, yıldızlara onlar kendi üstünde onu aştıklarından dolayı onlara tapmış, aşkın ne görmüşse onun önünde küçülmüş ve ona saygı duymuş, ateşi düşünmüş ona tapmış velhasıl mutlakı düşünmek için yeterli bir aşkın zeka yok.

ÖMRÜNÜ ŞAŞKINCA DOLAŞIP BİTİRENLER

Karanlıklar içinde fenersiz yürümüş. Nesnelerin düzenini düşünmemiş, nesne ve olayların gayelerini düşünmemiş, nesnelerin birbirleriyle birlikte var olduğu gibi mutlakın izlerini düşünmemiş veya düşünememiş ama bir aşkın gücün etrafında dolaşıp şaşkın ömrünü bitirmiş.

Nerdesin?

Geceleyin bir ses böler uykumu,

İçim ürpermeyle dolar -Nerdesin?

Arıyorum yıllar var ki ben onu,

Aşıkıyım beni çağıran bu sesin.

Gün olur sürüyüp beni derbeder,

Bu ses rüzgârlara karışır gider.

Gün olur peşimden yürür beraber,

Ansızın haykırır bana: -Nerdesin?

Bütün sevgileri atıp içimden,

Varlığımı yalnız ona verdim ben,

Elverir ki bir gün bana derinden,

Ta derinden bir gün bana “Gel” desin.

Ahmet Kutsi Tecer

Şairimiz Tecer’in bu şiiri mutlak arayan bir insanın şaşkınlığını ifade eder.

Nihat Sami Banarlı, Tecer ölünce “aradığı Tanrı’sına vardı” der.

Bir arayıştır bu şiir. Mutlak Allah mıdır veya onun lazımı mıdır, ayrı bir konu. Ama birbiri ile bağlılığı kesin olarak var.

Bediüzzaman mutlakla ilgili çok şey söyler.

Hakaik-i mutlaka mukayyet enzar ile ihata edilmez “ derken, mutlakın insanı aşan doğasını anlatır.

Varlığı bir başka şeyin varlığına bağlı olmayıp kendi başına var olan, her şeyi çevreleyen bir ilke mutlak.

Kendi varoluş nedenini kendinde taşıyan, kendi kendine var olan demek mutlak.

Şartlardan biri olan kendi şartlarını kendi oluşturan demek mutlak.

Felsefe tarihinde mutlak konusunda düşünülmüş ve münakaşalar olmuştur. Son dönemde Hegel ve Schelling terimi biçimlendirmişlerdir.

Bediüzzaman mutlakın anlaşılmasını bir dizi zihni ameliyeden sonra mümkün görür, yoksa durduk yerde insan idraki mutlakı anlayamaz. Mutlak kapısı açılması gereken bir mahiyet ise onu açacak olan da insanın benidir. Ama anahtar durumundaki enenin yani benin de mahiyeti kapalıdır, onun da açılması gerekir. Şimdi ene açılınca anahtar oluyor, kâinatın muğlâk nitelikli yapısını açıyor daha sonra mutlak yani Allah’ın vucubiyet alanına giriyor, istidadı nispetinde anlıyor, çözmüyor.

Birbiri içinde üç kapalı kapı birbirlerine bağlı.

Mutlakın mahiyetini anlatır Bediüzzaman,

Mutlak ve muhit bir şeyin hududu ve nihayeti olmadığı için ona bir şekil verilmez ve üstüne bir suret ve taayyün vermek için hükmedilmez, mahiyeti ne olduğu anlaşılmaz.” (30. Söz)

Mutlakı anlamak için iki yol vardır, biri;

Kur’an ve Peygamberin terbiyesi sonucu enenin açıcı bir anahtar olması ile insanın ve kâinatın ve mutlakın anlaşılması sağlanması

diğeri de, mutlakın karşısında onu anlayayım derken terbiyeden yoksun olan enenin mutlaka karşı bir cephe oluşturup olumsuz düşünce ve felsefe silsileleri meydana getirmesidir.

Mutlakı anlamada felsefe silsilesinin mantıklı yol alanları da varsa da Spinoza, Hegel gibi onlar ile Bediüzzaman’ın mutlak konusunu şerhetmesi farklıdır, özellikle farklıdır, onlara girmiyoruz.

Bediüzzaman felsefe ehlinin yolunu da görmüş, onların kabiliyetlerinin yetmediğini, seslerinin kısıldığını söyler, bu ironinin tafsilatına girmemiştir Bediüzzaman biz de girmiyoruz.

Allah, Kadir-i Mutlak, Semi-i Mutlak, Alim-i Mutlak, Hakim-ı Mutlak, Saltanat-ı Mutlak, Rahim-i Mutlak, Kerim-i Mutlak, Mabud-ı Mutlak, Gani-i Mutlak, sıfatları mutlak, Rububiyet-i Mutlak, Uluhiyet-i Mutlak, Cevad-ı Mutlak, Kemal-i Mutlak, istiğna-yı mutlak, Adil-i Mutlak, İrade-i Mutlak, Cud-ı Mutlak, Kamil-i Mutlak, Gına-yı Mutlak, Cemil-i Mutlak, Amir-i Mutlak, Mabud-ı Mutlak, İstiklaliyet-i Mutlak, Sultan-ı Mutlak, Cemal-i Mutlak’dır.

Bütün bunlar varlığa ve kâinata dağılır. Bütün bütün bu mutlak hakikatleri yansıdıkları cüzlerden hareketle bir ilke halinde ortaya koymak mutlakın varlığını anlamaktır yoksa mahiyetini değil.

Sanat ve felsefe bu nesnelere yansıyan ve güzellik addedilen parçaları görmüş ve yorumlamıştır.

Din ise ilkeyi görüp muhayyilede birleştirerek mutlakı hissetmiştir.

Mutlaklar zincirinden yansıyanlar estetik kategorileri oluşturur, mesela hüsün, cemal ve kemal gibi. Beşer o aşağı kısımda kalmıştır, mutlakı anlatan sadece din ve vahyin ışığıdır.

Çok büyük insanlar bile mutlakı anlayamamışlardır. Eğer vahyin ışığı Hira mağarasına yansımasaydı en zeki insanlar bile mutlak konusunda mebhuttu.

Son Güncelleme ( Cumartesi, 03 Kasım 2012 00:15 )

Prof. Dr. Ahmet Nebil Soyer