Ey Müslüman Kardeşim Uzat Elini, Husumet ve Adavetin Vakti Bitti!

uzat.elini1878’de Şarkî Anadolu’nun yüksek dağların eteğinden, Bitlis’in Hizan ilçesinin Nurs köyünden dünyaya ilim, irfan sahasına bir güneş gibi doğan Bediüzzaman Said Nursi, Küçük yaşlarından itibaren ilk eğitimini ağabeyi Molla Abdullah’tan alır. Sekiz yaşında iken Tağ Köyünde tahsiline devam eder, oradan da Doğubayazıt’ta gider, üç ay süren tahsilinden sonra icazetini alır. Anlaşılması zor olan konuları kolaylıkla anlaması ve ezbere alması gibi farklılıkları nedeniyle, zamanın âlimleri ona “ Bediüzzaman” unvanı verir. Yani zamanın harikası, zamanın güzeli, kimseye benzemeyen, zamanın garibi manaları taşımaktadır.

Bediüzzamanın sergüzeşti hayatı daha çocuk iken başlar: Bitlis’te Vali Ömer Paşanın konağında iki yıl, daha sonra Van’da on yıl kalır. Horhor medresesini kurar, o zamandan beri fen ilimleriyle; din ilimlerinin birlikte okutulacağı, “ Medresetüzzehra” adı verdiği üniversite projesinin eğitim esasları ve yönetim şeklini de belirler,

Van’da bir üniversite açılması niyetiyle 1907 yılında İstanbul’a gider, niyeti Ortadoğu’da açılacağı üniversite ile Türk, Arap, Kürt, Ermeni ve diğer unsurların birliğini ve beraberliğini sağlamaktı, Sultan Abdülhamit ile görüşmesi gerçekleşemez.

1910 yılı bahar ayında Van’a döner, birkaç ay sonra, Bitlis, Muş, Diyarbakır ve Urfa yörelerindeki aşiretleri ziyaret eder. Meşrutiyetin faydalarını anlatır. Kış mevsiminde Şam’a gider. Orada âlimlerin ısrarı üzerine Emeviye camiinde İslam dünyasının siyasi, ekonomik ve sosyal sorunları ve çözüm yollarını belirlediği bir hutbe irad eder.

Bediüzzaman,“Avrupalılar terakkide istikbale uçmalarıyla beraber, bizi maddi cihette Kurun-i Vusta’da (orta çağ) durduran ve Tevfik (alıkoymak) eden altı tane hastalığı beyan eder,

1- Ye’sin, ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi,

2- Sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyasiye de ölmesi,

3-Adavete muhabbet,

4-Ehl-i imanı birbirine bağlayan nurani rabıtaları bilmemek,

5-Çeşit çeşit sâri (bulaşıcı) hastalıklar gibi intişar eden istibdat,

6-Menfaat-i şahsiyesine himmeti hasretmek,

Bediüzzaman, Arap saadetinin Fecr-i sadıkı yakınlaştığını, yani saadet güneşinin çıkması yakınlaştığı, “istikbal yalnız ve yalnız İslamiyet’in olacak ve hâkim, hakaik-ı Kur’aniye ve imaniye olacak” müjdesini veriyor,

İslam âleminin birleşmesini ve istikbal de Kur’an’ın hâkim olacağını, his-i kablelvuku ile 1371’de başta Arap devletleri, âlem-i İslam’ın ecnebi esaretinden ve istibdadından kurtulup İslami devletler teşkil edeceklerini haber veriyor.

İslam âlemi içinde bir sulh-i umumiyi ümit eden Bediüzzaman, Araplar ümitsizliği bırakıp, İslamiyet’tin kahraman ordusu olan Türklerle hakiki bir tesanüt ve ittifak ile el ele verip, Kur’an’ın bayrağını dünyanın her tarafında ilan edecekler,

Konuşmasının devamında,“Eğer biz ahlak-ı İslamiyenin ve hakaik-ı imaniyenin kemalatını  ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tabileri elbette cemaatlerle İslamiyet’e girecekler, belki küre-i arzın bazı kıta’ları ve devletleri de İslamiyet’e dehalet edecekler.” demiştir.

Sıdk, İslamiyet’in gerçek ve sağlam temellidir. Yüce duyguların yapısıdır. Onun için üstad sıdkın yani doğruluğu içimizde ihya edip, onunla manevi hastalıklarımızı tedavi etmeliyiz. Yoksa sıdk yerine dalkavukluk, yapmacık ve alçakça bir yalancılık geçer, sıdk ile yalancılık arası da yoktur, birbirlerine muhaliftirler. “Yol ikidir. Ya doğru ya yalan, ya da sükût değildir.” Toplumun güveni ve asayişin altüst olması yalancılık ve maslahatın kötüye kullanmasındandır. Onun için Üstad, “ her söylediğin doğru olmalı, fakat her doğruyu söylemek doğru değildir.” demiştir.

Adavette, karşı muhabbeti öneren Bediüzzaman, “ muhabbete en layık şey muhabbettir. Husumete en layık sıfat husumettir.”  Toplumun hayatının temini, saadet ve muhabbetle olur. “ Husumet ve adavetin vakti bitti” diyor. Çünkü adavetin basit sebepleri, muhabbetin dağ gibi sebeplerine tercih etmek bir divaneliktir. Devamında şöyle diyen Bediüzzaman, muhabbet, kardeşlik ve sevmek İslamiyet’tin mizacıdır. Ehl-i adavet mizacı bozulmuş bir çocuğa benzer, ağlamak ister; bir şey arıyor ki, onunla ağlasın. Sinek kanadı gibi ehemmiyetsiz bir şey, onun ağlamasına bahane olur. Bir kötülük için on iyiliği görmezlikten gelir. Bu insafı ve iyi niyeti tamamen reddeder.

“Hakiki milliyetimizin esası, ruhu ise İslamiyet’tir.”  Bütün ehl-i İslamı bir tek hükmünde gören Bediüzzaman, birbirine manen lüzum olsa maddeten yardım eder, Müslümanlar birbirlerine bağlıdırlar. Nasıl ki bir aşiretin bir ferdi cinayet işlese, düşman olan aşiret onlara düşman olur. O tek cinayet, binler hükmüne geçer, o aşiretin bir ferdi medar-i iftihar bir iyilik yapsa, o aşiretin bütün efradı onunla iftihar eder.

Bediüzzaman, Müslümanları itihad-i ıslama davet ediyor.  Müslümanların birliği gerçek İslam milliyeti ile gayrete gelmeli, yoksa zarardır, diyor.

Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslamiyede ki saadetleri meşveret-i şer’iye yani dine, kurallara uygun olarak yapılan meşverettir. Asya kıta’sının geri kalmasının sebebi de o şura-i hakikiyeyi yapmamasıdır. Bu nedenle Bediüzzaman, “ Asya kıta’sının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı şuradır” demiş.

Nasıl fertler birbirleriyle meşveret ederler, kavim, kabile, milletler ve kıt’alar dahi şura yapmaları lazımdır. İslam’ın ayaklarına konmuş çeşit çeşit baskı, keyfi uygulama zulüm ve tahakküm kayıtlarını, zincirlerini açacak ve dağıtacak, meşveret-i şer’iyedir. Hürriyet-i şer’iye,  Cenab-ı Hakkın Rahman ve Rahim tecellisiyle bir ihsan ve imanın bir esasıdır.

1925 yılında, Vilayat-ı Şarkî’yeden; Garbi Anadolu’ya nefyedilen Bediüzzaman, Van’ın halkı  “aman efendim bizi bırakıp gitme, müsaade buyur sizi göndermeyelim, arzu ederseniz Arabistan’a götürelim, yalvaran silahlı guruplara, ahaliye “ Ben Anadolu’ya gideceğim, onları istiyorum.” diyerek hepsini teskin etmiştir.

Bediüzzaman’ın nefyi, istibdad-ı mutlakın icra-i faaliyetlerinin ilk seneleriydi, gizli dinsiz komiteleri “İslam şeairleri birer birer kaldırarak, İslam ruhunu yok etme, Kur’an’ı toplatıp imha etme ve otuz sene sonra Kur’anı kaldırma planın hesabını yapıyorlardı.

Bin seneden beri Kur’an-ı Hâkimin bayraktarları olan Türk vatandaşını, İslamiyet’ten uzaklaştırarak, Kemalizm rejimine zemin hazırlandığı bir ortamda, Risale-i Nur böyle dehşetli bir zamanda meydana gelmiş, kati burhanlarla akli, mantıki delillerle küfr-i mutlakı tarumar ederek, masonların, komünistlerin, dinsizlerin belini kırmıştır.

Risale-i Nur bu millet-i İslami’ye yi maddi manevi felaket ve helaket tehlikelerden bir sed-i Kur’an’i ve nur-i imanı olarak muhafazaya vesile olmuştur. Kur’an-ı Kerimin hakiki bir tefsiri olan Risale-i nur, okunan yerde sadaka yerine geçer, belayı defeder.

Said Nursi Hazretleri, ülkesi onu sürgüne ve hapse mahkûm ettiği halde asla küsmemiş, hapishanede bile ülke insanlarının geleceği için Kur’an’ın tefsiri olan Risale-i nuru yazarak vatandaşlarının imanına, ilmine ve fikrine hizmet etmekten geri kalmamış,

“Husumet ve adavetin vaktinin bittiğini” söyleyen Bediüzzaman, insanları daima muhabbete, sevgiye hoşgörüye davet etmiştir. Şarkî Anadolu’dan; Garbî Anadolu’ya sürgün edilirken, vatan sathını bir görmüş, “Ben Anadolu’ya gideceğim, onları istiyorum.” demiştir.

Şark ve Garbın arasında ayırım yapmamış, Türk, Kürt, ırk ve mezhep ayrımı yapmamış.

“Hakiki milliyetimizin esası, ruhu ise İslamiyet’tir.” demiş,

Bediüzzaman, Anadolu mescidinde ve âlem-i İslam camiinde konuşuyor. Ehl-i İslam’a Kur’an’dan aldığı dersini tekrar ediyor. Tekrar edilen Kur’an’ın dersini tüm İslam âlemi nasip dar olmayı, hakiki milliyetimizin esası olan İslamiyet’i hal ve ahvalimizde yaşatmayı Yüce Rabbimden niyaz ederim.

22.4.2013

Rüstem Garzanlı / Diyarbekir

Kamu Yöneticisi

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: