Fatih, Bütün Ümmetin Sultan’ı Olsun!

Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fetheder. Fetihten sonra İstanbul’un manevi büyüklerinden birisi olan Ebul Vefa hazretlerini ziyarete gitmek ister. Ebul Vefa’nın evinin önüne gelen Fatih, içeri girmek için kapıların açılmasını bekler. Fakat hiç beklenmeyen bir şey olur. Ebul Vefa’nın evinin kapıları kilitlenir. Fatih ve etrafındakiler hayret içindedirler. Açılması gereken kapı kapanır. Bir şey anlayamazlar. Cihanı titreten koca Fatih, Ebul Vefa’nın kapısında sessizce beklemektedir. Lakin bir anlam da veremez.

Dışarıda Fatih, içeride ise Ebul Vefa düşünceler içindedirler. Fatih gözlerini göğe doğru çevirir. Derin ufuklara bakar. Fatih Sultan’da, Ebul Vefa da ağlamaktadırlar. Fatih’in dudaklarından şu cümleler dökülür.  “Katillere, canilere, hırsızlara kapanmayan bu kapı bize niye kapanır ki! Zağanos Paşa, bizim suçumuz nedir? Biz canilerden daha mı günahkârız. Vefa sultan niçin bizi kabullenmez.”

Fatih bu tavrın sebebini merak etmektedir, diğer yandan da üzülmektedir. Zağanos Paşa bir an hamle yapar.  “İçeri girip bunu öğreneceğim”  der. Lakin Fatih büyük bir edep içinde;  “hayır Zaganos”  der.  “Ebul Vefa hazretleri bizi kabul etmiyorsa elbet bir bildiği vardır. Demek ki huzura kabul edilecek duruma gelmedik henüz”  der ve atının yularını çekip sarayına döner.

Ebul Vefa hazretleri Fatih’i niye kabul etmedi?

Ebul Vefa’nın tavrını merak eden talebeleri üstadın huzuruna girip bunun sebebini öğrenmek isterler. Sultan Fatih’in döndüğünü öğrenen Ebul Vefa gözyaşlarını siler ve sessizce şunları söyler;

“Fatih’in bizim yanımızda özel bir yeri vardır. Bizim ona büyük muhabbetimiz vardır. Onu dergâhımıza kabul etmedik. İki sebepten dolayı dergâhımızın kapısını Fatih’e açmadık:

Birincisi;  Fatih bu dergâha girer ve tasavvufun güzelliğini, manevi halin tadını alırsa korkarım ki tahtına bir daha dönmez. Biz, Fatih’in Fatihliğine muhtacız, dergâhımızda ki talebeliğine değil. Fatih, Fatih olarak kalmalıdır. Eğer o tahttan inerse İslam ümmeti çok şey kaybeder.

İkincisi;  Fatih bizim dergâhımıza gelip-gider, dergâhımızda ki manevi hali görürse korkarım ki her türlü iyiliği ve yardımı bize yapar. Her türlü himmeti bizim dergâhımıza döker. Sadece bu dergâha çalışır. Diğer Müslümanları ihmal eder. Halbuki biz isteriz ki Fatih bütün ümmetin Fatih’i olsun, sadece bu dergâhın değil. İşte onun için biz Fatih’e dergâhımızın kapısını açmadık.”

***

Ara’dan 500 sene (5 asır) geçtikten sonra diğer bir maneviyat büyüğü, yüzyılın müceddidi BEDİÜZZAMAN Said Nursi, 1950 senesinde iktidara gelen Demokrat Partili Başbakan Adnan MENDERES’in kendisini ziyaret talebeni geri çeviriyor, kabul etmiyor. Hem de İSLAM KAHRAMANI olarak tavsif ettiği ve çok sevdiği bir Lideri.

Bediüzzaman Hazretleri Barla’ya sürgün edilip, Risale-i Nurların telifine başladığı tarihten, vefat edene kadar ki dönemde, siyasetten ve siyasetçiden hep uzak durmuştur. Sadece Başbakan Adnan Menderes’i değil, kendisini ziyaret etmek isteyen, Bakan, milletvekili ve Parti üst yöneticilerinin ziyaretlerine de müsaade etmemiştir.

Bu davranışının bazı istisnaları olmuştur. Bir nevi emrivaki tabir edilen, izin almadan bulunduğu beldeye gelip görüşmek için çok ısrarcı davranan, -ki bunların içerisinde 2 veya 3 tanesi CHP milletvekilidir- siyasilerdir. Bediüzzaman’ın bu ısrar karşısında kaidesini bozması da, “DİNİ, SİYASETE ALET ETMEK DEĞİL, SİYASETİ DİNE ALET ETMEK” nev’indendir diyebilirim. Yani, ziyaretine kabul ettiği siyasilere, (bir daha gelmemelerini rica ederek) Kur’an ve İman hakikatlerini ders vermek, Risale-i Nur’ların mahiyetini ve davasını anlatmak, Onların kendileri için değil; Din, vatan, millet menfaatine hareket etmelerini, çalışmalarını teşvik ve tavsiye etmek amacıyladır.

Yoksa Devlet ve siyaset adamlarından, kendisi, talebeleri, hatta NUR cemaatinin menfaati ve yararı için en ufak dünyevi ve maddi bir istek ve talepte bulunmamıştır. Kendisinin talebi olmadığı halde verilmeye çalışılan maddi imkan, makam ve mevki’leri de reddetmiştir. Bütün hayatı ve 130 parçadan oluşan eserleri bu durumun en önemli şahit ve delilidir.

Bediüzzaman’ın bu tavrını;

“Nur Risalelerinin ve Nurcuların siyasetle alakaları yok. Ehl-i dünya Nur Talebelerinden hiç evham etmesinler. Çünkü bizim hizmetimiz dünyevî değil, uhrevîdir. Risale-i Nur, rıza-i İlâhiden başka hiçbir şeye âlet edilmediğinden mümkün olduğu kadar Risale-i Nurun mensubları içtimaî ve siyasî cereyanlara karışmak istemiyorlar. Çünkü iman dersi için gelenlere, tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost düşman, derste fark etmez.”  (Emirdağ lahikası)

sözleriyle özetlemek mümkündür.

Risale-i NUR hizmet mesleğinin en temel esaslarından olan bu istikametli ve isabetli tavır ve tutumu; Bediüzzaman’ın hizmetinde ve Risale-i Nur’un neşir vazifesinde bulunan “Saff-ı evvel” olarak tanımlayabileceğimiz manevi varis, vekil ve erkanların da dahil oldukları, ‘NUR HİZMETİ’ istişare heyetleri tarafından da devam ettirilmektedir.

Zaman zaman kendisine Nur cemaati diyen (dış ve iç istihbarat ve şer odaklarının da tahrik ve organizesiyle) küçük marjinal ve radikal guruplar ile bazı bireyler, SAİD NURSİ’nin belirlediği“euzubillahi mineşşeytani vessiyaseti” istikametli çizginin dışına çıkarak hareket etmişlerse de büyük bir hüsran, hasaret ve helakate düçar olmuş, yok olup gitmişlerdir.

Bediüzzaman; ‘Şeriatta, yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü’l-emirlerimiz düşünsünler.’diyerek. Kendisinin ve Nur cemaatinin vazifesini tanımlamış ve sınırlarını belirlemiştir.

Ayni, Ebul Vefa hazretleri gibi, İslam tarihinde daha önce gelen, ehl-i Beyt, İmam, aktap, asfiya, müceddit v.b evliya ve ulema zatlardan oluşan selef-i salihin silsilesinin yaptığı gibi.

Şimdi ve bundan sonra ki gelecek devirlerde de, NUR Talebelerinin en önemli, öncelikli sorumluluk ve görevi bu fevkalade isabetli ve hakikatdar, “ ŞEYTANDAN ve SİYASETTEN ALLAH’A SIĞINIRIM ” düsturuna aynen uymak ve devam ettirmektir.

“Teşbih’te hata olmaz”  kaidesince; UHUD harbinde, bir anlık zafer sevinciyle Peygamberimizin (S.A.V.) emrini unutup, tepeyi terk eden Okçu sahabeler gibi, NURCULAR’da,  “şartlar ve zaman değişti”  diyerek asli vazifeleri olan İMAN hizmetini kesinlikle terk etmemelidir. Vesselam.

Erdoğan Esenkal – Nurdan Haber

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: