FDO: Fıtratı Değiştirilmiş Organizma

Ta ilkokul yıllarımızdan beri sürekli duyduğumuz bazı sözler ister istemez zihnimizde yer etmiştir. Eğitim denince hemen bu sözler gelir aklımıza.

Hayır, hayır! “Zeki ama çalışmıyor!” değil. O ayrı bir vaka.

Çocuğu kabiliyetine göre eğitmekten bahsediyorum.

Buna göre; çocuğun hangi alanda kabiliyetli olduğu ne kadar erken tespit edilip, kabiliyeti yönünde eğitilmeye başlanırsa, o kadar başarılı olur. Kabiliyeti olan bir iş yaptığından başarılı da olunca, hem işini sever, hem de mutlu olur.

Bu düşünceye bir diyeceğimiz yok. Duyduk itaat ettik. Daha iyisini duyana kadar da ederiz… Fakat konu hakkında söyleyecek bir iki sözümüz var.

Bu sistemde süreç şöyle işler:

Daha okul öncesi dönemde kontroller başlar. El becerilerine bakılır önce. Sanata kabiliyeti varsa daha bu yaşlarda -veli de isterse- ona göre yönlendirilir çocuk.

Okula başlayınca çalışkanlarla tembeller ayrılır.

Ortaokulda artık yavaş yavaş çocuğun sayısala mı yoksa sözele mi kabiliyeti olduğu netleşmeye başlar.

Üniversite sınavının öncesi de köprüden önce son çıkış… Gencimiz neye kabiliyeti varsa, ne olmak istiyorsa o yönde bir okul seçer ve istediği mesleği yaparak hem başarılı hem de mutlu olur.

Kuşkusuz böyle olabilmesi için sistemin kusursuz çalışması lâzımdır. Fakat pembe gözlükleri çıkarınca manzara biraz farklı görünebilir. Meselâ gencin kabiliyetini göz önüne almadan, sadece alabileceği maksimum puanı tahmin edip, o sınırın altından “bi üniversite” bitirtmeye çalışmak ve üniversiteye gönderilmesi maddi manevi israf olan birini, okulu bitirmesi için zorlayıp durmak da hayatın gerçeklerinden.

Bu sistemin, kusursuz işlemesi durumunda faydalı olduğuna şüphe yok.

Çocuk matematiğe kabiliyetliyse matematik, bir şeyleri bozup tamir etmeye meraklıysa mühendislik, çenesi kuvvetliyse avukatlık, spora kabiliyetliyse de spora yönlendirilir bu sistemde.

Fakat çocuğun kabiliyetleri bunlarla mı sınırlıdır?

Kabiliyet dediğimiz şey fıtrat aslında. Yani yaratılıştan gelen özellik…

Peki, bir kızımızın anne olma kabiliyeti ne olacak?

Bir kız çocuğunun fıtratı evde çocuklarını yetiştirmeye mi daha uygundur yoksa şantiyede, kafasında kaskla, dozere nereyi ne kadar kazacağını söylemeye mi?

O, dozere kazacağı yeri gösterirken evdeki çocuğunun neye kabiliyeti olduğunu kim takip etmektedir?

Annelik bu kadar basit bir şey midir ki, mesai saatleri dışında biraz vakit ayırmak yeterli olsun?

Ya ev hanımlığı? Kadın fıtratı ev hanımlığına mı uygun değil, yoksa bu “iş” çok da önemli mi değil?

Peki, fıtratında baba olma kabiliyeti ile doğan erkek çocuklarımız? Aman çocuğum ezilmesin, üzülmesin diye evden dışarı salınmayan, erkek muhabbetlerinden çok kadın günlerine katılan baba adayları?.. Oğlumuzun baba, koca olma kabiliyetini geliştirmesine yardım ediyor muyuz? Yoksa köreltiyor muyuz bu kabiliyeti?

Toplumda cinsiyet karmaşasına biz mi sebep oluyoruz yoksa? Kız gibi erkekler, erkek gibi kızlar bizim suçumuz mu?

Evet, kabiliyet denen şeyin aslında fıtrat olduğunu söyledik. Ve sevgili Peygamberimiz, her birimizin İslâm fıtratı üzere doğduğumuzu bildiriyor.

Ne demek İslâm fıtratı üzere doğmak?

Karakteri, maddi ve manevi yapısı İslâm’ın kurallarına uygun demek…

Yani en başta verilen donanım geliştirilirse, insanın İslâm ile çatışması mümkün değil.

O halde, başta namaz olmak üzere ibadetlerde bu kadar zorlanmamızı neye borçluyuz?

Ya gönül rahatlığı içinde günah işleyebilmemizi?..

Sahi, kim bozdu bizim fıtratımızı?

Muhiddin Yenigün

Bu yazı elden geçirilerek, ZAFER DERGİSİ’nin 2016 Haziran sayısında yayınlanmıştır.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: