FETÖ Bahanesiyle Hadisleri İnkar Ederek Mehdilik Müessesesine Saldıranlara Cevaplar

22. Ekim 2016 tarihinde ‘Beklenen Kurtarıcı İnancı’ sempozyumunda MEHDIYET alenen inkar edilmiş ve 28. Ekim 2016’da Bu inkar DİYANET tarafından cuma hutbesinde de ima ile anlatılmıştırr. Sempozyuma da katılan Diyanet İşleri Başkanımızın bir TV programında söylediği şu inkar edici cümleleri gündeme oturmuş bulunmaktadır:

“14 asırdır bu mehdiyet iddiaları ortada gezip dolaşmaktadır. Ancak bu konuda ne bir ayet ve de bir hadis bulunmamaktadır. Buhari ve İmam Müslim’in Sahih”lerinde yer almamaktadır.”

Kaldı ki, sayıon başkan Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği şu hadisi de görmezden gelmektedir:

“Ebu Hüreyre RA naklediyor: Hz. resulüllah buyurmuş:
İçinize Meryem’in oğlu İsa indiğinde ve imamınız da sizden biri olduğunda nasıl davranacaksınız?” İmam’dan kasıt, aşağıda anlatacağımız manada mehdi değil öidir? Elbette biz Fetö ve Haydar Baş gibileri kasdetmiyoruz.Nitekim El-Cami’us-Sağir şarihi “İmamdan kasıt mehdidir” demiştir. (Tenvir’ür-Rical fi Zuhur’il-Mehdi ved’deccal, Haleb, 1389, sh. 12)

Tabii ki, mehdiyyet yanında daha önce anlattığımız gibi, müceddidlik de inkar edilmektedir ve hatta Diyanet’in ”Tahkik heyetinin” belirlediği ve HIZMET VAKFININ (ENVAR) 2016 senesinden beri tab ettiği Emirdağ Lahikasından ÇIKARTILAN cümle aynen şöyledir:
“Vallah, ezelden bunu ben eyledim ezber Risale-in Nur’dur vallah o SON müceddid-i ekber” Emirdağ-1 – 122

Konu hakkında ilim adamları ve yazarların ne dediklerine dair bazı görüşler için şu sayfada inceleme yapabilirsiniz: http://www.beklenenmehdi.com/05.html

HADİSLERDE YERİ VAR MIDIR?

Evvela, şunu ifade edelim ki, hadislerde yeri vardır. Hem de bu kaynakların başında dört mezhebden birinin imamı olan Ahmed bin Hanbel’in Müsned’i ve Kütüb-i Sitte’den Ebu Davud’un Sünen adlı kitapları da bulunmaktadır. Bazı kaynaklar ve hadisler şöyledir:

“Birgün Avf bin Malik’e Allah Resûlü,

“Çok karanlıklı ve şiddetli bir kısım fitneler gelir. Derken fitneler birbirlerini takip eder. O kadar ki bu Ehl-i Beytimden Mehdî denilen bir zât çıkıncıya kadar devam eder. Sen ona ulaştığında tabi ol ki hidayette olanlardan olasın.” (Süyûtî, el-Havî, 2:67-68) buyurmuşlardı.

Ebû Saidü’l-Hudrî rivayet ediyor:

“Resûlullahtan sonra önemli bir olayın meydana gelmesinden korktuk ve Bunu Resûlullaha sorduk. O da Hz. Mehdî’yi müjdeledi.” (Tirmizî, Kitabü’l-Fİten, 34; İbni Mâce, Kitabü’l-Fİten: 36, Hurûcü Mehdî: 34.)

Şüphesiz bu dönemler mânevî kurtarıcıların dört gözle beklendiği dönemlerdir. Böyle bir anda âhir zamanın beklenen şahsı Hz. Mehdî geleceğine göre ona bîat etmenin, katılmanın önemi tartışılmaz. Resûl-ü Ekrem de (a.s.m.) ümmetini buna teşvik ederek,

“Sizden kim o güne yetişirse karlar üzerinde emekleyerek de olsa ona katılsın.” (İbni Mâce, Kitabü’l-Fiten: 36 (H. 4082, 4084); Müstedrek, 4:465.; İbni Kesir, Kitabü’n-Nihaye, 1:28-29) buyurmuşlardır.

Başka bir hadislerinde de Allah Resûlü, Huzeyfetü’l-Yemanî’nin bir sorusu üzerine hayırdan sonra şer, şerden sonra sulh olacağını bildirmiş, “Bu sulhtan sonra ne olacak?” diye sorduğunda da şöyle buyurmuşlardı:

“Dalâlete dâvet edilecek. İşte sen o gün bir halife gördüğünde ağacın kökünü ısırarak da olsa ölünceye kadar ona koş.” (Ebû Avane, Müsned, 4:476) buyurmuşlardı.

Hadis-i şeriflerde kar üzerinde emekleyerek, ağaç kökünü ısırarak da olsa ona tâbi olmamız öğütlenen halife açıkça görüldüğü gibi Hz. Mehdî’dir.

Bu konu Asr-ı saadette de o kadar önemli bir yer tutmuş olacak ki Ümmü Seleme validemiz, Resûllullaha “Mehdî gelecek mi?” diye sorma ihtiyacını hissetmiş, Allah Resûlü de “Evet, gelmesi haktır.” cevabını vermişlerdi. Hatta başka bir hadis-i şeriflerinde dünyanın yıkılmasına birgün kalsa bile, Cenab-ı Hak o günü uzatıp Hz. Mehdî’yi göndereceğini belirtmektedir ki, bu onun geleceğinin zorunluluğunu ortaya koyar.

Hz. Ali’den bize ulaşan bir başka hadise göre, bir gün o, oğlu Hz. Hasan’a bakmış ve:

“Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem’in isimlendirdiği gibi, mutlaka benim bu oğlum Seyyiddir (Beyefendi, Halim Selim, zarif ve centilmendir.) Yakında onun soyundan, Nebinizin (s.a.v.) adıyla adlandırılan bir adam çıkacak, ahlakında ona (Hz. Peygambere) benzeyecek, ama yaratılışında (beden ve cisim özelliklerinde) ona benzemeyecektir.” (Ebû Davud, Mehdî: 1 (H. 4282); Tirmizî, Fiten: 52 (H. 2231-2232), Tac V, 363) buyurmuştur.

Büyük Alim Taftazani’nin (Mesud b. Ömer) Şehru’l- Makasıd adlı meşhur eserinde; Mehdi ile ilgili konunun başında şöyle der:

“Dünyayı adalet ve iyilikle dolduracak bir imamın (liderin, büyüğün, mehdinin) çıkması konusunda ahadis-i sahiha (sahih hadisler) varid olmuşlar.” (Teftezani, Mesud b. Ömer, Şerhu’l-Makasıd, I-V, Tahkik, ta’lik Abdurrahman Amire, Alemu’l- Kütüb, Beyrut, 1989, V, 312; krş, et-Tac, V, 343, (Kitabu’l- Fiten, bab, 7)

MEHDİ NE DEMEKTİR?

Sözlüklerde hidayette, doğru yolda olan, başkalarının hidayet ve doğru yolda gitmelerine vesile olan mânâsına gelen Mehdî, İslâmî bir terim olarak âhir zamanda geleceği müjdelenen, kendisine Allah tarafından özellikle doğru yol gösterilen, hakka yöneltilen, dinî noktalarda hata ve yanlışlıklardan korunan, insanları, bilhassa Müslümanları irşad eden, doğru yola sevk eden, zulüm ve haksızlıkların kol gezdiği bir dünyada adaleti tesis eden, âhir zamanda geleceği müjdelenen Âl-i Beytten büyük bir zâttır.

Mehdî yazdığı eserlerle, inançsızlık içerisinde bulunanları, îmanı şüphe ve tereddütte olanları kurtaracak, mü’minlerin îmanlarını takviye edecek büyük bir âlimdir.

Lisanü’l-Arap’ta Mehdînin, doğru yola erişmiş, hidayeti bulmuş olan; kendisine Allah tarafından doğru yol gösterilen kimse diye tarifi yapılmaktadır. Bu mânâda doğru yolda giden her Müslüman bir mehdîdir. Hz. Ali’ye hem doğru yolu gösterici anlamında hâdî, hem de mehdî denildiğini biliyoruz.

Dört halife ve onların yolunda gidenler de mehdiyyûn, yani mehdîler olarak anılmışlardır. Nitekim Resûl-ü Ekrem (a.s.m.),

“Sizi sünnetime sımsıkı sarılmaya, raşid ve mehdî halifelerimin yolunda gitmeye teşvik ederim.” ( Tirmizî, İlim: 16; İbni Mâce, Mukaddime: 6; Ebû Davud, Sünnet: 5). buyurarak, onların yolunda gitmeyi tavsiye etmişlerdir.

Hz. İbrahim (a.s.), Hz. Muhammed, Dört Halife, Hz. Hüseyin, Süleyman bin Abdülmelik ve bazı Abbasî halifelerine Mehdî denildiğini de biliyoruz.

Emevî halifesi Ömer bin Abdülaziz’e Mehdî denilmiş, hatta Mehdîyle ilgili bazı hadisleri ona hamledenler de olmuştur. Büyük Mehdînin birçok evsafına sahip Mehdî-i Abbasînin ise, onun siyaset âlemindeki vazifesini yaptığını görüyoruz.

Demek ki “mehdî” kelimesi geniş periyodlu bir kelimedir. Ancak bu kelime başına “el” takısı geldiğinde özel ve belli bir kimseye isim olmuş olur ve hadis-i şeriflerde âhir zamanda geleceği müjdelenen meşhur ve mânevî büyük kurtarıcı için kullanıldığı görülür. (Nuaym bin Hammad, Kitabü’l-Fiten, İstanbul: Âtıf Efendi Kütüphanesi (el yazma) no. 602, v. 53a; Said Nursî, Mektûbât, s. 96; 15. Nursî, Şuâlar, s. 509).

KUR’AN’DA VAR MIDIR?

Yukarıdaki manada düşünürsek, Kur’an-ı Kerim’de mehdi meselesine işaret eden ayet Fatiha suresindedir ve her gün defalarca namaz kılanlar tarafından tekrar edilmektedir; hem tarikatları ve hem de mehdiyyet vazifesini inkar edenlerin yüzlerine tokat gibi vurulmaktadır:

“6-Bizi dosdoğru yola hidâyet eyle!
7-Kendilerine ni‘met verdiğin kimselerin yoluna; gazab edilmiş olanların ve dalâlete düşenlerin (yoluna) değil!(9) (Âmîn!)”

“Âdem (as) zamânından beri, beşeriyette iki cereyân-ı azîm (iki büyük hareket) birbiriyle çarpışarak gelmiş.
Biri, istikāmet yolunu (doğru yolu) ta‘kīb ile ni‘met ve saâdet-i dâreyne (dünya ve âhiret saâdetine) mazhar olan ehl-i nübüvvet ve salâhat ve îmandır (peygamberler, sâlihler ve mü’minlerdir). Bunlar kâinâttaki, kâinâtın hakīkī güzelliğine ve intizam ve kemâline (mükemmelliğine) mutâbık (uygun) olarak istikāmette hareket ettiklerinden, hem kâinât sâhibinin lütuflarına, hem iki cihânın saâdetine mazhar olup, beşeri (insanı) melekler derecelerine, belki fevkine (daha yukarısına) terakkī ettirmeğe (yükseltmeye) vesîle olarak, dünyada îman hakīkatleriyle ma‘nevî bir Cennet, âhirette bir saâdet kazanmışlar ve kazandırmışlar.” (Şuâ‘lar, 15. Şuâ‘, 579).

Fatiha’daki bu ayeti izah eden Nisa Suresindeki ayet ise şöyledir:

“69-O hâlde kim Allah’a ve Resûl’e itâat ederse, işte onlar; Allah’ın kendilerine ni‘met verdiği peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sâlih kimselerle berâberdirler. Hem işte onlar, ne güzel arkadaştırlar!”

Bu ayettte zikredilen “peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sâlih kimseler”e biz mehdi diyoruz. Şimdi ulema-i su’ ayeti de inkar ederler.

Hadis profesörüyüm diye geçineler, lütfen iki büyük ciltlik Mehdi El-Fakih İmani’nin El-İmam Mehdi inde Ehlis-Sünneh adlı kitabının sadece fihristine baksalar yeterdi. Yoksa FETÖ’yü ve Haydar Baş gibi sahte mehdileri fırsat bilerek, Kur’an’ın işaret ettiği ve Hadislerin açıkça beyan ettiği mehdiyyeti inkar etmezlerdi. Bu kaynakları bilmiyorlarsa bazılarının isimlerini ben vereyim:

Abdurrezzak’ın El-Musannef’i; İbn-i Mace, Tirmizi ve Bağavi’nin Masabih’üs-Sünne’si, Ebu Davud’a ait Sünen’ler, Ahmed ibn-i Hanbel’in Müsned’i; Muhyiddin İbn-i Arabi’nin El-Fütuhat’ı; Aliyy’ül-Kari’nin Mirkat’ı; Beyhaki’nin Sünen’leri ve konuyla alakalı özel olarak yazılan onlarca kitabı okusunlar.

DEVAM EDECEK

Prof.Dr.Ahmet Akgündüz

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: