FETÖ/PDY olayından Kemalist ve Lâiklere Ekmek Çıkmaz

FETÖ olayından Hedef Saptıranlara:

FETÖ’den, Kemalistlere ve Ehl-i Sünnet Tasavvuf Düşmanlarına Ekmek Çıkmaz!

Ayhan KÜFLÜOĞLU / ayhank27@gmail.com

Önceki yazımızda, FETO’nun kitap ve konuşmalarındaki İslâm ve Ehl-i Sünnet’e zıt ve aykırı görüşlerin; ayrıca kendindeki kibir ve seçilmiş, üstün kişi olduğu inancını gösteren cümlelerin; ayrıca konjonktür ve menfaatine göre dün dediği, bugün dediğinin zıttı olan ifadelerin ve son olarakta söyledikleriyle – yaptıkları arasındaki tutarsızlık ve çelişkilerin tespit ve tahliline çalışacağız demiş ve şu ikazı yapmıştık: En kötü ve aldatıcı, gizli ve sinsi yalan; içine doğru kırıntıları serpiştirilmiş yalandır! Bir yem işlevi gören o doğrularla insanları avlarlar; “bunlar doğruysa, şu dedikleri de yüksek olasılıkla doğru olabilir ve doğrudur” ihtimâl ve zannına yol açarak; o doğrularla, böylece diğer yalanları da peyderpey yuttururlar! Bedi’üzzaman Said Nursi’nin (R.Â.) dediği gibi; bütün bâtıl cemaât ve mezhep, eğri felsefî ve siyasî doktrinlerin herbirisinde; o ekolün hayatta kalıp, taraftar bulmasını sağlayan bir “dâne-i hakikât” bulunur. Tüm sapkın gruplar o “dâne-i hakikât”in üzerine bina ederler diğer yalan ve yanlış fikir ve davranış ve politikalarını. Yani söylenilen şeyin doğru olması yetmez, bir de o doğru’nun neden / niçin söylendiği; yani batıla alet edilip edilmediği de sorgulanmalı!

Burada konuya girmeden önce; FETÖ/PDY olayından Kemalizm ve Lâiklik’e övgü düzenler ile bu terörist örgütün sapıklıklarını, diğer müstakim cemât ve tarikâtlere de teşmile yeltenen; hatta bazen ölçüyü kaçırıp “tüm dini cemaat ve tarikâtler kötüdür”e vardıran bazı gruplardan bahsetmemiz  gerekiyor.

Bir kere FETÖ/PDY olayından Kemalist ve Lâiklere ekmek çıkmaz! Bilâkis bu tür sapık ve terörist, sinsi ve gizli örgütlenmelerin “menfî” açıdan birinci derece sorumlusu “Kemalist İdeoloji” ve “din düşmanı” tarzında “hard lâik” politika ve uygulamalarıdır!

FETÖ/PDY olayından Kemalizm ve Lâiklik’e övgü düzüp, tarikât – tekkelerin kapatılmasını haklı görenlere sözüm: Zaten bu gibi “underground / yeraltı çeteler”, kamusal alanda müslüman kimliğini yok etmeye ve devlet yönetiminden uzak tutmaya azmetmiş Kemalizm’in sonucu! Tarikat – tekkelerimizi kapattığınız, vakıf – medreselerimizin malvarlıklarını gasbettiğiniz, sisteminize uymayan bazı hoca ve âlimlerimizi astığınız, hapis ve sürgünlerde süründürdüğünüz için; cemaât – tarikât – medreseler yeraltına çekildi! Şeffaflık ve denetimden uzak, karanlık ve kayıtdışı ilişkilerin yeşermesine müsait loş bir alanda faâliyetlerine devam ettiler!

Sizin sorumlusu olduğunuz bu, müslümanı “münafık” gibi saklanma ve riyaya zorlayan bu baskıcı düzende, birçok karanlık cemaât ve örgütün çıkmasına mı şaşırıyorsunuz!? Sizin sorumlusu olduğunuz bu düzen ve baskılarını gösterip, kendilerine mazeret üreten; “zamanın icabı – zaruret – maslahat” diyerek haram – helâl arasını yaklaştırıp, bulanıklaştıran bu tip sapık cemaât ve grupların birince derece sorumlusu sizsiniz! Sizin kurduğunuz bu düzen sayesinde “zaruret / mecburiyet / tedbir / ehvenüşşer” diyerek “takiyye” ve “olmadığı gibi görünmek” pik yaptı! “Filleri ürkütmeme, yumurtaları kırmama, civcivleri muhafaza” diyerek her türlü su-i istimâl ve yalan, hile ve takiyyenin dibi bulundu!…

Sizi tebrik ediyoruz, çünkü geçmişte savaşlarda yenilip, kaybetseydik ve ülkemiz işgal edilseydi, düşmanın yapamayacağını siz yaptınız! Vallahi “gâvur” bile kendi İslâm alfabemizi bir gecede “latin alfabesi”ne çeviremezdi! Ne tarikat – tekke, medreselerimizi kapatabilir; ne halifeliği kaldırıp, mevcut halifeyi yurtdışına sürebilirdi! Ne de çıkardığı bir kanunla sarığımızı yasaklayıp, kendi şapkasını başımıza zorla geçirebilirdi! Sizin o övmekten yere göğe sığdıramadığınız adamınızın yaptığının onda birini gâvur yapsaydı, ülkede “infiâl” çıkardı!…

Milyon kilometre kare ülke toprağından % 90’ını kaybetmişiz sonra da “zafer kazandık, düşmanı yendik, ülkeden düşmanı kovduk” diye sahte zafer narâları atıyorsunuz! Neymiş efendim “ama Anadolu’yu da alacaklardı, İstanbul’u da alacaklardı kurtardık”mışmış!…

Ülkeyi o kurtardı, o olmasa zavallı millet kurtulamazdı” diye milleti aşağılayarak, yücelttiğiniz o kişi; elde ettiği malvarlığını nasıl, hangi maaşla, hem de savaş şartlarında kazanmış, hiç sormak aklınıza geldi mi acaba!? Neymiş “efendim tüm malvarlığını halka bağışlamış”mış! Kimin malını kime bağışlıyor!?

Hiç sordunuz mu: Hilâfet’in kurtuluşu amacıyla Hindistan Halkından gelen yardım paralarını nasıl gasbedip, kendi mülkiyetine almış; o paralarla kurduğu İş Bankası’nı nasıl kendi partisi ve arkadaşlarına peşkeş çekmiş!?…

Sizin sayenizde; dışarıda kâfirin veremediği zararı, içimizdeki münafıklar verdi ve halâ da veriyor! Meclis kayıtlarına da girmiş, internette videosu da olan o adamınızın: “Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz…” demesi, müslüman olduğunu mu gösteriyor, kitapsız kâfir olduğunu mu!?

Gelelim FETO üzerinden, başta Said Nursi Hazretleri’nin yolunu takip eden has talebelerini zan altında bırakıp; oradan da diğer tarikat ve cemaâtleri kötüleyip; aba altından sopa gösterenlere!

Bunlardan Yeni Şafak’taki Ömer LEKESİZ isimli Yazar “FETÖcüler buharlaşmadan yapılması gereken” isimli yazısında; FETO’yu kastederek, “İlk merdiveni neden Said Nursi’dir? Onun eserlerinde kendi yolunu inşa etmek için hangi malzemeleri bulmuştur? Diğer bir soruşla Said Nursi’nin düşünceleri gerçekten istismara çok mu açıktır? Esas aldığımız bağlamda, Said Nursi’nin hakkını gözeterek, fincancı katırlarını da ürkütmeksizin bu soruların cevabını arayabilmeliyiz. Kör bağlılığı üreten nedenlerin temeline inmezsek, FETÖ takiyyecilerinden kurtulma gayretiyle sadece boşa kürek çekmiş oluruz” diyerek; FETO üzerinden Said Nursi Hazretlerini de lekelemeye ve FETO’ya duyulan nefreti Bedi’üzzaman Hazretlerine de kanalize etmeye çalışmış! Ayrıca FETÖ’cülerdeki “kör bağlılığın” nedeninin Said Nursi Hazretleri olabileceği ve olduğu zan ve algısı üretmeye çalışmış! Güya Bediüzzaman Hazretlerini töhmet altında bırakarak, buradan talebelerini savunma pozisyonu almaya zorlayacak!

LEKESİZ’in bu alelacele vardığı sonuç ve yaptığı tespitlerden, kendisinin Said Nursi Hazretlerinin eserlerini hiç okumadığını, ikinci elden okumalar ve kulaktan duyma fikirlerle bu sonuca vardığını anlıyoruz. FETO’nun müntesiplerini motive edip, kendine bağlarken kullandığı kitap ve vaâzlarından da habersiz olduğunu anlıyoruz. Yani LEKESİZ’in bu yazısı “içeriksel”, yani “bilgi” olarak yanlışlarla malûl! Üstelik “biçimsel”; yani sonuca giderken kullandığı “yöntem” ve “mantık” açısından da eksik ve yanlışlarla malûl!

İçeriksel / Bilgi olarak yanlışları: Yazar alelacele vardığı bu sonuçları basın yoluyla yaymadan önce, hiç değilse birkaç saatini ayırıp, FETO’nun kitap – vaazlarını incelemiş olsaydı; burada FETO’nun Risaleler’den önce, referans olarak Kur’ân ve Siyer ve Hadis’ten örnekler getirerek mensuplarını sevk ve kontrol ve idare ettiğini görecekti. FETO’nun kitap – vaazlarında Risaleler ve Üstad’a yapılan atıf ve referansların oran olarak % 5’i bile bulmadığını görecekti! Yani FETO’nun kirli amaçları için su-i istimal etmeye çalıştıklarının listesini yapmak gerekirse; “Kur’an – Hadis – Siyer”den sonra Üstad belki 3 – 4. sırada gelir.

LEKESİZ’in yazısında kullandığı Yöntem ve Mantık olarak yanlışları: Kaldı ki Lekesiz’in “İlk merdiveni neden Said Nursi’dir? Onun eserlerinde kendi yolunu inşa etmek için hangi malzemeleri bulmuştur? Diğer bir soruşla Said Nursi’nin düşünceleri gerçekten istismara çok mu açıktır?” şeklinde Bedi’üzzaman Hazretleri’ni, FETO  ve FETÖ’nün neden ve baş sorumlusuymuş gibi göstermekteki mantık ve düşünce biçimi de yanlış! Yazısının içeriğinden bağımsız olarak; kurduğu mantıksal düşünce biçimi, neden – sonuç ilişkisi mantıksız ve bâtıl!

Çünkü Peygamber Efendimiz’in (S.Â.V.) vefatından itibaren, çıkan tüm itikadî ve siyasî fırka ve gruplar incelendiğinde görülecektir ki: Hak – batıl hepsi de refarans olarak en başta Kur’ân ve Hadis ve Siyer’den örnekler getirmişlerdir!

Yani Lekesiz’in kullandığı bu mantığı doğru kabul edersek; yani bu yanlış düşünce biçimine göre sapık FETO / FETÖ üzerinden, diğer müstakim cemaât ve fırkaları da töhmet altında bırakmak eğer doğru olsaydı; bu mantığa göre günümüzde FETÖ/PDY olmak üzere, tarihte diğer Haricî, Mu’tezilî, Şiî, Vehhabî, Kadiyanî tüm batıl ve sapık cemaât / mezhep / fırkaların dayandığı ilk merdiven ve referans ve kullandıkları delil – ispat – örneklere bakarak; hedef saptırmamız gerekirdi! Yani “ilk basamak, ilk merdiven, ilk neden” yanlış tespitiyle, Kitap ve Hadis için de aynı soruları sormak zorunda kalacaktık!

Elhasıl tüm sapık mezhep – fırkaların çıkışı nedenini arama ameliyemizde, bunların istismar edip, yanlış yorumladıkları kaynaklara bakarak; bu kaynakları sorumlu tutmak bizi doğru yere götürmez! Bu yanlış yöntemle yola çıkarsak, su-i zanlarımızın Kitap – Hadis – Siyer’e sirayet etmesi kaçınılmaz olur! Elhasıl bu yanlış yöntemle, töhmet ve zan altında kalmayan hiçbir şey kalmaz!

Lekesiz’in Mantık ve Yöntem olarak 3. Yanlışı: Kaldı ki “dil” ve “mantık”ta yoruma kapalı, te’vil ve yorumu mümkün olmayan; dolayısıyle yanlış kullanım ve istimara açık olmayan bir cümle ve ifade biçimi olmadığını; dilin mantığı veya mantığın dili ve yapıları gereği bunun mümkün olmadığını LEKESİZ bilmiyor mu!?

“Dilsel ve Yazılı olarak ifade edilmiş” Kur’ân ve Hadis ve Siyer’de te’vil ve yoruma; buradan, dolayısıyle istismara açık olmayan bir cümle olabilir mi!? Zaten hak veya batıl tüm mezhep ve meşrep, meslek ve gruplar, bu te’vil – tefsir – ta’bir – yorum veya su-i te’vil ve istimâl ve istismarların sonucu olarak doğmadı  mı!?

Kur’ân’da müteşabih olmayan, muhkem âyetleri bile “bu ayetler muhkem değil, müteşabih ve mecaz” veya “sadece o devirde geçerli, yani tarihsel olup; günümüzde uygulanması gerekmiyor” veya “o ayette geçen şu kelimenin anlamı o değil, bu” veya “ayetten maksad o değil, bu” veya “bu ayetten maksad suçu önlemektir, bunun yöntem ve cezası zaman ve yere değişir” gibi yalan – yanlış te’vil ve yorumlarla “Sünnet ve Hadisler”i bile reddeden; Ehl-i Sünnet’in 1450 senelik birikimini “uydurulmuş din”(!) diye bir çırpıda silen günümüzün sahte din adamları nasıl çıktı zannediyorsunuz!?

Yanlış yorum ve istismara örnek olarak: “Teşbihte hata olmaz” cümlesinin ifade ettiği, “teşbih ve benzetmeyi doğru ve nezih örnekler üzerinden yapın” ikazı bile; tam tersi olarak nasıl “teşbih ve benzetmeyi nasıl ve hangi örnek üzerinden yaparsan yap, hatalı olmaz, meramını doğru anlatsın yeter”e evrilip, yorumlanabiliyor!?

FETO’nun çamur ve pisliklerini Risale-i Nur’a sıçratmaya teşebbüs eden; böyle bir ihtimâl ve algıya yolaçan Lekesiz bilmiyor mu ki tarih ve günümüzde su-i istimâl edilmemiş veya yanlış anlaşılmamış veya batıla alet edilmemiş hiçbir kurum, kitap, peygamber yoktur! Hak dinler nasıl bozuldu sanıyor, başlangıçtaki gövde olan Ehl-i Sünnet ve’l Cemaât’ten diğer fırkalar nasıl çıktı sanıyor!?

Elhasıl problem FETO’da! Problem FETO’nun (bütünsel okumaktan uzak, seçmeci ve eklektik bir tavırla) Âyet ve Hadis ve Siyer ve Risaleler’den amacına uygun olanları seçmesi ve yorumlamasında yatıyor! Başrolünde olup, içinde bizzat yaşadığı realite ve gerçekleri bile, sempatizan ve üyelerine eğip – büküp, çarpıtarak yansıtan bu şahsın; Âyet – Hadis – Siyerin anlamını bükmeye çalışmaması mümkün mü!? İçlerinden amaçlarına uygun olanları seçip, diğerlerini görmezden gelmesi veya eğmesi gayet olağan değil mi!?

Elhasıl “amaç, niyet, nazar” yanlış olunca; kişinin okuduğu Kur’ân bile olsa, bu ancak o kişinin dalâletini arttırır! Okuduğu, fayda yerine, zarar verir! Güneş herşeyi ısı – ışığıyla aydınlatıp, okşarken; yerdeki eşyanın su-i istimâliyle aldığı kötü renk – tat ve kokudan Güneş sorumlu tutulamaz; kötü netice Güneş’ten değil, eşyanın kendisindendir!

Şimdi LEKESİZ’in soyut ve mücerred ve havada kalan iddiasını Üstad Hazretlerinin yaşayış ve kitaplarından göstereceği bir örnekle somutlaştırmasını istemek hakkımız! Mes’elâ Üstad 6 bin küsur sayfalık eserlerinin neresinde veya hayatındaki hangi davranış, söylem ve eylemlerinde; acaba nerede kendisinin “üstün – seçilmiş, tartışılmaz, mehdi, kurtarıcı” olduğunu söylemiş ve talebelerinden bu konuda ve diğer konularda mutlak itaât ve şartsız itimat talep etmiştir!? Halbuki Risaleler’de aksi yönde bir sürü örnek bulunurken! Hangi davranışıyla, siyasî veya başka maddî – manevî nüfuz ve rant arayışına girmiştir!?

Selâm verenden bile maddî – manevî bağış, yardım, himmet toplamaya çalışan FETO nerede; almak zorunda kalırsa, bedelini ödemeden bir çorbayı bile içmeyen Üstad nerede!?

Bir de FETO’yu halâ Mehdi, İsa, Hızır görenlere sözüm: Faraza FETO Mehdi, hatta peygamber bile olsa; Allah’ın kitabında haram dediğini helâl; helâl dediğini haram yapamaz; haram ve günah birşey emir ve tavsiye edemez; dinin herhangi bir hükmünü tarihsel ve konjonktürel ve geçersiz kılamaz! Peygamber’in bile haramı helâl, helâli haram yetkisi olmadığını bilen FETÖcüler, halâ FETO’nun emir ve işlerinde bir hikmet ve sevap arıyorlarsa; bunlara “saf ve cahil” demek, saflık ve cehalete hakarettir!

Burada FETO’nun kendisi ve örgütünün “seçilmiş, özel insan”(!) olduğunu imâ ve ihsas eden ve kendisine sorgusuz suâlsiz mutlak itaât isteyen; kitaplarından 2 – 3 alıntı ve “Peygamber Vekili”(!) olduğunu sarih olarak ifade eden 1 video görüntüsünü eklemek gerekiyor:

FETO: “İstesek biz de cinlerle meşgul olabilir ve onları bazılarının üzerine salar, hatta akılları ile de oynayabiliriz. Ama hiçbir peygamber bu yolda yürümemiş, tebliğ irşadına bunları bulaştırmamıştır. Süleyman (AS)’ın durumu —belki hususiyetlerden dolayı eğer böyle bir istihdam sözkonusu ise— istisna teşkil eder…” (Kaynak: Fasıldan Fasıla 2, Sayfa 99 – Basım: İzmir / 1995)

FETO: “Size bir sırrımı söyleyeceğim… Meselâ, ben bir takım tutsam, kaybeder. Birisine dünyasını kazansın diye dua etsem zannediyorum kazanamaz. Evet, tecrübât-ı kesiremle sabittir ki, hayatım boyunca bu hep böyle olmuştur. Neden mi? Tam bilemeyeceğim ama, Rabbimin beni zaaflarımla başbaşa bırakmadığı da bir gerçek.” (Kaynak: Fasıldan Fasıla 2, Sayfa 344 – Basım: İzmir / 1995)

FETO: “Kayyimlik çok mühim bir vazifedir. Cehennem melekleri, yani zebânîler de kayyimdir. Bu vazifelerinden dolayı onlara hakaret edenin küfründen korkulur… Bizim kayyimliğimiz, insanları ellerinden tutup, cennete doğru götürmektir. Bu yönüyle de tezyif ve tahkire değil, takdir ve tebcile lâyıktır.” (Kaynak: Fasıldan Fasıla 1, Sayfa 331 – Basım: İzmir / 1995)

FETO’nun “hizmet ve da’vaya sadakât ve sebat” gibi güzel haslet ve kavramları, “kendisine mutlak itaât”e evriltip, büken sözleri: “… Zira büyük işler, ancak sadık kimselerle gerçekleştirilir… Bu da ‘neden, niçin?’ demeden gösterilen hedefe yürümeyi gerektirir. ‘Neden?’ diye sormak sadakat ruhunu zedeler. Bu çerçevede sadık iseniz: 1) Arzunuz ve görüşünüz sorulursa, anlatırsınız. Yoksa teslim olursunuz. 2) Hedefe yürürken, cenneti gösterip de ‘İşte cennet, girin’ deseler, ‘Hayır, görüşmem lâzım’ demelisiniz. 3) ‘Şu noktaya gelirsen cehennemden kurtulacaksın’ dediklerinde de ‘cehennemden kurtulmak büyük bir şeydir ama, yine görüşmem lazım’ karşılığını vermelisiniz!” (Kaynak: Fasıldan Fasıla 1, Sayfa 180 – Basım: İzmir / 1995) (Burada cümlelerde geçen “görüşmem lâzım” kelimesi, aslında “FETO’ya sormam ve danışmam ve izin almam lâzım” anlamına geldiği unutulmamalı!)

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: