Gencecik Delikanlı “Namaz” Diye Diye Vefat Etti..

Önce “vefat etmiş” bilgisi eşliğinde gözyaşları ile  izledim videoyu. Bir ambulansın içinde boyunda boyunluk ile hareketsiz yatıyordu.

Gencecik…

Hani şu herkesin dünyaya perestiş ettiği yaşlarda..

Hani kuvvelerin, insanın damarlarında dolu dizgin aktığı yaşlarda..

Hani ölümün  sisler arasında bir efsane gibi algılanıp  çoook ama çok uzaklarda sanıldığı yaşlarda…

Öylesine genç…

Yanında tatlı şivesi ve titreyen sesiyle onu sakinleştirmeye çalışan, salavat getirmesini telkin eden ama yatandan daha telaşlı bir başka genç.

Yatan sakin. Telâşsız bir sesle mütemadiyen soruyor:

“Siz kimsiniz?”

“Namazı nasıl kılacağız abi?”

“Nerdeyiz?”

“Namaz vakti geçmiyor değil mi?”

“Annemgilin haberi var mı?”

“Namazları nasıl kılacağız?”

“Adınız neydi?”

“Namazı nasıl kılacağım şimdi?”

“Silvan nereye bağlıydı?”

“Çok şükür… Allah razı olsun.”

“Namaz…”

Kazanın şoku, belki bir beyin travması. Sorular tekrarlanıyor ama namaz hep merkezde. Bir namaz kaçırma endişesidir gidiyor…

Refakatçi genç sorularına cevap verirken bir yandan da onun yorulacağı endişesiyle daha fazla sormasına mani olmaya çalışıyor. Onu, namaz vaktinin geçmediği ve salavat getirmesinin daha iyi olacağı konusunda ikna etmeye çalışıyor.

İkna oluyor:

“Namaz vakti geçiyor mu? Son soru..”

Son sorusu, birinci endişesi namaz olmak!…

Bir ambulansın içinde, hareketsiz yatarken, belirsizliklere doğru yol alırken, kafası karışmış bir halde, hem o kadar genç… ve aklı fikri namazda olmak…

Allahımmm…

Vay bizim gafletimize!..

Vay bizim isteksiz, suhre gibi veya usançla, yarım yamalak kılınan namazlarımıza!

Vay bizim dünyayı ebedî, kendimizi de lâyemut  zannetmelerimize!

Vay bizim gafletle geçen gençliğimize!

Kardeşim! Sen hayatının dersini verdin. Hayatının başka hiçbir semeresi olmasa idi de şu verdiğin tek ders ile huzur-u İlâhiye huzur-u kalp ile çıkar ve necat bulurdun inşallah.

Dünyadan ayrılmadan o çok sevdiği ümmetine son son namazı hatırlatan, “Aman namaza dikkat edin” diye diye teslim-i ruh eden  Sevgili Peygamberin şefaatine ererdin.

O namazı ikame etme endişen senin elini tutardı da mahşer’de senet ve berat, Sırat Köprüsü’nde nur ve burak olurdu.

Ve biz mü’minler de sana şahitlik ederdik, ederiz.

Son haberler ölmediğin yönünde çok şükür ki…

Rabbim sana belli ki kalbinin gıdası, ruhunun âb-ı hayatı ve lâtife-i Rabbaniyenin hava-yı nesimi olan namazı doya doya kılabileceğin, sonunda da bir Mabud-u Bâki’nin, bir Mahbub-u Sermedî’nin çeşme-i rahmetine namaz ile teveccüh edeceğin uzuuun bir ömür nasip etsin.

Gerçi böyle bir hayat kısa da olsa uzundur; değil mi ki Bâki-i Sermediyeye müteveccihtir…

Şeyma Gür

******************

Olayın Haberi:

Risale-i Nur talebesi olmak işte böyle birşey!

Sedyede sürekli “namaz” diye sayıklayan kardeş, benim 12 yaşındaki oğlumun dershaneden abisi olan Önder Sert kardeş; cemaatteki adi ise Bekir. Bu kardeşimiz, buradan birkaç kardeşle birlikte Abdülkadir Badıllı ağabeyin cenazesine gitmişti. Cenazeden sonra, “Abdullah Yeğin ağabey ile birkaç gün daha beraber olalım, buradaki medreselerde derslere katılalım” düşüncesiyle, 16 yaşındaki Fatih Kazdağlı kardeşle beraber orada kalmışlar.

Son gün, akşam üzeri Hilvan’daki dersten çıkıp Siverek’e bir başka derse giderken, yolda önlerine köpek çıkmış. Arabayı kullanan vakıf ağabey direksiyonu tarlaya çevirmek zorunda kalınca takla atmışlar. Fatih kardeş bu sırada başını taşa çarparak vefat etmiş, Bekir kardeş de yaralanmış. Diğerlerinde ise hafif yaralar varmış. Hadisenin asıl ibretli kısmı bundan sonra başlıyor:

Fatih kardeşin anne ve babası da o sabah umreden dönmüşler. Kardeşler de akşam uçağıyla Ankara’ya dönmeyi planlıyorlarmış; böylece Ankara’daki dershanelerine dönecekler, bu arada Fatih kardeş de ailesine kavuşacakmış. Fakat takdir başka türlü cereyan etmiş ve Fatih kardeşin bahtına bir şehitlik düşmüş.

Fatih kardeşin anne ve babası da Risale-i Nur talebesi; Risale-i Nur’un iman dersleri de işte böyle zamanlarda tesirini gösteriyor. Kaza sırasında arabanın şoförlüğünü yapan vakıf ağabeyin çok üzüldüğünü duyar duymaz, Fatih’in babası ona telefon etmiş ve “Üzülme kardeş,” demiş. “Senin bunda bir kabahatin yok. Allah’ın takdiri; O emaneten vermişti, yine O aldı.

Hattâ, Abdullah Yeğin ve Said Özdemir ağabeyler arayıp “Oğlunuz şehit oldu, Üstada arkadaş oldu” diyerek taziyede bulununca, “Elhamdülillâh, Üstadın vekili beni arayıp bunları söylüyor; Cumhurbaşkanı arasa bu kadar sevinmem” demiş ve şöyle devam etmiş:

Ama ucb da yok, yeis de. Allah bize de hüsn-ü hâtime versin. Rabbimize iyi bir kul olma gayretine devam edeceğiz.”

Ayrıca, aralarında benim oğlumun da olduğu diğer kardeşlere hitaben de “Artık Fatih’in hizmetini de siz yapacaksınız. Hizmet size emanet, siz de benim evlâtlarımsınız” demiş.

Bilge Aksen

yazarumitsimsek.com

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: