Gıybetin Caiz Olduğu Durumlar Var Mıdır?

Gıybet, bir kimsenin arkasından onun hoşuna gitmeyecek şekilde konuşmak demektir. Eğer onun hakkında konuştuklarınızı duyduğu zaman kalbi mahzun oluyorsa gıybet yapmışsınız demektir. Eğer anlatılanlar o kişide yoksa o zaman gıybet sınırlarını aşar ve iftira olur ki bu daha tehlikelidir.

Bir defasında Peygamber Efendimiz (a.s.m):

–    Gıybet nedir bilir misiniz, diye sormuş. Yanında bulunanlar:
–    Allah ve Resulü daha iyi bilirler, deyince Peygamber Efendimiz ( a.s.m. ):
–    Gıybet, kardeşini onun hoşlanmadığı bir sıfat ile vasıflandırmaktır, buyurmuştur.
–    Ya kardeşimde söylediğim sıfat bulunuyorsa, diye sorulduğunda:
–    Söylediğin sıfat eğer kardeşinde bulunuyorsa gıybet etmiş olursun. Eğer bulunmuyorsa o zaman iftira etmiş olursun, buyurmuşlardır.

Ey iman edenler! Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı büyük günahtır. Birbirinizin gizli hallerini ve kusurlarını araştırmayın, casusluk yapmayın; birbirinizi gıybet de etmeyin. Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bundan tiksinirsiniz. Öyleyse Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah tevbeleri kabul edici ve çok merhamet edicidir.

Ölü kardeşinin etini yemek gibi iğrendirici bir olaydır gıybet. Etini dişleyip koparmak ve yemek gibidir. Olayın perde arkasını görebilsek, gıybet ettiğimiz anda ağzımızdan kanların damlamaya başladığını müşahede ederdik. Ne kadar tiksindirici bir iş yaptığımıza tanıklık edebilirdik.

İbni Hibban’da geçen Amr ibnü’l-As’dan (r.a.) nakledilen şu hadis-i şerifte, Resululllah (a.s.m.) ölü bir katırın yanından geçerken ashabına şöyle buyurmuştur:

Kişinin karnını doyuruncaya kadar şu leşten yemesi, elbette Müslüman bir kişinin etini yemesinden ( dedikodusunu yapmasından ) daha hayırlıdır.

Gıybetten kurtuluş yolları nelerdir?

Ciddi ve hayati bir kaza geçireni hemen acil servisine kaldırırlar. Normal prosedür burada uygulanmaz. Çünkü hemen müdahale edilmezse geç kalınmış olunabilir.

İşte gıybet de manevi hayatımızı ciddi anlamda tehdit eden ve hemen müdahale edilmesi gereken bir hastalıktır. Manevi hayatımızı yakıp yıkan, bütün manevi birikimlerimizi sıfırlayan bir illettir. Ahirette çok sevaplar beklerken elimizin boş, yüzümüzün kara çıkmasına zemin hazırlayan büyük bir beladır.

Tırmizi’de geçen, Ebu Hureyre’nin (r.a.) rivayet ettiği bir hadiste Resulullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

–    Müflis kimdir bilir misiniz, diye sordu. Sahabiler:
–    Bizce müflis, parası ve malı olmayandır Ya Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdu:
–   Kıyamet günü kişi; namaz, oruç zekatla huzura gelir. Fakat birisine zina isnat etmiş, ötekinin malını yemiş, berikinin kanını akıtmış, falanı dövmüştür… Sonra hesaba başlanacak ve kısas olarak herkes onun sevaplarından alacaklardır. Şayet, hakkına girdiği kişilerin karşılığı tam ödeyemeden sevapları tükenirse bu defa, haklı kişinin günahları boynuna yüklenecek ve sonra da ateşe atılacaktır! İşte benim ümmetimin müflisi budur.

Allah muhafaza! Şayet böyle bir durumla karşılaşsak kim bize yardım edebilir? Neyimize güvenebiliriz? Kimin kapısına gidip de yardım isteyebiliriz? Her şeye kadir olan Allah ‘Atın bu müflisi cehenneme!’ dedikten sonra kimin bunu engellemeye gücü yeter?

Bir an olsun kendimizi bu sahnenin ortasında hayal edelim ve cehenneme sürüklendiğimizi düşünelim. Aman Allah’ım, ne dehşet verici bir durum!

Hoşlanmadığımız kişinin gıybetini yaparak ona zarar verdiğimizi sanıyoruz. Oysa bilakis o kişiye iyilik etmiş oluyoruz. Çünkü yukarıdaki hadisten anlıyoruz ki, kişinin sevabı cennete girmeye yeterli gelmediği zaman, onu gıybet eden kişilerin sevapları onun sevaplarına ekleniyor.

İmam-ı Gazali, Kimya-yı Saadet kitabında Hasan-ı Basri’nin (k.s.) bir uygulamasını şöyle nakleder:

Kendisini gıybet eden bir kişiye bir tabak taze hurma gönderir. Üzerine bir not koyar:

‘Duydum ki sen ibadetini bana hediye göndermişsin. Ben de buna bir karşılık vermek istedim. Ama tam karşılığını veremedim, kusura bakma.’

Gıybetin caiz olduğu durumlar var mıdır?

Bediüzzaman, bazı şartlarda, kişinin olmadığı ortamlarda onun hakkında konuşulabilir der ve dört durumdan bahseder. Bu özel durumlar dışında kişinin arkasından konuşmak gıybettir.

Birincisi: Haksızlığa uğrayan bir kişi, hakkını savunmak için bu konuda yetkili kişilere her şeyi açıklayabilir. Karşı tarafın yaptığı bütün haksızlıkları anlatabilir.

İkincisi: Eğer bir insan ticaret yapacağı birisi hakkında istişare ederse, istişare ettiği kişi sırf hayır için ve kötü niyet karıştırmadan o kişi hakkında bildiği kusurları söyleyebilir. Ve eğer bir işe girerlerse zarar göreceğini biliyorsa, ‘ Onunla çalışırsan zarar görürsün ’ diyerek zararın önüne geçebilir.

Üçüncüsü: Eğer birisi bir lakapla meşhur olmuş ve onu söylemeden tanınmıyor ve karıştırılıyorsa, söylemenin sakıncası yoktur. Buradaki maksat tarif etmektir, hakaret etmek değildir. Mesela ‘ O topal adam filan yere gitti ’ gibi.

Dördüncüsü: Fasık-ı mütecahirin, yani günahı insanların gözü önünde ve sıkılmadan yapan kimsenin gıybeti caizdir. Fasık-ı mütecahir, işlediği günahlarla iftihar eder, yaptığı zulümden lezzet alır, sıkılmayarak açık bir şekilde günah işler. Başkasının zarar görmesini engellemek için fasık-ı mütecahirin yaptıklarının anlatılması caizdir.

Burada dikkatli olmak gerekir. Fasık-ı mütecahir kriterlerine uyanların arkasından konuşulabilir. Her günah işleyeni bu şekilde değerlendirmek yanlış olur. İşlediği günahlardan pişmanlık duyanların arkasından konuşmak gıybet olur.

İhsan Kasım Salihi / Allah’a Kul Olmak kitabından alıntıdır…

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: