“Gönül Orucu” da neymiş?

Hocam, Ramazan yaklaşıyor, gönüllerde Ramazan nasıl olmalıdır?

– Efendim, Ramazan öylesine yüce bir rahmet mekânı ki, Cenab-ı Hakk’ın, sevgilisine Kur’an’ı inzal ettiği ayın şerefine bütün rahmet kapılarını açıp yanlışları, eksikleri, terslikleri yok ettiği, aksine, güzelliklerin, mutlulukların coştuğu bir ay…

hosgeldin ramazan cami mahyaİnsanların bir çoğunun farkına varamamasının nedeni, kendi platformlarını dünyadan koparak mânâya yaklaştıramadıklarından doğuyor. Yoksa Ramazanı hissetmemek, Ramazanın güzelliğinin farkını görememek, Ramazana ait bir -haşa- eksiklik değil, ona yaklaşım sağlamamak yanlışlığından doğmaktadır. Çünkü Ramazan, bir mânâ perdesinin açılması, güzellikleri seyrettirme, seyrettirilmesi olayıdır.

Bu Cenab-ı Hakk’ın, doğrudan doğruya sırf Kur’an’ın inzal ayına olan fevkâlâde muhabbetidir. Fevkalâde Kur’an inzalinin, Cenab-ı Hakk’a verdiği büyük rıza, büyük mutluluk dolayısıyla meydana gelmiş bir rahmettir. Onun için Ramazan’ın rahmetini kaçırmamak çok önemlidir.

Yasaklar rahmete ermek için

Şimdi, genelde insan, dünya platformunda, dünya kaygıları, nefis kavgaları içerisindeyken, Ramazan’a girivermiş olmaları, adeta iyi niyetli olan insanları bile biraz şöyle bir şaşırtır. Yani, “Şimdi yiyemiyecekmiyim, mutad olan arzularımı daha mı frenleyeceğim!” gibi… Hâlbuki Ramazanda bir takım dünya zevklerine perde getirilmesi, fren getirilmesi, aslında Ramazan’ı anlayabilmemiz içindir.

Şimdi şöyle kabul edin ki, bir perde açılıyor, mânâ perdesi, biz o mânâ perdesinde değil de başımız terse dönmüş bir yere bakıyoruz. Allah da bizim o açılan perdenin arkasındaki gerçekleri görmemizi istiyor. İşte bunu temin ederek, bize yemek-içmek, cinsel ilgi gibi kısıtlamalar getirerek, ters tarafa çevrilmiş olan başımızı, ters yönden alıp doğru yola çeviriyor.

Onun için Ramazan’ın bu rahmetinden kullarının yararlanabilmesi için Cenab-ı Hakk onların dünya ilgilerine yaklaşmaya bir tarz kement atmış oluyor. Çünkü normal olarak insanların mânâ cazibesinde yaşamaları gerekirken, dünya cazibesinde yaşıyorlar. Bunun ikisini de dengeleyip biraz ortada bir hikmetle, mânâsını kaybetmeden dünyayı yaşama hikmeti ise normal nefis mücadelesi içerisinde çok zor bir keyfiyettir. Allah (cc) bunu temin etmek için Ramazanda özel bir tarife tatbik ederek, bizleri mânâya daha çok yaklaştırmak için dünyaya daha uzak kılıyor. Oruçta getirdiği yasaklar, frenler, tamamen dünyaya ait ilgimizi azaltarak, Ramazan’ın sırrına, mânâsına bizi cezbetmek içindir.

Bu, Ramazan’a yakınlıktaki farkı, vücudumuzun yahut da beynimizin neresiyle alacağımız!… Önemli olan budur. Çünkü, göz aynı göz, kulak aynı kulak, zevk kavramları aynı kavramlar, peki biz Ramazan’da bunların değişik biçimdeki yönlenmelerini neyle temin edeceğiz?…

Ancak gönülle temin ederiz. Eğer gönül Ramazan’a iştirak etmezse kesinlikle Ramazan’ın mânâda bize lütfettiği rahmetlerden yararlanamayız. Oruç tutmuş olmakla ancak bir ibadeti yerine getirmiş oluruz, onun sevabını alırız başka. Ama Ramazan’ın mânâsı, yalnız sevap almak mücadelesi değildir. Bilâkis, Allah (cc) rahmetinden büyük pay kapmak mücadelesidir. Yani Ramazan gelince, fırsat bu fırsat deyip elimizden geldiğince büyük hisse kapmaya çalışmalıyız. Hani eskiden saraylarda, kırk gün kırk gece düğün yapılırdı, her önüne gelen girip ondan istifade etmek isterdi, tıpkı Ramazanı da öyle kabul etmeliyiz. Bunun için gönüllerde fevkalâde ciddi bir hazırlık içersinde olmak gerekiyor.

– Hocam, bedenin oruca ihtiyacı olduğu gibi gönüllerin de oruca ihtiyacı var mıdır?

– Bedenin oruca ihtiyacından çok, gönlün oruca ihtiyacı vardır. Çünkü beden oruç tutmadığı zaman, daha hantal oluyor biliyorsunuz. Biraz daha hücresel olarak yorgun oluyor. Ama netice itibariyle hayatını devam ettiriyor. Gönül oruç tutmadığı zaman yahut da orucun güzelliklerine yaklaşamadığı zaman, daha kötü bir zehirlenmeye uğruyor.

Gönül oruca muhtaçtır

Asıl gönül oruca muhtaçtır. Onun için gönül iştiyakla Ramazan’ı bekler. Çünkü Ramazan dışında gönlün yanlışlardan kendisini arıtması için içerisine her gelen yanlışlığı -çöp sepetine atar gibi- lüzumsuzluklarla gönlü doldurulmaması için nefsin çok ciddi olarak disipline edilmesi lâzım. Bu da bilindiği gibi fevkalâde güç hadiselerden bir tanesidir.

Hâlbuki Ramazan’da, rahmet dolayısıyla, Cenab-ı Hakk’ın yardımıyla, nasıl ki biz sabahtan akşama kadar yemek yememekle, Allah’ın bizim hücrelerimize, karaciğerimize verdiği bir sağlık ziyafetine kavuşuyorsak; gönül de Ramazan’ın koyduğu disiplin sayesinde, kesinlikle bu kötülükleri doldurmaktan içtinap etme sırrına kavuşur.

Yani bir insan, Ramazan’da, ne kadar hatalı da olsa kıldığı namazlarla, dinlediği, okuduğu Kur’an’larla, tuttuğu orucun bedeninde sağladığı hassasiyetlerle, gönle daha yakın olma hikmetine kavuşur. Ve bu yakınlık, yavaş yavaş Ramazan’ın rahmetiyle birleştiği takdirde, işte o zaman gönül orucu da tahakkuk eder. Ve böylece, gerçekten bir insanın maddi manevi mutluluğunu bir Ramazan ayı tamamlamış olur.

Onun için gönlün Ramazan’a olan iştiyakı, hepimizin hayat tecrübesinden de bellidir. Pek çok insan, yaptıkları bazı hataları, “Ramazan gelsin de inşaallah ben bu hatalardan vazgeçeyim” diye, zaten kendi kendine itiraf ederler. Yani şuur altlarında, Ramazandan medet ummak, medet beklemek, ondan bir hikmet, bir rahmet beklemek müminin gönlünde yatar. İşte gönül, onun için Ramazanı gerçekten çok arzular. Bir an evvel gelip onun manevî potansiyelinden yararlanmak, olduğunca içerisindeki pislikleri arıtarak, kendi kafasını dinleyerek gönlün, gönül olduğunu anlamak için büyük bir iştiyakla Ramazan’ı bekler.

– Hocam, gönül orucunu bozan şeyler nelerdir?

– Gönül orucu dediğimiz zaman, temel ilke olarak tarif etmiş olalım ki, gönlün tıpkı maddi oruçta olduğu gibi iki unsuru vardır. Bunlardan birincisi, yemeğe benzeyen, gönül orucunun yemek yemeye, su içmeye benzeyen yanıdır. Yani lüzumsuz bir şeyi gönle kabul etmemek. Orucun birinci fazı (kanal; yön) budur.

İkinci fazı da nasıl bedensel oruç, cinsel hayata bir sınır getiriyorsa belli bir saat, süre içerisinde cinsel hayatı yasaklıyorsa gönül orucunda da Allah’ı sevmeyenlerle birleşme, yakınlaşma, yaklaşma, dertleşme, dostluk yapma yasaklanmıştır. Demek ki gönül orucunda, iki farklı fazı çok iyi isabetle tutturmak lâzım.

İmanı olmayandan uzak durmalı

Ramazan’da, Allah’a imana, Efendimize sevgiye yol bulmamış kimselerle -mümkün olduğu kadar değil- kesinlikle irtibat kurmamak lâzım gelir. İktizayı beşeriyet dediğimiz, yani günlük hayatımızın icabatı, akrabalık, işyeri arkadaşlıkları dâhil, bir takım münasebetler cereyan etmekte, bu münasebetlerde; inancı olmayan, hatta Allah’a ve Resulüne karşı düşmüş insanlarla bir takım temaslarınız oluyor. Biz, normal hayatımızda onlardan çok menfi bir cereyan alırız. İşte, gönül orucunda, bir numaralı hadiselerden bir tanesi, bu irtibatı kesmektir.

İşte, bu iki unsuru bir arada mütalâa ettiğimiz zaman, gönül içerisine Allah’ı sevmeyen kişileri almadığımız takdirde; bir de gönle olur olmaz şeyleri doldurarak iç dünyanızı kirletmekten vazgeçtiğimiz takdirde, gönül orucunu tutmuş oluruz.

Dünyevi ihtirasları terk

Nasıl ki oruçta yemeyeceksin, içmeyeceksin diye birtakım kaideler varsa gönül orucunda da bir takım kaideler vardır. Bunların başında, gönül orucunun dünya zevklerinin, dünya bağlantılarının, dünya ihtiraslarının kesinlikle durdurulması gerekir. Dünya ihtiraslarında, “Şu da olsun, bu da olsun. Şunu alayım, bunu da alayım” diye, elindekiyle kifayet etmeyerek, daha büyük taleplerin peşine düşmek, bir defa gönül orucu bakımından yasaktır.

Allah’a rıza itibariyle tam teslim olmak, Allah’ın kendisinin rezzak sıfatıyla lütfettiği herşeyi büyük bir mutlulukla hamd ile, şükür ile karşılamak ve kesinlikle dünyaya ait şeylere itibar etmemek lâzım gelir. Efendimizin verdiği bir misalde, bir gün Ashabı ile giderken, bir ölü ve sıcağın tesiri ile de kokmuş olan bir koyun görürler, koyunun pis kokusundan rahatsız olan Ashab, bir an evvel oradan uzaklaşmak ister. Efendimiz der ki; “Beğenmediniz, rahatsız oldunuz değil mi? Çok nahoş gördünüz… Dünya bir leştir.” İnanınız ki dünya bundan ibaret.

Dünya, mânânın yanında bir leşten ibarettir. Çünkü ölüdür. Mânâ ise devamlıdır. Dünya fanidir… Mânâda yaşlanmak, mânâda yıpranmak, mânâda usanmak yoktur. Hâlbuki dünyada yaşlanmak da vardır, usanmak da vardır, yıpranmak da vardır. İşte bundan dolayı, dünya bir leştir. Dünyayı canlı olarak tasavvur edersek leştir.

Onun için dünyaya rağbeti, en az Ramazan boyunca içimizden atmak lâzım ki, gönül orucunu tutmuş olalım. Gönül orucu, bu hassas özelliği ile kolayca yıpranmaya bozulmaya meyillidir.

Gönlün tamiri

cicek buket kalpGönül de insan vücudunun en hassas yeri olduğu için çabucak yıpranmaya, eskimeye, delinmeye, yırtılmaya, bir başka anlamda kırılmaya meyillidir. İşte bu, Ramazan ayı boyunca, gönle koymamaya gayret edeceğimiz yanlışlıklar dolayısıyla, bu tamiratı, bu revizyonu yapmış oluruz. Nasıl ki bir karaciğer, bir bağırsak hücresi, Ramazan boyunca bir yıllık yıprantısını, bir yıllık eskimişliklerini, delinmişliklerini, ölmüş hücrelerini revizyona tabi tutar, tamir ederse gönül de tıpkı böyledir. Beşeri ilgilerden dolayı, aldığı yanlışlıkların, beşeri ilgilerden dolayı depo ettiği hataları, Ramazan boyunca, temelli gönlünden çıkartarak, yanlış bağlantılar kurmayarak düzeltmek zorundadır.

İşte, bu yanlış bağlantılar kurmamalı dediğimiz ve gönlünden eksiklikleri çıkarmak dediğimiz hadisenin başında, takdir-i ilahiye rızadan doğan bir bağışlayıcılık gelir, ondan dolayı biliyorsunuz ki küslerin barışması, herşeyi affetme, bir kimse size karşı ne kadar hatalı olursa olsun, ona merhametle yaklaşma gibi bir takım unsurlar vardır.

İşte, gönül de evvelâ içindeki kinleri, düşmanlıkları, dünya ilişkisinden doğan kırgınlıkları ve kavgaları atmak zorundadır. Aksi takdirde gönül orucu fazına geçemez. Oruç fazına geçebilmesi için insanın nefsinden gelen her türlü çalkantıyı, her türlü cereyanı, gönül motorundan çıkarması lâzım. Çünkü o, gönle ters yönde cereyan vermektedir. Bu ters yöndeki cereyandan kurtulmanın en kolay usulü, onunla bağlarını koparmaktır.

Bu vesile ile Ramazan geldiğinde, gönlümüzün dünya ihtiraslarından ayrıldığı gibi kin, kıskançlık büyüklenme gibi çok kötü sapmalardan arınması lâzım gelir. Böbürlenmeler, başkalarını küçük görmeler…

Fakiri küçümseme yanlışı

Özellikle çok yanlış bir adet, müminlerde hiç olmaması lâzım gelen bir adet, fakat son zamanlarda kültür bozukluğu nedeniyle bize de sirayet etmiş durumda; fakirleri, kimsesizleri hor görmek, küçük görmek, onlara selam vermemek, daha zengin daha kıyafeti düzgün kimselere, yaptığı tebessümü onlardan esirgeme gibi… Bunların hepsi, gönlün büyük vahim hastalıklarının nefse müteallik hadiselerin görüntüsüdür. Onun için hiç değilse Ramazan’da çok dikkat etmemiz lâzım gelir. Fakirlere, ekonomik durumu biraz daha düşük kimselere fevkalâde sıcak, tam onun aksine, kendinde bir maddi manevi kıymeti olmadığı halde, benlik böbürlenmesine girmiş, şatafatlı insanlara karşı soğuk olmamız lâzım gelir. Bu da gönül orucunun bir parçasıdır.

Her zaman tekrar tekrar söylemişimdir vaazlarımda… Bayramlarda bile, toplumda öyle çürümüşlük oluşmuş ki Allah’ın indinde hiç kıymeti olmayan insanlara ikram etmek üzere çikolata alır, temizlik işçisi yahut da kapıcı gelirse bir fakir gelirse diyerek, onlara da en ucuz, taşlaşmış şekeri alır, ikram etmeye çalışır. Bu şekilde hareket eden kimsenin eğer oruç tutmuşsa hepsi gitmiştir. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın kırılmasına, gücenmesine müyesser olacak, en çirkin hadiselerden birini yapmıştır.

İşte, gönül orucunda da çok önemli bir hadisedir ki fakirlere, yetimlere, mazlumlara, gariplere mutlaka ve mutlaka çok sıcak olunması lâzım gelir.

Kesinlikle, gönül dediğimiz bu namütenai güzelliklerin esrarlı makinesi; aslında fakirin, garibin ve kimsesizin mutlaka ve mutlaka Allah’a daha yakın olduğunu, daha mümin olduğunu bilmek gerekir. Ama nefis bırakmaz, çünkü nefis onu bırakırsa, bir takım menfaat kayıplarına uğrayacağını, en azından ona yardım etmesi gerektiğini düşünerek, bırakmaz. Ve onları, insanları soğuk davranışlara alıştırır ki, zaman zaman toplum içersinde bir takım kendini bilmezlerin dilencilere karşı, hakaret edici davranışları, güya dilenciliği kaldırıp onlara kurumlar yardım etsin bahanesiyle, insanların fakirlere yaklaşmasını azaltacak sloganlar uydururlar. Bunların hepsi gönülleri taşlaşmış, kemikleşmiş, perişan olmuş insanların davranışlarıdır.

Gönlün taşlaşmaması lâzım gelir ki, Ramazan’da gönül orucunda bir mesafe alabilsin, yoksa taşlaşmış bir gönlü olan insana ne söylesen boş… O daima menfaatleri doğrultusunda, şu dünyada daha iyi yaşayabilmek çelişkisi içinde, Efendimizin ‘leş’ diye tabir ettiği dünya hayatının peşinde koşmaktadır. Onu engellemeniz mümkün değildir. Ne Ramazan ona müyesser olur, ne onun gönlüne herhangi bir noktadan girip sıcaklık vermek mümkün olur.

Aslında böylelerine, biliyorsunuz, ölü denir… Mânâ ilimlerinde, Allah’a sıcaklık duymadan, eğer gönül makinesi susmuş ise çalışmıyorsa bu ölüdür kesinlikle, komada filan değildir. Gönlü taşlaşmış bir insanın ölü halinden çıkıp dirilebilmesi, gönlün taşlaşmadığı bir devirde, Ramazan’ın sırrı içinde hayat bulması, hay bulmasıdır. Çünkü Ramazan, gönüllerdeki bu nisbi perhizler sayesinde, gönül orucunu bozmadan yaşayabilmeler sayesinde, yavaş yavaş arınacak, gönül aküsünden cereyan gelecek ve mânâ âlemini de hissetmeye başlayacak. Daha ileri safhada, daha tecrübe kazandığı zaman da hesna müstesna kompitür (bilgisayar) ekranlarında, Cenab-ı Hakk’ın namütenai esrarını (sonsuz sırlarını) seyredecektir.

İşte, bu kademe kademe geçişte, gönül orucu; bir nevi mânâ âleminin seyrine açılacak, o büyük senaryoyu seyretme kabiliyetini sağlayacak bir hazırlık safhasıdır. Her Ramazan, gönülde, gönül orucuna iştirak edenleri yavaş yavaş dizaynını yaparak, onun eksiklerini tamamlayarak, antenini düzenleyerek sonunda gönül ekranında Cenab-ı Hakk’ın güzelliklerini, mânâ âleminin esrarını seyredecek bir hale getirir.

Vesveseyi gönüle sokmamalı

İkincisi, vesvese grubu hadiseleri gönle sokmamak lâzım gelir. Çünkü bütün vesveseler, ‘hannas’ dediğimiz Şeytan’ın, nefis ile birleşmesinden doğan, o gayri meşru varlığın dürtmesindendir. Endişeler… “Yarın ne olacak? Öteki iş ne olacak? Çocukların istikbali ne olacak? Bu maaşla geçinebilecek miyim, geçinemeyecek miyim?…” gibi natünahi vesveseyle ve bunu da güya dünya hayatını tanzim etmekte, bir beceri gibi kullanmak ister.

Hâlbuki dünya hayatını kimse tanzim edemez. Takdir-i îlâhi tanzim eder. İnsanlar, yalnız iyi niyetle Allah’a teslim olup Allah’tan ricada bulunabilir. Yoksa hiç kimse dünya kaderini, kendi kaderini, çocuğunun kaderini tanzim edemez, bulamaz. Bulamadığı gibi bunları, gönle vesvese şeklinde yerleştirdiği takdirde, gönül orucu bozulmuş olur…

Tekrar başa dönersek; kin, ihtiras, küçük görme, düşmanlık gibi hadiseler, gönül orucunu bozar, bu bir. İkincisi, vesveseler gönül orucunu bozar.

Tam, Ramazan ayının güzelliği içinde, Allah’ın rızasına teslim olmuş bir müminin, vesveseler içine girmesi, başladığı andan itibaren takdir-î îlâhi ile savaşa girmiş demektir!… Çünkü vesvese, takdir-i îlâhiye itimatsızlıktır. Takdir-î îlâhi’ye güvensizliktir. Allah’ın güzelliğine, yarattığı her kaderin mutlaka en güzel olacağına bir tarz inançsızlıktır ki, bunların hepsi gönül orucunu bozar…

Sınırsız yücelik; infak

Üçüncü kademedeki bozulmanın unsuru da infaktaki kusurdur. Yardımlaşmada kusurdur. Fakir insana karşı, kimsesizlere karşı yaklaşımda kusurdur… Bu kusurların hepsi, infak mecmuası içersine girmekle beraber, aslında, Cenab-ı Hakk’ın bir müminden beklediği gönül yakınlığı sırrını taşır. Eğer bir insanın gönlü fakirden uzaksa, bir insanın gönlü yetimden uzaksa, bir insanın gönlü garipten uzaksa, o gönülde iş yoktur. Çalışmıyor, bozuktur o gönül.

Bir fakire para verirken, mutad (alışıldık) olanı 2 lira ise mutlaka Ramazan’da 20 lira vermesi lâzım. Bütün mutadı 50 lira vermekse, Ramazan’da 100 lira vermesi lâzım. Yani gönlünü maddesel bağlardan tamamen kurtarmak lâzımdır.

Müteaddit konuşmalarımızda, sohbetlerimizde çeşitli örneklerle veriyoruz ki İslâm’ın yücelerini tanırken, İslâm’ın yücelerini anarken, onların temel fazına indiğimiz zaman, bir tek şey görürüz ki, sınırsız bir cömertlik, sınırsız bir infak…

Hemen hemen bütün yücelerde, en başta Efendimizin (sav) yakınlarında, ortak meziyet budur. Ve Efendimizin yaşayış tarzı ile beraber, Efendimize (sav) en yakın olanların yaşayış tarzları, ondan biraz daha uzak olanların yaşayış tarzlarını bir merdivene oturtsak, en üsteki ve en alttakilerin sıralanmasında, acaba hangi faktörler var desek, kesinlikle bu faktörlerin bir numaralı saiki, infaktır.

Efendimize en yakın olan Hz. Fatıma (r.anha) annemizdir. Hz. Fatıma, düğün gecesi, yemeğini kapısına gelen fakire olduğu gibi hepsini vermiştir, tabi bu örnek davranış, insanlara anlatıldığı zaman, böyle bir masal, öykü gibi gelir ama bunu tasavvur edip yaşamak lâzım.

Bu sıcaklık noktasına erişmek mümkün değil. İnsanoğlu, Efendimize (sav) kadar yükselen merdivenler zincirinde seyrettiğimiz zaman, insan kendisine aşağıda da bir yer bulamaz, çünkü adam zaten tok iken de vermiyor. Ama Efendimize yakının da yakını olan Hz. Fatıma (r.anha) annemiz, açken ve ertesi gün de yeni bir lokma ümidi yokken de veriyor… İşte, bunu merkez addederek, bunu tepedeki ışık olarak gönlümüze koyup o ışığın sırrı içersinde, infaklarımızı tanzim edebilmeliyiz.

Evet, biz o ışık olamayız, hiç kimse Hz. Fatıma annemiz gibi olamaz, olamayız ama mademki Efendimize en yakın olmanın sırrı, bir defa en büyük infak gönlü taşımaktır. O halde “Ben de kendi cüzi amelim içersinde, Efendimize yakın olmak için infakımı artırayım” demek lâzım.

Gönül orucu nasıl bozulur?

Şimdi, gönül orucu nasıl bozulur? Bir insan, cebinde parası varken, evinde yemeği varken, “Aç, fakir bir kimse bulsam da şunu doyursam” diye, eğer içinde bir rahatsızlık yoksa ve bir mesuliyet duymuyorsa rahat rahat yiyip içip yatıp kalkıyorsa gönül orucu bozulmuştur.

Gönül orucunun devam edebilmesi için bir fakiri yediremediği gün, bir fakirin ihtiyacını göremediği gün, gönlünüz huzursuz olacaktır. İlk rastladığı fırsatta, kendine göre, şehirli ukalâlığı ile lâik ukalâlıklarla “Devlet baksın, kurumlar baksın, bunları dilenciliğe alıştırmayalım” diye, böyle iddialarla ortaya çıkmadan, elinde-avucunda ne varsa verebilmesi lâzım ki gönül orucu devam etsin.

Demek ki genel anlamda, gönül orucunu üçüncü kademede bozan şey, bahillik (cimrilik) diyeceğimiz hususiyettir. Eğer bir gönülde bahillik rüzgârı eserse gönül orucu bozulur.

Arzulardaki frensizlik

Dördüncü unsur, gönül orucunu bozan, arzulardaki frensizliktir. Yani arzuların, Cenab-ı Hakk’ın bizim için lütfettiği hayat tarzındaki yaşam tarzı içinde, çok mütevazı olması lâzım gelir. Bu mütevazı yaşam tarzını ne bozuyorsa gönül orucunu da kesinlikle bozar.

Bu da çok önemlidir. Ramazan’da bir insanın belki günlük hayatımızda söylendiği zaman tuhaf gibi gelir. Ne alâkası varmış gibi ama şimdi, zaten günlük hayat içersinde, bir televizyon varken, bir tane de mutfağına aldığı, envai çeşit israfları, bir elbise varken bir tane daha alınması sevimsiz bir alışkanlıktır. Bunu en azından Ramazan’da kaldırmak lâzımdır.

Okuyucularımdan, dinleyenlerimden ben çok eminim ki mutlaka istiyorlar, gönül orucunu bozmamak isteği içindeler. Ama her zaman fırsat ele geçmez. Bir insan, ömür boyu daha kaç tane Ramazan yaşayacağını bilemeyeceği için her Ramazan’ı en güzel yaşamak lâzım. Yani “Bu Ramazan’ı hafif geçireyim de ileriki Ramazanlarda daha disiplinli olurum” demek yanlıştır. Her öndeki Ramazan’ı, son Ramazan gibi mütalâa edip ona göre gönül orucuna sıkı sıkıya sarılsınlar. Ben sayın okuyucularımdan, dinleyenlerimden istiyorum ki gönül orucuna mutlaka riayet etsinler.

Bu, bedenlerinin aç kaldığı, bir takım mahrumiyetlere mecbur oldukları ortamda, bir fırsatını bulup gönül orucuna da riayet edilirse çok hoş bir şey olur. Ama şunu belirtmek de istiyorum. Hani çocukları oruca alıştırırken, önce yarım gün tut deriz, biraz ufak-tefek bir şey yerse göz yumulur. “Hadi devam et çocuğum orucuna” denir. Bunun gibi ilk defa gönül orucu tutan okuyucularımız için gönül orucuna niyet etsinler; Ramazan’da ufak-tefek kaçaklar olursa Cenab-ı Hakk, çocuk orucu yerine saysın inşaallah ama tam gönül orucuna ulaşmaya da çalışsınlar.

– Hocam, Ramazan’da gönül açılması nasıl olur?

– Ramazan’da gönül açılması daha kolaylaşır kesinlikle. Gönlün kapalı kalması, gönlün bozulması, gönlün yıpranması, en sonunda da gönlün taşlaşmasının müessir sebebi nefistir.

Ramazan’da orucu bozan ilkelere riayet etmek dahi olsa nefse büyük bir frendir. Nefis frenlendiği için gönlün önünden mânâ (engeli) en az on saat kalkmış oluyor. Bu çok önemli bir faktördür. Büyüklerimizin bize oruç sırasında, nefse ait bazı ilkeleri de oruç planına katmamızı emretmeleri, kötülüklere bakmamak gibi kulağın da oruç tutması, kötü şeyleri duymamak gibi bir meleke kazandırırsa o zaman gönlün açılması daha çok kolay olur.

Yani kötülüklere bakmamak derken, iki şey anlamak lâzım. Bir tanesi, haram olan şeylere imrenmemek, bir zümrüt kolyeyi görüp de imrenmemek gibi. Bir de cinsel olarak yasaklanmış haramlara bakmamak gibi.

İkincisi de abes görmemektir. Yani Ramazan’da bir insanın hiç bir şeyi abes görmemesi demektir. Her şeyde, Cenab-ı Hakk’ın bir hikmeti olduğunu, bizim fark edemediğimiz hadiseleri seyrederken, oruçlu bir göz abes görürse hemen eleştiriye geçip aptal aptal yorumlar üretmemeli.

Cenab-ı Hakk’ın yarattığında hiç bir abes ve çirkinlik yoktur. Çirkinlikler ve abesler bizim nefsimizin bizi aldatmasıdır. Şeytanın bizi aldatmasıdır. Hatta mahlûkatı seyrederken, bu çok önemlidir, bazılarını güzel, bazılarını çirkin görmek gibi tuhaf bir alışkanlığımız var. İşte bu, gözün oruç tutamamasındandır. Eğer göz, oruç tutabilirse bütün mahlukatı birbirinden güzel, birbirinden sevimli görür. Yaratılışta abes diye bir şey yoktur. Buna gözün alışması Ramazan’da olacaktır. Onun için Ramazan’da açılması çok kolaydır.

Gönül orucu tutan, ne kadar eksik tutarsa tutsun, gönül orucuna niyet etmiş bir insan, bir kaç tanesini ancak tutabilirse bayram sabahı mutlaka fark edecektir. Gönlün büyük bir coşku ile gördüğünü fark edecektir. Cenab-ı Hakk, rahmetinden verdiği müjdeli ikramları gösterecektir. Onun için gönül orucuyla beraber, hiç değilse Ramazan’ın bir kısmında, yarım gün gönül orucu tutarsa mutlaka ayrı bir bayram zevki yaşar. Allah’ın bayram bahşişidir. Bu bahşişi de bayram gecesi fark ederiz.

Gönül orucu tuttuktan sonra, gönül orucunun getireceği en büyük nimet, nefis huylarının körelmesidir. Bir mümin, ömrü boyunca tuttuğu Ramazanlarda, elinden geldiğince gönül orucuna rağbet etmesi başlı başına bir nefis eğitimidir. Yani nefsini terbiye etmek için özel bir eğitime ihtiyaç yoktur.

Gönül orucuna gayret etsin, o zaman tam manasıyla nefis eğitilmiş hale gelir ve mertebe mertebe her geçen Ramazan’da, bir nefis emmaredeyken, ikincisinde nefsi levvâmede, üçüncüsünde nefsi mülhimede, dördüncüsünde nefsi mutmainnede…. Böylece, giderek nefsi sâfiyeye kadar götürür. Onun için gönül orucu Ramazanda müthiş bir olaydır. Gönlün Ramazan’da alacağı zevk, Ramazan’da kazanacağı ikramlar namütenaidir.

Allah (cc), inşaallah bu Ramazan’da, bütün mümin kardeşlerimizin gönüllerini daha çok genişletsin ve âlemi İslâm’ın kanayan yaralarına rahmetiyle deva olsun.

DR. HALUK NURBAKİ / www.gulistandergisi.com

___________________

Kaynak: Uğur İlyas Canbolat’ın, Üsküdar FM Radyosu “Gönüllerde Gezinti” programında, rahmetli Üstad Dr. Haluk Nurbaki Hoca ile yaptığı programın çözümünden kısaltılmıştır.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: