Gözleri günahtan korumak takvadır

1- “Memleketimiz Avrupa’ya kıyas edilmez…O barid (soğuk) memlekette soğuk insanlarda hevesatı hayvaniyeyi tahrik etmek ve iştihayı açmak için açık saçıklık, belki çok sȗ’-i istimalata ve israfata medar olmaz Fakat seri-üt teessür ve hassas olan memaliki harredeki (sıcak memleketlerde) insanların hevesati nefsaniyesini mütemadiyen tehyic ederek (harekete getirerek) açık saçıklık, elbette çok sȗ-i istimalata ve israfata ve neslin za’fiyetine ve sukutu kuvvete (kuvvetsiz kalmaya) sebeptir.”(Lem’alar: 198)

2- “Bir meclisi ihvana güzel bir karı girdikçe, riya rekabet haset damarı intibah eder. (uyanır) Demek inkişaf-ı nisvandan (hanımın açılmasıyla) medeni beşerde ahlak-ı seyyie inkişaf eder (Kötü ahlak uyanır). (Mektubat:478)

3- “Açık saçıklık samimi hürmet ve muhabbeti izale edip ȃilevȋ hayatı zehirlemiştir. Hususen suretperestlik, (hanımların fotografları) ahlakı fena halde sarstığı ve sukutu ruha (ruhun sönmesine) sebebiyet verdiği şununla anlaşılır: Nasıl ki merhume (ölü) ve rahmete muhtaç bir güzel kadının cenazesine nazarı şehvet ve hevesle (kötü duygularla) bakmak, ne kadar ahlakı tahrib eder. (bozar) Öylede ölmüş kadınların suretlerine, ve yahut sağ kadınların  küçük cenazeleri hükmünde olan suretlerine (resimlerine)  hevesperverane bakmak, derinden derine hissiyat-i ulviye-i insaniyeyi (güsel duyguları) sarsar tahrip eder.”(Sözler:410)

4- “Sünneti seniyede ki edep, o Sani-i Zülcelal’in esmalarının hudutları içinde bir mahzı edep takınmaktır. Sȃniyen: Nasılki bir tabip doktorluk noktasında bir nȃmahremin en nȃmahrem uzvuna bakar ve zaruret olduğu vakit, ona gösterilir. Hilafı edep (edepsizlik) denilmez. Belki edebi tıp öyle iktiza eder denilir. Fakat o tabib, reculiyet unvanıyla, yahut vaiz ismiyle, yahut hoca sıfatıyla o namahremlere bakamaz. Ona gösterilmesine edeb fetva vermez. Ve o cihetle ona göstermek hayasızlıktır.” (Lem’alar:54)

5- “Cenab-ı Hak sana ibahe (hediye) suretinde verdiği hayatı intihar ile hatime çekemezsin (öldüremezsin) ve manen gözü kör etmek demek olan, gözü verenin rızası haricinde harma sarfedemezsin (bakamazsın).” (Barla:327)

6- “Eğer mescide gidip gelmekte kebaire maruz kalırsa, halvethanesinde bulunması lȃzımdır. (evinde kılması lazımdır.” (Kastamunu:248)

7- “Risale-i Nur talebelerinden bir genç hafız, pek çok adamların dediği gibi dedi “bende unutkanlık hastalığı tezayüdediyor (ziyadeleşiyor), ne yapayim?” Bende dedim : Mümkün oldukça namahrame (harama) nazar etme. Çünkü rivayet var. İmam-ı Şafii’nin (r.a) dediği gibi: Haram nazar nisyan (unutkanlık verir.” (Kastamonu:133)

“8- Bir haramın terki vaciptir. Bir vacibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takva böyle zamanlarda binler günahın tehacümüne bir tek içtinap (günahtan kaçma) az bir amelle yüzer günah terkinde, yüzer vacib işlemiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta niyeti ile, takva nȃmıyla ve günahtan kaçınma kastıyla, menfi ibadetten gelen a’mali sȃlihadır. Risale-i Nur şakirtlerinden bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak gerektir.” (Kastamonu:148)

9- “Üstadın iffet ve istikametteki hudutsuzluğu, bilmüşahede sabittir ve inkȃrı gayri kabildir. Hayatı boyunca hanımlarla konuşmaktan, nazarıyla dahi meşgul olmaktan şiddetle içtinap etmiştir. (çekinmiştir) Bir mektubundan anlaşıldığı gibi; gençliğinde dahi iffet ve istikamet ve istikametin zirve-i müntehasında (zirvesinde) olduğu, onu yakından tanıyan ve hayatına aşına olanların müşahedeleriyle sabittir.” (Tarihçe:464)

10- “Tarihi hayatımı bilenlere malumdur: Elli beş sene evvel ben yirmi yaşlarında iken Bitlis’te merhum vali Ömer Paşa hanesinde iki sene onun ısrarıyla ve ilme ziyade hürmetiyle kaldım. Onun altı adet kızları vardı.Üçü küçük, üçü büyük. Ben üç büyükleri, iki sene bir beraber hanede kaldığımız halde, birbirinden tefrik edip (ayırıp) tanımiyordum. O derece dikkat etmiyordum ki bileyim. Hattȃ bir ȃlim misafirim yanıma geldi, iki günde onları  biribirinden farketti, tanıdı. Herkes ve ben ,de bu hale hayret ederdik. Bana sordular: “Neden bakmıyorsun?” Dedim: “İlmin izzetini muhafaza etmek beni baktırmiyor.”  Hem kırk sene evvel İstanbul’da kȃğıthane şenliğinin yevmi mahsusunda, Köprüden tȃ kȃğıthane’ye kadar Haliç’in iki tarafında binler açık saçık Rum ve Ermeni İstanbul’lu karı ve kızlar dizildikleri sırada, ben ve meb’us Molla Seyyid Taha ve meb’us Haci İlyas ile beraber kayıga bindik, o kadınların yanlarından geçiyorduk. Benim hiç haberim yoktu. Halbuki Molla Taha ve Haci İlyas beni tecrübeye karar verdikleri ve beni nobetle tarassud ettiklerini (takip ettikleri) bir saat seyahat sonunda itiraf edip dediler: “Senin bu haline hayret ettik hiç bakmadın.” Dedim: “Luzumsuz geçici zevklerin akibeti elemler, teessüfler olmasından istemiyorum.” (Em-1:263)

11- ” Göz bir hassedir ki, ruh bu ȃlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenab-ıHakka satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan; geçici devamsız bazı güzellikleri manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir kavvad (pezevenk) derekesinde bir hizmetkȃr olur. Eğer gözü, gözün Sanȋ-i Basirine satsan, yani: Onu yapıp sana verene satıp)  ve onun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan¸o zaman şu göz, şu kitabı kȃanatın bir mutalaacısı ve şu ȃlemdeki mu’cizatı san’at-ı Rabbaniyenin bir seyircisi ve Küre-i Arz bahçesindeki rahmet çiçeklerin mübarek bir arısı derecesine çıkar.” (Sözler:27)

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır