Gül’e  Gül’e

Mehmet Abidin Kartal

Gül, çiçeklerin en güzeli, en soylusu olarak tanınır. Birçok çeşidi olan gül, çiçeklerin sultanıdır, efendisidir denilebilir. Gerek kokusu, gerek renklerinin güzelliği itibari ile eskiden beri pek sevilmiş, çok beğenilmiş, kitaplara, romanlara, tarihlere, sevgilere, aşklara ve şiirlere konu olmuştur. Güle birçok manalar yüklenmiştir. Kırmızı gül seni seviyorum,  beyaz gül seninle evlenmek istiyorum gibi güzel ve özel kavramları taşıdığından insanlar arasında en sevilen çiçek türü olmuştur.

Güller ve diğer bütün çiçekler Allah’ın eşsiz güzelliğini ve Cemâlî isimlerini kainata ilan eden birer ilan namedir, birer mektuptur, birer mektûbât-ı Samedâniyedir, güzele aşık insana birer rahmet mesajıdır. Güller ve çiçekler, toprakta çürüyerek filizlenen ve ağacın bünyesinde hayatla tanışan hayat sıfatına mazhar unsurların meyveye durmadan önceki son gülümseyişidir.

Gül, diğer çiçeklere nazaran fazlaca yaprak demetiyle sarmalanmış, kokusuyla, rengiyle, suretiyle, duruşuyla, asaletiyle sanat-ı İlâhiyeyi vücudunda bayraklaştırmış. Bahçelerin en güzel tebessümü, en güzel bir yüzüdür.

Bahçelerimizdeki, bağlarımızdaki her bir gül bir mühür, her bir çiçek bir imzadır. Her bir mühür ve imza, gül gibi, çiçek gibi yalnız Allah’a ait olan eşsiz bir sanat harikası ile insana arz edilmiştir. Her bir gül, her bir çiçek insana uzatılmış, Allah’ın cemalini ve celâlini haykıran güler yüzlü mesajlardır.

“Evet, maşukun hüsnü, aşıkın nazarını istilzam ettiği gibi, Nakkaş-ı Ezelinin rububiyeti de insanın nazarını iktiza eder ki, hayret ve tefekkürle takdir ve tahsinlerde bulunsun.

Evet, gül ve çiçeklerin yüzlerini güzelleştiren Zat, nasıl o güzel yüzlere arılardan, bülbüllerden istihsan aşıkları icad etmesin? Ve güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır.

Kezalik, bu alemi şu kadar ziynetlerle, nakışlarla tezyin eden Malikü’l-Mülk, elbette ve elbette o harika, antika, mucize manzaraları, ziynetleri, seyircilerden, müşahitlerden, aşık ve müştaklardan, arif dellallardan hali bırakmayacaktır. İşte, camiiyeti dolayısıyla insan-ı kamil, halk-ı eflake ille-i gaiye olduğu gibi, halk-ı kainata da semere ve netice olmuştur. ” (Mesnevi-i Nuriye)

 “Ve keza bir zatın cevahirle, zîkıymet eşya ile dolu hazinelerini açıp halka göstermek ve arz etmekle o zatın kudretini, zenginliğini, saltanatını ilan etmek için ancak o zatın müsaadesiyle ve iradesiyle emir ve tayin edilmiş bir memur lazımdır. İşte o memur resuldür. Arkadaş! Bu sıfatları haiz, bu vazifeleri en mükemmel görebilecek Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dan başka alemde bir şahıs yoktur. En câmi’, en kâmil, en fazıl o zattır. Tam tamına teşhir, tebliğ, tarif, tavsif, izhar, ilan eden o zattır ” (Mesnevi-i Nuriye)

Bahçeleri gülsüz, ağaçları çiçeksiz bırakmayan Allah (cc), kainat ağacını gülsüz bırakır mı? Kainat gülünü Cennetsiz bırakır mı? Kainat gülü Hazret-i Muhammed’dir (sav). Güllerin efendisi,  ferîd-i kevn ü zaman olan Hz. Muhammed (sav)’dir.  Kâinat gülü Hazret-i Muhammed’in (sav) insanlara müjdelediği meyve de Cennettir. Kur’ân, kainat ağacında her iyi davranışa mükâfat olarak sonsuz bir Cennet yaratıldığının müjdesi ile doludur.

Gül sevgiyi sembolize eder ve aynı zamanda sevgiyi ifade etmek için kullanılır. İnsanlar içinde Allah’ın en çok sevdiği insan, Güllerin efendisi Hz. Muhammed (sav) dir. Bu anlamda gülün Peygamber efendimizi temsil ettiğini söyleyebiliriz. Cenâb-ı Hak kendi cemâlini ve esmâsını sevdiği gibi, cemalinin ve esmasının en parlak aynası olan Peygamber Efendimizi (sav) de sever ve ona benzeyenleri de sever. Yine mahlûkatının güzel ahlâkını sevdiği gibi, güzel ahlâkın en yüksek mertebesinde olan Peygamber Efendimizi (sav) de sever ve ona benzeyenleri de sever. Cenâb-ı Hakk’ın sevgisini kazanmanın, Güllerin efendisi  Peygamber Efendimize (sav) benzemekten ve Sünnet-i Seniyyesine ittiba etmekten geçmekte olduğu hakikati Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur: “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.”( Âl-i İmran, 3:31.)

Kuru hurma kütüğünün, cemaatin gözleri önünde ağlayıp sızlaması Hz. Resûlullahın (sav) parlak bir mucizesiydi. Cin ve ins Peygamberler Peygamberini tanıdıkları gibi, cansız kuru ağaçlar da onu tanıyor, vazifesini biliyor, sevgilerini gösteriyorlar, davasını halleriyle tasdik ediyorlardı.

Kuru, cansız  ağaçlar Güllerin Efendisine sevgi ve muhabbet gösterirlerken, biz şuurlu insanlar ona karşı lakayt davranırsak, acaba o kuru direklerden daha aşağı bir dereceye düşmüş olmaz mıyız?

Rivayete göre sahabeden bir kadın, Peygamberimizin uykuda terlediğini görmüş ve bu ter boncuklarını bir şişeye koymuş. Başka bir rivayet  ise şöyledir: Mi’rac gecesinin meşakkatinden dolayı Peygamberimiz (sav), Hz. Cebrâil ve Burak terlemiş. Burak’ın terinden, sarı gül; Cebrâil’in terinden, kırmızı gül; Peygamberimizin terinden, beyaz gül meydana gelmiş.

Peygamberimizi tasvir eden hilye-i şerifler, sadece hat olarak yazılmamış, gül şeklinde de yapılmıştır. Gülün ortasında, Peygamberimizin ismi; yapraklarında Ehl-i Beyt’in isimleri yazılıdır. Bazı gül hilyelerinde, eşlerinin ve dört halifenin isimleri de vardır. Bu  hilye-i şeriflere “Verd-i Muhammedi”, ya da “Gül-i Muhammedi” denir. Bu kavramlar aynı zamanda Peygamberimizin kokusu için de kullanılır.  Bu sebeple Sevgili Peygamberimizin latif kokusuna benzeyen en yakın kokunun gül kokusu olduğu söylenir

Bu  inanç, ecdadımızı, milletimizi tam bir gül müptelâsı yapmıştır. Süleyman Çelebi’yi, “Terlese güller olurdu her teri / Hoş direrlerdi terinden gülleri”, Yunus’u ise “Sordum sarı çiçeğe, gül sizin neniz olur / Çiçek eydür derviş baba, gül Muhammed teridür “ mısralarıyla coşturan bu ter aşkıdır.

Güle geldi gülerek, gülleri güldürdü o Gül
Gül güler miydi güle, gelmese gülzâre o Gül  (Şevki)
Şebnem- i gülzâr- i ruhsar-i Resûlullahdur
Neşr-i ıtriyle kılur her dem anı is’ar gül  (Fuzuli)

Gül alırlar, gül satarlar,
Gülden terazi tutarlar,
Gülü gül ile tartarlar, Çarşı pazarı güldür gül. (Nesimî)

Gül Efendim

Canların cananı, güllerin gülistanı,

Sonsuzluk aşkımın nur-u ummanı, gönül dünyamın mihveri,

Hayat eksenimin odağı, en mühim nokta-i nazarım,

Her halükarda başvuru kaynağım, rehberi furkanım,

Yegane sığınağım, barınağım ve limanım,

Gül Efendim.

Tesellim, bahar iklimim,

Hayatıma hayat sunan biricik modelim,

İnsanlığın iftihar tablosu Hazreti Peygamberim,

Âlemlere rahmet olarak gönderilen,

İnsanlığa armağan olarak vazifelendirilen,

İlâhi ikramım, canım, cananım,

İnsanlığa, insanlığı ve imanı soluklayan muhbir-i sadıkım

Gül Efendim.

Teri gül kokan, gönlü gül kokan, ömrü gül kokan,

Gül Efendim… (Ahmet Yüter 1963)

Medine Gülü

Yusuf güzelliğin senden almıştı
Medine Gülü, Muhammed Nebî
Senden daha güzel üstünü yoktur
Medine Gülü, Muhammed Nebî

Medine Gülü, Medine Gülü
Ümmetin solmayan gülü
Selât Selam olsun sana
Ey peygamber, ey yüce Resûl … (Abdurahman Önül)

                                         *********

Bediüzzaman “Risale-i Nur, Kur’an’ın çok kuvvetli hakiki bir tefsiridir” der.

Bediüzzaman, ömrünü Kur’anî prensipleri, Sünnet-i Seniyeyi, iman hakikatlerini açıklamaya vakfeder.  Kur’an’ın çok kuvvetli hakiki bir tefsiri olan, Risale-i Nurların yazılmasında  Türkiye’nin gül bahçesi Isparta’nın önemli bir yeri vardır. Isparta Gül fabrikasıdır. Bu fabrikada çalışanlar, Gül’e (sav) giden yolun projesini yapmışlar,  uygulamaya koymuşlar, bizim bu yolda gitmemize sebep olmuşlardır.

Hüsrev Efendi (Ahmet Hüsrev Altınbaşak) etrafında toplanan Isparta merkezi ve civarı talebelerine Bediüzzaman Hazretleri “Gül Fabrikası” ve o fabrikanın merkezinde bulunan Hüsrev Efendi’ye de “Gül Fabrikasının Sahibi”, “Gül Fabrikasının Serkâtibi” namını vermişti. Mektuplarındaki  bazı ifadeler şöyledir.

 “Gül fabrikasının sahibi bizlere parlak bir Gül-ü Muhammedî (sav) bahçesini hediye edecekti. Onu, bütün ruh u canımızla bekliyoruz.”

Gül fabrikasının Gül-ü Muhammedî (sav) bahçesini yetiştiren Hüsrev.”

“İnşallah o Gül fabrikasının kalemi, buraları da bir gülistana çevirecek.”

“Risale-i Nur gül fabrikasının serkâtibi (başkâtibi) gibi kahraman kardeşlerin ve şakirtlerin fevkalâde gayretleriyle…” 

“Risale-i Nur Kahramanı ve Isparta gülistanında Nur’un gül fabrikasının kâtibi…”     

Ne güzel bir güzellik ki, biz birbirimize veda ederken “Güle Güle” deriz…Meğer bu “Muhammed’e Muhammed’e” git demekmiş…”Nereye gidersen git, Gül’e git…Nereye yürürsen yürü, Gül’e giden yolu yürü…” Gül’e (sav) giden yoldan yürü… Doğru yol Gül’e giden yoldur.

Hadi öyleyse hepinize, GÜL’E  GÜL’E…

Sevdiklerinize gül verin, Gülünüz yoksa gülüverin!..(Mevlana)

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: