Günün modası: Deizm

“Neizm? Neizm?” başlıklı yazımızda deizmi incelemeye başlamış ve o inanışta varlığı kabul edilen yaratıcının Allah olmadığını, farkında olmasalar da onların aslında Allah’ın varlığını kabul etmediklerini görmüştük.

Aslında bu bilgi İslâm’dan deizme kaçan pek çok kişinin bilmediği bir konudur. Onlar aslında sadece İslâm’dan kaçmak istemektedirler. Daha doğrusu Müslüman olmakla kabul etmiş oldukları yükümlülüklerden kaçmaktır istedikleri.

Ancak denizin ortasında fırtınaya tutulunca, uçakları türbülansa girince, hasta olunca, sınava girerken ya da ayaklarını bastıkları zemin 7,4 ile onları sallayınca yardım isteyecekleri bir merciden de vazgeçmek işlerine gelmediği için ateist olamazlar.

Kısaca başka ne çeşit deist vardır bakalım:

Pek çoğu moda olduğu için, deist oldum diye hava atabilmek için veya deist olduğunu ilân ederek ailesine ya da birilerine karşı isyan etmiş olmak için deist gibi yapmaktadır.

Yani toplumumuzda yaygın olan cehalet hastalığı burada da çıkar karşımıza. Çoğu Müslüman’ın maalesef neyi neden yaptığını bilmediği, inancının temellerinden bihaber olduğu gibi bugün deist olduğunu söyleyenlerin de bir kısmı bunu takım tutmak gibi, siyasi görüş gibi bir tercih zannetmektedir.

Tabii burada sorgulamamız gereken başka bir durum çıkıyor ortaya:

Bu insanlar dini, inancı nasıl olur da bu seviyede bir tercih gibi düşünebilirler? Takım değiştirme rahatlığında din değiştirebilirler?

Cevap:

Çünkü deist yaşam hiç de yabancı oldukları bir hayat tarzı değil. Zaten deist gibi yaşadıklarından bu onlara ilâve bir külfet getirmiyor. Hayat tarzlarına uygun yani…

İnandığı gibi yaşamayanlar yaşadığı gibi inanmaya başlıyor.

Evet, maalesef çoğu Müslüman zaten deist gibi yaşamakta. Ne emirlere uymayı ne de yasaklardan kaçmayı umursuyor. Dört Halife’yi peygamber, namaz ve orucu Arap âdeti zanneden, çocuğu bir şey isteyince “Allah Baba’dan iste(!)” diyebilecek kadar inancı hakkında bilgi sahibi(!) kimseler için Müslüman veya deist kelimeleri zaten bir etiketten fazlası değildir. Onlara göre “Cennet varsa bile(!), tertemiz kalpleriyle oraya gitmeye kendilerinden daha layık kim olabilir ki?”

Peki, bütün deistler böyle mi? Değil tabii ki! Bazıları gerçekten düşünerek deist oluyorlar.
Bu cümleyi okuyan deistlerin çoğu şu anda “Hah, benim işte o!” dese de bunlar oldukça azdır aslında.

Bunlar düşünerek, kafa yorarak deist olmuşlardır.

Rabbimiz yüce kitabında ısrarla kullarını aklını kullanmaya teşvik ederken, bunlar nasıl becermişlerse akıllarını kullanarak(!) dinden çıkmayı başarmışlardır. İşin garibi konuşurken kendilerini, asıl aklını kullanan taraf olarak göstermeye de bayılırlar.

Akıllarınca bu kadar büyük bir evreni yaratacak büyüklükte bir güç ve kudrete sahip biri, o evrende görmeyi bırak aramakla bile bulunmayacak kadar küçük bir yer kaplayan insanın inanmasıyla, yatıp kalkmasıyla mı uğraşacaktır?

Aslında bu görüşün altındaki subliminal fikir şudur: Eğer şu cücük kadar aklımla kâinatı ben yaratacak kadar güçlü olsaydım öyle insanla minsanla uğraşmazdım.

Tabi o kâinatı yaratmak için gerekli olan aklın ve ilmin yanında insanın aklını soğan cücüğü kadar kabul edebilmesi için galaksiler büyüklüğünde kafaya sahip olması lâzım o ayrı…

Deizm insanın, akıl kapasitesinin yaratıcıyı anlamaya yetmediğini kabul etmek yerine, kendi akıl kapasitesine göre bir yaratıcı üretmesidir. Belki de kendini fazla beğenen aklın “Allah beni yaratmadı ben onu yaratıyorum” hezeyanı…

Burada bazı deistler şöyle itiraz edecekler:

Biz yaratıcıyı anladığımızı söylemiyoruz ki! Anlaşılamayacağını kabul ediyoruz.

Aslında öyle kabul etmiyorlar. Çünkü öyle kabul etselerdi, “Din olabilir de olmayabilir de. Yaratıcıyı anlamaya kapasitemiz yetmediği için böyle bir şeyi tercih edip etmeyeceğini de bilemiyoruz.” demeleri gerekirdi. Ancak onlar yaratıcının ne bir dini ne peygamberleri ne de kitapları gönderdiğini kabul ediyorlar. Çünkü kendileri kabul edemese bile bu yaratıcı modeli akılları tarafından, nefislerinin çıkarları baz alınarak oluşturulmuştur.

Aslında birileri tarafından o küçük akıllarına sokulmuştur…

Hani şu resimlerde sivri kuyruklu, boynuzlu, elinde üç uçlu mızrak taşır şekilde tasvir edilen kırmızı birileri tarafından…

Bu yazı gözden geçirilerek Zafer Dergisinin 2018 Mayıs (497.) sayısında yayınlanmıştır.

Muhiddin YENİGÜN

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: