Güzellik ve Bediüzzaman

Bediüzzaman Ayet-i Hasbiye’nin Altıncı Mertebe’sinde eser, sanat, sanatkar üzerinde durur. Bediüzzaman burada sanat, eser ve sanatkar için genel kural belirler, metnin başında dinle alakalı bir şey yoktur. Bir sanat felsefesi kitabından bir bölümdür bu. Bediüzzaman’ın yaptığı sanat felsefesinin çok yönlülüğünü gösterir. Bir yüzü bütün sanat dallarına mimari, resim, sinema ve diğer plastik sanatlara bakar, bir yönü ile de Allah’ın sanat eserlerlerine bakar, hem seküler hem de ilahi boyutta düşünür.

Nur talebeleri Bediüzzaman’ın eserlerinin açıldığı kapıları aralama gayesi ile az ilgilendiklerinden bütün metinleri belli misyonlar ve bakış açıları ile yorumlarlar. Birinci Bürhan’daki bu teorik kısmı alalım ”Nasıl ki işlenmiş bir eserin güzelliği işlemesinin güzelliğine ve işlemek güzelliği ustalığın o sanattan gelen ünvanın güzelliğine ve ustadaki sanatkarlık ünvanının güzelliği o sanatkarın o sanata ait sıfatının güzeliğine ve sıfatının güzelliği kabiliyet ve istidadının güzelliğine ve kabiliyetinin güzelliği zatının ve hakikatının güzelliğine derece-i bedahette gayet kati bir surette delalet ettiği” (65)

Bu teorik kısım Picasso’nun bir resmi için de geçerlidir, Sinan’ın yaptığı bir cami için de geçerlidir, Mikelanj’ın Musa heykeli için de caridir. Bediüzzaman bahsi din ile sınırlı tutmaz, onu bütün sanatlar eserler ve sanatkarlar için geçerli bir şekilde izah eder.İşlenmiş bir eser Sinan’ın Selimiyesi olsun onun güzelliği Sinan’ın işlemesinin güzelliğine delildir, işleme güzelse Mimar Sinan’ın ustalığının o sanattan gelen ünvanının güzelliğine o sanat nedir, mimarı sanatı, bu eseri Sinan seksen yaşından sonra ustalık döneminde yapmıştır, yani ustalık ve sanatkarlık ünvanını koca bir ömürden sonra almıştır. Ünvanın güzelliği Mimar Sinanın mimarlık sıfatının güzelliğine , sıfatın güzelliği onun kabiliyetinin güzelliğine delildir, çünkü güzel sıfatlar kabiliyetlerin güzelliğinden ileri gelir. Bahis mimari estetik ile ilgilidir, çünkü sanat eserinin safahatı ile güzellik arasında sürekli uyum vardır. Kabiliyet güzel ise Sinan’ın zatındaki güzellikten ileri gelir,bunlar birbirlerine basamak basamak delil olur, eserden zata kadar bütün safhalarda sanatıcının eserin ve işlemenin güzelliği vurgulanır.

Ortaçağ aşağılanır sanat ve tarihte, ama ortaçağ dinle sanat arasında bağları koparmadığı için aşağılanır, yeni çağ ortaçağı dinle arasındaki bağı koruduğu için suçlar yeni ve günümüz modern çağı kimliksiz bir sanatı savunur. Umberto Eco, İtalya ortaçağının güzellik felsefesi yönünden zenginliği ile bir eser yayınlamış. Ortaçağ kültüründe güzellik ve sanat. Bütün hükümler kilise babalarının sözlerine dayanıyor. Bizden böyle biri yok Bediüzzaman’dan başka. Bediüzzaman sanat felsefesinde de bir yenilik yapmış sanatın dünyeviliğini bir sanatcı ile alakasını göz ardı etmediği gibi, Allah ile olan ilişkisini de inkar etmez, iki yönlü bakar ve baktırır. Büyük bir sanat yorumcusudur. Sanat tarihi dini bakanla dinden uzak bakan tarafların kavgasını anlatır, birbirlerini suçlarlar birileri yobaz öbürleri dinsizdir. Bizde de aynıdır, Avrupalı sanat felsefelerine göre esere bakmak marifet telakki edilir, bu yüzden Yahya Kemal köksüzlüğün büyük bir illet olduğunu söyler. Bediüzzaman köksüzlüğü sanatı inkar etmeden Allah ile bağlantı kurarak anlatır ve gösterir.

Bediüzzaman bir sıralama takib eder.

Eser -> işleme -> usta -> unvan -> sanatkarlık -> sıfat -> kabiliyet ve zat.

Ayet-ül Kübra Bediüzzaman’ın önemli hatta çok önemli bir eseridir, o eseri işleyen odur, işlemek güzelliğine işaret eder, işlemek ustalığına yani bahsi şekillendirmekte kullandığı plan konuşturduğu kainat unsurları, dialoglar daha nice sanat özellikleri onun usta bir yazıcı ve sanatcı olduğunu gösterir, yoksa buradaki usta duvar ustası değil, birine tarizen.

Mesela , Münacaat risalesi sanat yönünden diğer eserlerinden çok farklıdır. Çünkü burada Bilgi – marifet ve münacaat gibi üçlü bir üslub akışı kullanılmıştır.

Kainattaki olayları Allah’tan bağımsız ifade eden ilmi Bediüzzaman onlardan Allah’a giden yollar bulmuş ve eserlerinde izah etmiştir, burada Allah ile rabıtalarını kurduktan sonra bir de o metni duaya dönüştürür, bilgiden marifetullaha oradan münacata dönüştürmek yapılan işin sanatkarane olduğunu gösterir. Bu münacaat tarihinde bir ilktir, münacaatlar sadece Allah’a dua ederler, ama burada kuran ayetlerinin yerine Bediüzzaman kevni ayetleri kullanmıştır, güneş, ay, yıldızlar, çiçekler, ağaçlar gibi..

Bediüzzaman anasız babasız yetimler gibi izah edilen bu canlıları nesneleri hem Allah’a bağlar hem de onları dua aracına çevirir.”Ağaçlar ve nebatlar umumen yaprak ve çiçek ve meyvelerinin bedi bir surette etleri, çok muhtelif sanatları , çok acib çekirdekleri çok harika olarak yapılarak o yemek tablalarını ağaçların ellerine verip ve nebatların başlarına koyarak zihayat misafirlerine göndermek cihetinde lisanı hal olan tesbihatları zuhurca lisan-ı kal derecesine çıkar. Bütün eşcar ve nebatatın bütün yaprak ve çiçek ve meyvelerin dilleriyle ve adediyle, Seni kusurdan aczdenl şerikten takdis ederek hamd ü sena aderim. “(L 367)

Mukaddes kelimat ve ehadisi şerife ve eazımın cümleleri ile yapılan dualara karşılık Bediüzzaman insanlara hizmet eden ilahi nesneleri de dua aracı yapar. Bu bu tarzı dua ihtilalidir, bir tecdiddir.

Sonra onun Bediüzzaman ünvanının güzelliğine, unvan onun sanatkar olduğuna onun sanatkarlığı eserlerinde zikrettiği sanatkar kelimesini kaç yönde anlattığı ile ilgilidir, derlemek toplamak zordur. Sonra sanatkarlığın kaç sıfattan ortaya çıktığı sıfatlar grubu, sonra kabiliyeti ve nihayet onun zatı. Bu onun eserlerine uygulanacak bir şablondur.

Ayet-ül Kübra hem anlatım hem üslub hem muhteva itibariyle büyük bir sanat eseridir, unun için kullandığı şu cümle onun nasıl yaptığı işin farkında olan bir sanatcı olduğunu gösterir. İmamı Ali (RA) bu eserin büyüklüğünü asırlar öncesinden görmüştür. Mesela ismi Adli anlattığı metin bir ilmi metindir kainattaki dengeyi o metinden daha harika anlatan bir metin yoktur, bilim tarihini karıştırdım, denge hakkında bazı cümleler var ama Bediüzzaman’ın yaptığı gibi kainat ve insandaki dengeyi çok yönlü ve gözlemlere dayanan şekilde kullanılan dil ile teyid eden bir insan yok. Picasso’nun kasabası Almanlar tarafından bombalanır, o bombalama hadisesini bir eserinde tablo olarak resmeder, o soyut resmin en büyük eseri olarak kabul edilir. Orada ressam bütün meharetini göstermiştir. Bediüzzaman on dokuzuncu mektup için bir cümle kullanır. “O risalenin mezeyasını söylemek lazım gelse , o risale kadar bir eser yazmak lazım geldiğinden ,müştak olanların onu bir kere okumasına havale ediyoruz” (88) Demek eser o kadar büyük ki meziyetleri bile onun kadar bir eser olacak durumdadır. Bu eserin yazarı ve sanatcısı Bediüzzaman’dır.

Bediüzzaman metnin seküler karakteri ile uhrevi karakterini aynen öyle de cümlesi ile bağlar.

1- “Bu kainatın baştan başa bütün güzel mahluklarında ve yapılışları güzel umum masnularındaki hüsün ve cemal dahi Sanatkar-ı Zülcelal’deki fiillerin hüsün ve cemaline kati şehadet (baştan başa bütün güzel mahluklar, her şey güzel) sonra (yapılışları güzel umum masnular)masnu sanatlı yaratılmış demek, baştaki baştan başa burası için de geçerli yani baştan başa yapılışları güzel umum masnular) Bütün kainata bak her şey yapılışları ile güzel, bütün bu güzellikler celal sahibi bir sanatkarın eserleridirler. Baştan başa bütün derken istisnası yok her şey güzel demek, umum derken yine genel anlamında güzel masnular. Bunların içini kainattan ve dünyadan doldurmak lazım gelse sayısız güzel levhalar eklemek gerekir bu metne, aslında bumetinler böyle güzellik levhaları ile görsel hale getirilmeli.İbrahim Hakkı Hazretleri “Vallahi güzel etmiş billahi güzel etmiş” derken cezbe halindeki seyrini anlatır. Alvarlı Hazretleri “seyreyle güzel kudreti Mevla neler eyler” demiş. Yunus Hazretleri “Her nereye baksam dopdolusun seni nere koyam benden içeri“ derken onun güzelliğini seyrederken cezbesini anlatır. Bediüzzaman’ın hedefi bu metinler, bu metinlerin başka hedefi yok. Bu metinler başka maksatların aleti olursa o zaman metin de biter metni okuyan da biter.

2-Ve ef’alindeki hüsün ve cemal ise o fiillere bakan ünvanların yani isimlerin hüsün ve cemaline şüphesiz delalet (Peygamberimiz amcasını öldüren insanın Müslüman olma isteğini kabul eder, ama bana fazla görünmesin) der Allah Resulü, güzeller güzeli. Böyle bir davranışı yapan güzeller güzeli olmaz mı, sonra aynı insan bir sahte peygamberi öldürür, o zaman öldüren şahıs” islamdan önce insanların en iyisini sonra da en kötüsünü öldürdüm “ der. Bir kalbi bir güzel eylem nasıl kazanmış, hem İslam kazanmış hem de … Bu eylemin fiilin sahibinin ünvanı ne ? Peygamber , Hz Peygamber. İşte fiil ve unvan.

Fatih genç yaşta padişah olur, tahtına oturur, babasının vezirleri ayaktadır. Candarlı her an vezirlikten ve hayattan azledilebilir, dikkatle padişahın ağzına bakar başı yerde. Büyük Fatih “vezirlerim neden yerlerine oturmazlar der” Candarlı fırlar ve ayaklarına kapanır ve ağlar, işte fiil işte ünvan Fatih Sultan Mehmet Han, senayı peygamberiye mazhar. Kendini idamla yargılayanan hakimin Tatar olması yanında kendisine kostrumada bakan Tatar iki kadın yüzünden bütün tatarlara dua eder, bu yüzden hakim de onların içine dahil olur. İşte fiil işte unvan Bediüzzaman. Ya biz.. nerde eylem nerde unvan.

3- ve isimlerin hüsün ve cemali ise isimlerin menşei olan kudsi sıfatların hüsün ve cemaline kati şehadet..

4- ve sıfatların hüsün ve cemali ise sıfatların mebdei olan şuunat-ı zatiyenin hüsün ve cemaline kati şehadet ve (bu kurallar o kadar şumüllü ki onlara örnek vermek bile çok zor. (Allah’ın Zati ve Subuti sıfatları var, onların her birinin hüsün ve cemali ne demek?)

Subuti sıfatları; hayat, ilim, semi , basar, tekvin, irade, kudret, kelam.

Zati sıfatlar ise ; vücud, vahdaniyet , kıdem, beka , muhalefetüllilhavadis, kıyambinefsihi.

Subuti ve zati sıfatların hepsi ondört tane, bunların hepsinin hüsün ve cemali.

Fiil ile şuunatın farkı nedir?

Fiil, evsaf, sıfat ve şuunat bu dört şeyin sınırlarını belirlemek, bütün Risaleler bu dört şeye göre nasıl yorumlanabilir. Sıfatların güzelliğinin şuunatın güzelliğine olan irtibatı, bağlantısı nasıl ifade edilebilir. Kolaycılık belli bahisleri mütalaa ve müzakere etmeden okumak, ayrıntıya girmemek, bahsin bizi kuşatmasını düşünmemek bunların hepsi önemli konular. Hayat elbetteki güzeldir, eşyanın canlı olanları ile cansız nesne olanları da bu hayattan etkilenir, cansız nesnelerin geometrisi hayat anlamında alınabilir, canlıların hem hayati özellikler göstermesi hem de cüzlerinin hayatı doğuracak şekilde tanzim edilmesi , insan canlıdır, hem de azaları hayatın devamına uygun şekilde terkib ve armonize edilmişlerdir. İki türlü hayat. İlim zaten güzelliğin kaynağı, ilimle inşa edilen her şey hem hayat hem de cüzlerin düzgünlüğü ile bir birlik kazanıp başka bir hayat özelliğine sahip oluyor.Bütün bu ondört sıfatın tamamı güzel ile bağlantılı olarak izah edilebilir, varlıklardan örnekler verilebilir. Bütün bu güzelliklerin şuunatı zatiyeyenin güzelliğinden ileri gelmesi de ayrı bir mesele. Güzelleştiren güzelleştirme özelliği şuunatı olan biri tarafından sıfatlara yansıyor, sıfatların güzelliği şuunatın güzelliğinden ileri geliyor. Bir tabiat levhasındaki güzellik onu yapan şahsın zatının güzel şeyleri tasarlama ve yapma özelliğinden ileri geliyor, Mimar Sinan 875 adet eser yapmış ama onun şuunatı zatiyesi yaşasaydı devam ederdi, bitmez bir kaynak şuunat. Bir kadın ömründe binlerce pilav yapmıştır, onların güzelliği onun zatındaki güzel yapmadan kaynaklanır hakeza .

5- Şuunat-ı zatiyenin hüsün ve cemali ise fail ve müsemma ve mevsuf olan Zatının hüsün ve cemaline ve mahiyetinin kudsi kemaline ve hakikatının mukaddes güzelliğinle bedahet derecede kati bir surette şehadet eder.”

Güzellik sanatkar sayesinde sağlanır. Sanatlı iş güzeldir, ancak sanatkardaki güzellikten doğar. Güzel hüsün ve cemal ve bir de cümlede celal ismi kullanılmış. Bediüzzaman seleften farklı düşünür onlar Allah’a sanatkar demezler, Bediüzzaman onu sanatkar-ı Zülcelal olarak vasfeder. Dünyadaki sanatkardan farkını belirtmek için Bediüzzaman ona ironik olarak bakar ve Allah’ın celal sahibi bir sanatkar olduğunu söyler. Onun sanatında güzellik, haşmet , azamet, görülür. Bütün bunların kaynağı celalidir. Bu şekilde laik sanata cevap verir ve der ki asıl sanatcı Allah’tır, kainatta bütün mahluklardaki güzellikler ve masnulardaki yani sanatlı yapılışlı varlıklardaki güzellikler onun yani sanatkarın güzelliğinden hüsün ve cemalinden kaynaklanır.

Sanat felsefesi ve sanat okudum estetik okudum, Hocam Orhan Okay bana estetik okutmuştu, ondan sonra Nurları okuyunca ne kadar büyük bir estetik ruh olduğunu onda gördüm. Güzellikleri görmek başka güzellik felsefesi yapmak başka Allah ile kainattaki güzellikler arasında fiil-isim-sıfat-zat arasında bağlantıları kurmak daha daha başka bir şey. Bediüzzaman beşerin sanatını inkar etmez, aşağılamaz onun için geçerli kuralı söyler sonra Allah’ın için de aynı teorik şablonu kullanır. Ne kadar demokratik ve hukuka saygılı, insanın emeğine hürmet eden bir insan. Ne gökyüzünü ne de yeryüzünü inkar etmez, birinin yanına geçip öbürünü, öbürünün yanına geçip bunu. Bütün çektiklerim onu anlamanın anlaşılmazlığıdır ve konunun başka boyutlara taşınmasıdır. Anlaşılmazlık bir altın madenidir, anlaşıldığın an maden biter.

Birinci bürhan şöyle devam eder ” Demek Sani-i Zülcemal’in kendi Zat-ı Akdesine layık öyle hadsiz bir hüsnü cemali var ki bir gölgesi bütün mevcudatı baştan başa güzelleştirmiş (Yunus Emre bu Zatı hissetmiş ki “cennet cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri, isteyene sen ver onu bana Seni gerek Seni.. “ demiş.

Cemal sahibi olduğu için güzel yaratan yani Sani-i Zülcemal. Onun çok daha kutsi Zatına layık bir hüsnü cemali var, hüsnü cemali nasıl anlatacaksın, ikisi de güzellik anlamında, onun hissetdiğini ben hissedemem. Onun zatına layık güzelliğin bir gölgesi bütün mevcudatı baştan başa güzelleştirmiş. Cemal sahibi olduğu için her şeyi güzel yaratan, güzel olan çirkin şey yaratmaz. Dünyadaki güzellikler gölgesinden oluşturulmuş, ya dünya ne o da gölgelik. Gölgelikte gölgelere baka baka… neden Bediüzzaman paranın, kadının, şöhretin, şehvetin, siyasetin , imaretin, mülkiyetin güzelliklerinden kaçmış, o gölgelerle uğraşmaz da ondan. Bunlara yalancı ilgisizlik gösterirsek, birgün maskemiz düşer, asıl maksadınız anlaşılır. Bediüzzaman yalancı ilginin nasıl yıkıcı olduğunu bildiği için bunların yakınından bile geçmemiş.

Ve öyle münezzeh ve mukaddes bir güzelliği var ki bir cilvesi kainatı serbeser güzelleştirmiş, bütün bahsin odağında güzelleştirme ve hüsün kelimeleri var. Bahis bir yerde lahuti estetik, güzellik felsefesi , ama bunlar beşeri sanatlara da uygulanabilir. Bütün büyük sanatcıların , mimarların, heykeltıraşların fiilleri, vasıflarının, vasıfları sıfatlarının, sıfatları şuunatlarının, şuunatları da zati niteliklerden ileri gelir, şuunattan sıfata, sıfattan, vasıflara, onlardan eylemlere giden bir yukarıdan aşağı inen bir akış var.

Ve bütün daire-i mümkinatı hüsün ve cemal lemalarıyla tezyin edip ışıklandırmış, yaratılan her şey birçok ihtimalin ötelenmesi ile meydana çıkarılmıştır, yani olmak ile olmamak arasındaki tercih edici olan Allah ‘ın iradesidir, bütün yokluktan yokluğu iterek varlık sahrasına çıkan her şeyi güzelliği yine onun güzellik ve cemalinin yansımaları ile güzel olmuştur. Bütün kainatı Bediüzzaman güzellik ve sanatkarın ilişkilerinden hareketle izah etmiş. Bu çok zengin bir estetik tevhid bahsidir. Bunlar sonu gelmeyen toplantılarla yapılmalıdır, mütemadiyen elli yıllar elli yıldır siyaset nurların asıl vadisini kapatıyor, herkes gündelik meselelerin konuşması ile uğraşıyor, derler bile bittikten sonra yine siyasete televizyona , gazetelere dönüyor..

 Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org