Hadis-i Şerifleri İnkar Edenlere

Peygamber Efendimiz (sav)’in hayatına uymak her Müslümanın görevidir, Peygamber Efendimiz (sav)’e uymak demek, onun hayatını bilmek demektir. İslam’da sünnet,sahih hadis, teşriin ikinci kaynağıdır. “Hayır, hayır! Senin Rabbin hakkı için, onlar aralarında ihtilâf ettikleri meselelerde seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden ötürü içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın sana tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça, iman etmiş olmazlar.”(Nisa, 4/65)

“O kendi heva ve hevesiyle konuşmuyor. O, kendisine vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir.”(Necm, 53/3-4) “Allah ve Resulu bu işte hüküm verdiği zaman, artık mümin bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resulune karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur” (el-Ahzâb, 33/36)

“Peygamber size neyi verdiyse onu alın ve size neyi yasakladıysa ondan sakının. Allah ‘tan korkun, çünkü Allah’ın azabı çetindir” (el-Haşr, 59/7) İmam Ebu İshak b. Rahuye: “Hz. Peygamber’den kendisine gelen bir haberin doğru olduğuna inandığı hâlde hayatî bir zorlama olmaksızın onu reddeden kâfir olur.” hükmünü vermiştir.

Fetava’l-lecneti’d daime adlı fetva kitabında şu görüşlere yer verilmiştir: “Sünnetle amel etmeyi inkâr eden kimse kâfir olur. Çünkü sünneti yalanlamak, hem Allah’ı hem Resulünü hem de ümmetin icmaını tekzip manasına gelir.(bk. Lecne, el-Mecmuatu’s-sanî, 3/194)

Bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere Sünneti, hadisleri prensip olarak inkar eden dinden çıkar. Hasen hadis;Sahih hadis rivayetinin şartlarına sahip olmayan hadistir, hasen hadisin sıhhat tarafı ağır basan bir hadise ilişmemek gerekir. Bununla beraber, bir kimse samimi olarak, ilmî delillere dayanarak, bu hadisin sahih olmadığına inanıyorsa, bunu inkar etmekte de bir sakınca olmayabilir.

Resul-u Ekrem (sav)’in gerçi her tavrı her hali onun doğruluğuna ve peygamberliğine delildir, fakat her tavrının harikulade olması gerekmez, çünkü Allah, O’nu beşer suretinde göndermiş ta ki her konuda bize rehber ve öğretmen olsun, eğer her fiili olağanüstü olsa idi biz Müslümanlara bir imam ve bir mürşit olamazdı, hal ve tavırları ile ders veremezdi.

İşte bu nedenden dolayı sadece inatçı inkarcılara karşı peygamberliğini ispat etmek için ara sıra olağanüstü işlere mazhar olduğunu görebiliyoruz. İşte onun bu hallerine “mucize” adı verilmektedir. Resul-u Ekrem (sav)’in Peygamberliği vahye dayanır. Vahiy ise iki kısımdır, biri sadece tercümanlıktır ki; ayet ve hadisi kutsi de olduğu gibi hiçbir müdahalesi yoktur, O ancak kendisine vahyedileni söyler, diğeri ise yine vahye dayanır fakat tafsilatını ve tasavvur etmesini kendisi yapar, kendi düşüncesi, örf adet ve geleneklerde bulunan halkın seviyesine göre tarif eder. İşte bu nedenler bütün hareketleri vahye dayanıyor denilemez, yine bazı anlaşılması güç hakikatleri Kuran’da bulunan temsiller vasıtası ile yapar bu sayede insanlar çok zor idrak edilebilecek hakikatleri kolaylıkla anlayabilir.

Bazı hadisler ki, inkarcılar en çok bu nedene dayanır, tek bir kişiden rivayet edilmiş olmasıdır, diğer kişilerin bu hadisi söylememeleri ve yazmamaları olmadığını göstermez. Örneğin bir yemekte aynı yiyecekten 200 kişi yemiş ve doyarak kalkıp gitmiş. Bu hadiste elbette yemek ziyafetinin geçtiği yerdeki kişinin yani ev sahibinin sözü geçerlidir, eğer bunu yemek sahibi söylemiş ve diğer 200 kişi söylendiği zaman sessiz kalmış ise doğruluğunda şüphe yoktur, çünkü iştirak ettiği bir yemekte bereket olmadığını sahabe gibi yalanı asla kabul etmeyen güzide bir topluluk görse idi derhal müdahale ederdi, demek ki haberi vahid denilen tek kişinin söylediği hadisleri zayıf kabul etmek veya inkar etmek büyük hatadır.

Resul-u Ekrem (sav)gelecekten bahsettiği bazı olaylar devamlı tekrarlanan önemli vakıalara ait olabilmektedir. Örneğin Mehdi ile alakalı çeşitli hadisler vardır, bunlar vahye dayanır ve önemli tarihi şahsiyetlerle alakalıdır, dehşetli olumsuz hadiselerden dolayı ye’se düşüp karamsarlığa girmemek için İslam aleminin önemli bir silsilesi olan Al-i Beyt’e (Hazreti Hasan ve Hüseyin’den sonra gelen seyitler cemaati) sarılmayı tavsiye etmiştir, bu sayede her asırda ortaya çıkan büyük asfiya ve Mehdi gibi zatlar İslam yolundan ayrılmamış müminlere rehber olmuşlardır, bütün dalalet fırkaları bir bir sönüp etkisini kaybetmiştir, fakat çeşitli asırlarda gelen bu zatları tek bir şahıs gibi düşünen bazı kişiler ister istemez yanılgıya düşmüşler, birinin özellikleri diğerinden farklı olduğu zaman inkar yoluna gitmişlerdir. Hâlbuki hadisler haktır ve aynen rivayet edildiği gibi zuhur etmiştir, bu hali ile bir mucizedir, lakin hepsini tek bir şahısta farz etmek insanları yanıltmaktadır, bu durumda mehdi gibi zatları inkar etmek değil, her hadisenin farklı yönleri ile düşünülüp ele alınması gereklidir.

Resul-u Ekrem(sav), kendi başına geleceği bilmezdi, sonradan olacak bazı hadiseleri Allah kendisine bildirirdi, çünkü insanların başına gelecek kötü olaylar çoktur, bunları olmadan önce bilmek insana çok ızdırap verir. Mesela ölüm ve ecelin vakti bilinmez, eğer bilinseydi yaklaştığı vakitte inanılmaz derecede korkunç olurdu, işte bu yüzden Allah, resulüne, gelecekte olan üzücü hadiseleri tamamen bildirmemişti, çünkü o çok hassas ve eşsiz merhametli olan Resul-u Zişan (sav) ümmetine ve sahabelere karşı daima böyle kalmıştır, eğer hadiseleri bütün yönleri ile bilseydi çok fazla incinmiş olacaktı. Bundan dolayıdır ki gelecekte olan bazı olaylar kısmen ve ana yönleri ile bildirilmiştir.

Peygamber (sav) her konuda örnek alınması gerektiği için her halinin olağanüstü olması gerekmiyor. Bize öğretmen olması için bu tavırları göstermektedir. O halde onu sade bir insan nazarı ile düşünemeyiz. Hadisler konusunda tereddüdü olanların öncelikle iman hakikatlerini ve İslamiyet esaslarını tahkiki bir surette okumasını ve benimsemesini tavsiye ederiz.

Siyer ve tarihte şahittir ki sahabe efendilerimiz Kuranı Kerim ayetlerinden sonra en fazla Peygamber(sav) efendimizin sözlerinin muhafazasına çalışmışlar, sıhhatine özen göstermişler, en küçük hareketini dahi ihmal etmeyip kayıt etmişlerdir. Abdullah isimli, yedi âlim sahabe ”Abadile-i Seba” da denilen bu sahabe efendilerimiz, Abdullah ibni Ömer, Abdullah ibni Abbas, Abdullah ibni Mesud, Abdullah ibni Ravaha, Abdullah ibni Selâm, Abdullah ibni Amr ibni’l-As, Abdullah İbni Ebî Evfâ hazretleri, ayrıca yine sahabe efendilerimizden Abdullah ibni Abbas ve Abdullah ibni Amr ibni’l-Âs hazretleri de Peygamberimiz (sav) ait söz hareket ve ahkâmları yazıyla kayıt edenlerdendir.
Daha ondan sonra, başta dört imam, müçtehit ve binler muhakkik muhaddisler hadisi şerif naklettiler, yazıyla muhafaza ettiler.

Hicretten iki yüz sene sonra, başta İmam Buharî,İmam Müslim, bu kutsal vazifeyi omuzlarına aldılar. İbni Cevzî gibi binler münekkitler(kötüyü iyiyi ayıran ve onları söyleyen) çıkıp, bazı mülhidlerin(itikadı inancı bozuk) veya fikirsiz bilgisiz cahillerin karıştırdıkları hâdisleri tefrik ettiler, gösterdiler. Buna rağmen günümüzde de akıllarına güvenen bir kısım ehl-i ilim bazı zatlar bu konuda inat etmekte, İmanı zayıf ve enâniyeti kavî bir kısımıda inkâra kadar gitmektedirler.

Din bir imtihandır, bir tecrübedir, alçak ruhlarla yüksek ruhları birbirinden ayırır, olaylardan öyle bahseder ki ne bütün bütün gizli kalsın, nede tam aşikar olup herkes tasdike mecbur olsun. Akla kapı açar, ihtiyarı elinden almaz. Çok açık olsa imtihan sırrı ortadan kalkar Ebu Bekir(ra) ile Ebu cehil ayrılamaz kömürle elmas karışırdı. Ayrıca, İslami meselelerde tabakalar vardır bazıları delil isterken bazıları için zannı galip yani kanaat yeterlidir. İmanı esaslardan olmayan teferruata olan meselelerden kesin delil, sağlam delil istenilmez ret edilmez teslim olunur.

Yine sahabe zamanında Yahudi ve Hristiyan âlimlerinden çoğu İslamiyet’e girdiler, bunların eski bilgileri malumatları da Müslüman oldu, onların geçmişteki bazı gerçeğe aykırı bilgileri İslam’ın malı zannedildi. Peygamber efendimiz “Ümmetimin içinde muhaddesûn vardır” buyurmuş. Muhaddesun; kendilerine ilham olunacaklar demektir. Allah’ın konuşma sıfatı sadece Kur’an’dan ibaret değildir. Peygamber(sav)’e gelen Kutsi Hadislerden tutun, evliya ilhamı, melek ilhamı ve hayvanat ilhamına kadar geniş ve sonsuzdur.

Bazı ehli keşif ehli velayet de bu ilhamları hadis kabul etmiş, halbuki evliyaullahın kalbine doğan manada aksama, hata olabilir. İnsan hatadan uzak olmadığı için bazı hadisi şerif ravilerinin bazı söz ve görüşleri de hadisi şerif zannedilmiş. Peygamber Efendimiz (sav) bazı hakikatleri tasvir ederken Arapların atasözlerinden ve kültürlerinden bazı nakiller yapmış, ta ki o hakikati herkes güzelce anlasın. Daha önce tesis edilmiş olan bu örfte ve atasözlerinde bir eksik bir kusur varsa bu Allah Resulü (sav)’e ait değil o örfü ve atasözlerini daha önce tesis eden topluma aittir. Peygamber Efendimiz (sav) sadece o argümanları hakikatin kolay anlaşılmasında istihdam ediyor. Öyle ise kusur atasözüne ait olup, onu kullanana ait değildir.

Ayrıca, pek çok temsiller benzetmeler vardır, bunlar müteşabih, mecazi manalardır ki alimlerin elinden cahillerin eline geçmesiyle gerçek kabul edilmiş. Mesela balık ve öküz bir misaldir oysa Allah’ın melekleri adeta koca bir balık ve öküz zannedilerek hadisi şerife ilişilmiş, yanlış mana verilmiş. Başka bir örnekte de Peygamberimiz(sav)’in huzurunda derin bir ses işitildi Peygamberimiz(sav) “Bu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp, tâ ancak bu dakika Cehennemin dibine düşen bir taşın gürültüsüdür” buyurdu, vakadan yirmi dakika sonra biri geldi Resulü Ekrem(sav)’e yirmi dakika önce meşhur bir münafığın öldüğünü söyledi.

Resul-u Ekrem (sav)buyurmuştur ki “Kim bile bile benim söylemediğim bir şeyi söylemişim gibi uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın”. İşte şimdi bu hadisi duyan hangi sahabe uydurma hadis çıkarabilir. Son olarak Recep Şentürk’ün bu konudaki görüşlerine de yer vererek yazımızı sonlandıralım. Fıkıh usûlü sayesinde hadisleri doğru algılayıp oradan hüküm çıkarmayı ve uygulamayı belirlemiş oluyoruz. Dikkat edersiniz her şey bir metotla oluyor. Bu da Müslümanlara has bir metottur. Rastgele, kafadan uydurulan bir şey yok. Hiç kimse kafasına göre ‘Bir hadis zayıftır, uydurmadır ya da Kur’ân’a aykırıdır’ diyemez. Ayrıca hiçbir hadis de Kur’ân ile çelişmez. Bu tartışmalar yöntem bilmemekten kaynaklanıyor. Âlimler bu eleştirel metotla özellikle İslâm düşmanlarının birtakım uydurma rivayetleri, sözleri hadislerin içine ekleme girişimlerine engel olmuş, uydurma hadisleri ayıklayabilmişlerdir. Hadis âlimlerimiz geliştirdikleri yeni metot sayesinde sahih, zayıf ve uydurma hadisleri analiz edebilmişlerdir. Bizim İslâm düşünce tarihi içinde en kritik düşünen, en eleştirel yaklaşıma sahip olan ilim adamları hadisçilerdir. Çünkü sürekli olarak Peygamberimiz (sav) adına birileri yalan bir şeyler uydurmak istemiş ve bizim hadis âlimlerimiz de bu hadisleri ayıklayıp reddetmek için sistem geliştirmişlerdir. Allah (cc) ümmeti Muhammed’i bu fitne ateşinden korusun. Âmin.

Çetin KILIÇ

Kaynaklar:
Risale-i Nur Külliyatı
Sorularla İslamiyet
Sorularla risale nur
Vehbi kara
Prof. Dr. Recep Şentürk

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: