Hakikatleri Dile Getirmek

İNSAN ALABİLDİĞİ KÜLTÜRDEN RENK ALIR 

Her ne kadar Allah her şeyin her şeyini inceden inceye bilir, fakat insanın kendisi de nasıl biri olduğunu, iyimi kötümü, dindar mı,  dinsiz mi, ahlak derecesi ne olduğunu bilir. Fakat nefsi kendisine yalınız iyilikleri kabul ettirerek kötülüklerin tamamını reddetmeye çalışır. Bununla beraber Müslümanlar içinde yaşayanlardan hiç biri kolay kolay ben dinsizim demeye cesaret edemez. Böylece bazı kimse Müslümanlığın icaplarını yapmaya yanaşmadığı halde, nefsi kendini müdafaa etmeye kalkarak ben Müslüman değil miyim der, böyle demekle işi hallettiğini zanneder, fakat heyhat!!! Bunu daha iyi açıklamak için on kûsur örnek ile insanların nasıl biri diğerinden çok farklı iki tarz hayat yaşadıklarını anlatarak hakikati daha iyi anlamayı kolaylaştırmaya çalışacağım.

İnsanlardan biri, dünyevi işlerinde çalışırken bile elde ettiği kazançlarını ahirete mal etme yoluna giderken, öteki yalınız  maddi zevklerini düşünerek öleceğini hatırına getirmek istemez.

Biri, Cuma namazlarını kaçırmamaya çalışır, diğeri yalınız bayram namazlarını kılmakla iktifa eder.

Biri, beş vakit namazını geciktirmeden kılmaya gayret gösterirken, diğeri İslam’ın şartlarını yerine getirmekten uzak yaşar. 

Biri, beş vakit namazı az görüp, teheccüd ve duha namazlarını kılmaya gayret eder, diğeri Ramazan ayında Müslüman kisvesine girer, yani farz olan orucunu tutmakla sünnet olan teravih namazını kılarak farz namazlarını terk eder. 

Biri, kendisi mahrum kalsa bile muhtaç olanların ihtiyaçlarını gidererek onları sevindirmeye çalışır, diğeri yalınız kendi menfaatini düşünerek ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne der geçer.        

Biri, ben Müslüman’ım hayatımla örnek biri olmam icap eder kendine diyerek, giyimine kuşamına üstüne başına temizliğine dikkat ederek Müslüman’a yakışır nazik bir hayat yaşar, diğeri üstüne başına dikkat etmeden paspal pejmürde kıyafet’le gezer, kabalık insana yakışmaz bir hal olduğunu hiç düşünmeden hayatını devam eder.

Biri, meyhaneye girmek şöyle dursun, sigara dumanı ile dolu, laklakayla ve boş vakit geçirme yeri olan kahvehanelere bile girmeyi tenezzül sayarak oralara da yaklaşmazken, diğeri bütün sarhoş edici içecekleri kendine meşru sayar maskaralığın tümüne çekinmeden bulaşır.   

Biri, yenmesi haram olan yiyeceklere yaklaşmak şöyle dursun, bütün şüpheli yiyecek ve içileceklerden uzak durmaya gayret göstererek, kiminle oturması lazım kiminle oturmak faydasız olduğunu dikkatinden kaçırmadan yaşamaya çalışırken. Diğeri yiyeceklerine dikkat etmediği gibi, namahremlerle düşüp kalkarak yalınız geçici zevkleri, yani şehvani duygularını tatmin ve çıkarlarından başka hiçbir şeye ehemmiyet vermez. 

Biri, helalı olan hanımının de günahlarından mesul olacağını ve hanımı yalınız bu dünyada ona eş değil ebedi hayatta da onun hayat arkadaşı olacağını bildiği için, onu oralarda kaybetmemek için onun tesettürüne ciddi manada dikkat ederek ehemmiyet verir, diğeri hanımını  evinde mutfak elbiseleri ile gezdirip yabancı misafir geldiği zaman veya herhangi bir yere gitmeye çıkacakları zaman, yeni elbise giymesini emreder, hatta tesettürün şartlarından olan vücut hatlarını belirtmemek şöyle dursun, vücudun ince ve kalınlık yerlerini tam gösterecek şekilde dar elbise giydirerek yüzünü tırnağını boyar (ötekine yol açmak için) berikini gerçekleştirmek manasını taşıyan, başkaları hanımıyla göz zinası yapmaları için hanımının cazip halini ortaya sererek, hiç kıskanmadan onların karşı karşıya sohbet etmelerini müsaade eder. Zavallı düşünemiyor ki yabancı erkek ile yabancı hanım yan yana kaldılar mı biri ateş biri barut manasını alır.  

Biri, hanımının ve kız evlatlarının giyim ve kuşamına dikkat ederek cehenneme birer odun parçası olmamaları için âzami gayret gösterir, çünkü bilir ki sokaktaki mini etekle gezen hanımların etekleri birden o hali almadı, hanım kızların babaları dikkat etmeye etmeye entari ve etekleri birer ikişer santim yükselerek o hali aldı, onların babaları, bütün dini inceliklere karşı lakayt kalıp, “ben ne yapayım evlat bu, öldürecek miyim ” diyerek ahirette hayatın hesabını inceden inceye vereceğini nazara almadan yaşayarak, dünya zevklerinden başka hiçbir şeyi düşünmek istemez.    

Biri, ahiretteki cehennem ateşini düşününce göz yaşlarını tutamayıp, burada en ufak bir ateşin acısına dayanamazken orada bu nazik vücudumun yanması için başka değil, burada yaptığım günahlarımın tamamını temizleyinceye kadar  senelerce vücudum o müthiş azaba nasıl dayanır diyerek, bu düşünce onun uykusunu kaçırdığı halde, öteki hiç düşünmeden öyle günahlara batar ki Allah korusun onun battığı  o günahlı işler ufak bir bahane ile onu inkara kadar götürür, ebedi azaba mahkum edecek dereceye düşürür. 

Biri, bir fabrika sahibi değil, esnaflık yaptığı halde, hizmet ehli olan bir başkasının para ihtiyacını hisseder, ona der, yarın gel  elimde olan  altı dairenin tapusunu senin üzerine yapayım, ama bir şartla kimseye söylemeyeceksin, öteki sokaktaki fakire bir miktar para verdiği zaman, bir yumurta için kot kot sesleri ile mahalleyi ayağa kaldıran tavuk gibi, fakire kaç lira verdiğini herkese anlatır. 

Şimdi, biliyorum ki hemen soracaksınız bu iki kısım vatandaşın  farklı düşünceleri ve eşyaya farklı bakışları nereden doğuyor? 

Bunların bu farklı vaziyete düşmeleri iki sebebe dayanır: Biri manevi, diğeri maddi sebeptir. Biz önce onların manevi sebebini ele alalım.  

Evet, evvelki kısmın fertlerinden her biri Allahın her şeyi yaratma gücüne sahip olduğuna ve O Allah Bu insanları öldükten sonra tekrar dirilteceğine inanır, öteki hayatta ya cehennem ateşinde yanacaklar, veya Cennet gibi burada hiç görülmemiş ve sonu olmayan bir mutluluğu, ya kazanacaklar veya kaybedeceklerine yakinen inandıkları için öyle  davranırlar. 

İkinci kısmın fertleri, manevi gıdalarını alamadıklarından, ya Allaha ve Ahiret gününe inanmazlar, veya inandıkları halde gaflet sebebiyle inandıkları İslam dininin şartlarını yaşamadıkları için o hale düşmüşlerdir.       

Maddi sebebe  gelince: Yukarıda saydığımız bu vatan evlatları biri diğerine bu kadar fark attıklarının sebebini düşününce, hemen anlarız ki, ikinci sırayı alan olumsuz kısmını o hale getiren başka değil, ancak iç ve dış düşmanlar birleşerek bunları o hale getirmek için beraber çalışmalarının neticesinden doğmuştur. Gayelerine kavuşmak için eğitim yolunu seçmekle halkımızı imansız yaparak bu kötü hale düşürdüler. O başarının ana sebebi de maneviyata inanmayan öğretmen yetiştirmek idi ki, vatandaşlarımızdan olumsuz yollara düşenler başka değil o öğretmenlerin mahsulüdür. Yukarıda çok az kısmını saydığım  bu kadar dine karşı lakayt kalmalarına sebep onlardır. 

Evet“İnsan kadar meyilli bir varlık görmedim” hadisi şerifin manasını, 24 milyon k.m mesafeye İslamiyet’i yayan Şehit ve Gazi ecdadın torunları nasıl bu kadar olumsuz taraflara meyil ettiklerini ve  ne hale düşürdüklerini memleketimizde çok yerlerde açıkça görüyoruz. Yukarıda dediğim gibi bu dünyadaki işleri Allah sebeplere bağlamış. Babalar yalınız karınlarını doyurma derdine terk edilirse, öğretmen de öğrencisine âhiret bilgilerinden uzak, yalınız dünya bilgilerini verirse çocuk bir materyalist olmazda ne olur. 

Halkımızın olumsuzluktan kurtulmaları için,  biz Müslüman Türk milletine yolunu gösterip imanını kurtarma yolunda her türlü fedakarlığı göze alan Bediüzzaman hazretleri gibi birini Allah bize gönderdi. Buna ne kadar şükretsek azdır.  Bu mübarek zat milletin dinini imanını kurtarma yolunda 28 sene sürgünlere yollandı hapishanelerde yatmaya razı oldu. Bu zat bu acı günlere sabretmese idi, bugün Türkiye’mizde namaz kılan dedeler nineler çobanlar ve cami hocalarından başka olmazdı. Hatta ve hatta bu zatı 21 defa zehirlemişler, gene öldürmeyen Allah öldürmemiş ve hayatta kalmış. 

Evet en çetin günlerde başta bu zat olmak üzere daha sonra 1945 Bulgaristan’dan gelen Süleyman Efendi ve sonra başka cemaatlerin liderleri de ortaya çıkmasaydılar halımız felaket olacaktı. Allah sebep olarak bu zatları göndermese idi, vatandaşımızın hali, yukarıda bahsettiğim bu ikinci kısım vatandaşımızın halından çok daha kötü bir hale düşme ihtimali ile karşılaşmamak imkansız olurdu. 

Hulasa  Türkiye’deki laik idarenin mahsulü olan kanunlarımız dini teşvik değil, yalınız materyalist eğitim veriyor. Bir çocuk gittiği okuldaki öğretmenden ve dinine karşı yozlaşmış anne  babasından insanlık kimliğini öğrenemez ki. İnsanlık kimliği nedir derseniz? İşte insan nedir:

İnsan nereden geldi, buraya ne için geldi, onu kim gönderdi ve en son nereye gideceğini bu insan öğrenemezse, eşyayı tesadüfe sebeplere tabiat gibi akılsız kör sağır olumsuz şeylere ve Evrim teorisine havale etmekten başka çaresi yok, Böyle dine karşı yoz kalan benim vatandaşım kendisini ve her şeyi hiçten yoktan yaratan Allah’ını nasıl bulsun? Bunun neticesi vatandaş böyle vahim neticelere düşmekten kendini nasıl kurtarsın? 

Bakın laik ve demokrasi demek, dindarı da dinsizi de yaşamasında serbest bırakmak demektir. Halbuki Türkiye’de idare olunduğumuz, sistem  layık fakat ya unutulmuş veya kasıt var ki, memleketimizin insanının: % 99,60 Müslüman bir memleket. Memleketimizde insanımızın yaşadığı serbest olmaktan uzak kanunlarımıza Avrupa gavurunu şaşırtacak bir şekildedir. Laik kanunlarla idare olunan bir devletiz kullanıyoruz, öyle ama kadınların açılmasında sınır yok, ama kız öğrenciler üniversiteye baş örtüsü ile gitme şöyle dursun, onların zavallı anneleri evlatlarını ziyaret etmeye bile başörtüsü ile üniversiteye gidemiyor. Buna “Ne bu perhiz, ne bu lahana turşusu” derler.

Hadisi şerifte: “Hepiniz çobansınız, çoban sürüsünden nasıl mesul ise sizde mahiyetinizdekilerden öyle mesul siniz.” Bundan anlıyoruz ki, evladına din terbiyesi vermeye uğraşmayan bir baba cehennem ateşinde yanmayı hak edeceğine  göre,   milletimizi imansızlık vadilerine itenlerin hali orada acaba ne olacak çok merak ediyorum? Başka elimizden gelmez, yazımıza Allah başımızda olanların başlarına akıl kalplerine iman nasip etsin diyerek yazımıza son veriyorum. 

Düştüğümüz hal için göz yaşla ağlayan ve o halden kurtulmaları için ağzı ve kalemi ile dua eden kardeşiniz

Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: