Hakiki Saadet Marifettullah’tadır!

Bediüzzaman  Mektubat, yirminci mektubunda şöyle diyor:“Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullah’tadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenâb-ı Hakk’ı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara, ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. “

Evet, Allah’ı tanımayan asla saadete, sevince ve lezzete ulaşamaz. O zaman gerçek saadet ve sevinç ve lezzet bil mecburiye Allah’ı tanımakla mümkündür. Yoksa ruh, akıl ve kalp daima tedirgin, sıkıntı ve korku içinde kalır.

Bütün korku ve sıkıntılardan azat olabilmek için; o zaman kâinatı halk edeni bilmek ve ona teslim olmakla olur. Güneş, ay ve sair gezegenler her biri bir nizam ve intizam dâhilinde hareket ediyor, bu hareketle hiç biri diğerini rahatsız etmeden, gürültü patırtı çıkartmadan, güzergâhını şaşırmadan hem de suratla gidiyorlar. Şayet bu gezegenler başıboş ve serbest dolaşsaydılar kâinat nizam ve intizamsızlıktan dolayı hercümerç olacaktı. Oysa kâinatın yaratılışından bu yana, hiç bir gezegen yolunu şaşırmadan aldığı emir üzerine istikametle yoluna devam etmektedirler.

Keza, dünyada aciz ve zayıf yavrulara bakın! Cenab-ı Allah tarafından annelere verilen şefkatten dolayı anneler hassasiyetle bebeğini besler, seve seve ve zevkle onların üzerine kol kanat gerer. Canavar suretinde olan bir dişi hayvan bile yakaladığı avı yemeden yavrusuna yedirmesi tamamen ilahi bir şefkat ve rahmetin neticesidir. Tavuk gibi korkak bir hayvan dahi yavrusunu köpekten korumak için, kafasını bedel olarak verdiğini bilinmektedir.

Bir televizyon programında: Bir aslan; bir maymunu yakalayıp parçalarken, maymunun ayakları arasında yavrusunu görür. Aslan, parçaladığı maymunu yemez. Yaptığından da büyük bir pişmanlık duyduğunu lisan-i haliyle gösterir. Amma ne yazık anne maymunun geri dönüşü olamayacağını da anlar. Aslan, yavru maymunu alıp büyüyünceye kadar şefkatle besler. Cenab-ı Allah bu canavar hayvanı bu yavruya musahhar bir anne yapar. İşte her varlığın rızkını mükemmel bir şekilde ve vakti vaktine temin eden Allah, gerekirse bir aslanı bir maymunun yavrusuna emirber eder.

Konu aslan gibi bir canavardan açılınca; canavar suretinde olan kediyi de hatıra getirdi, şöyle ki: Köyde bir kedimiz vardı, yılda iki kez her seferinde bazen iki, bazen dört yavru doğururdu. Büyük bir şefkatle yavrularını besler ve büyütürdü. Bir gün yakaladığı bir fareyi, yavruların önüne bırakırken ben de seyretmeye başladım. Anne kedi, yavrularına fare yakalama tatbikatı göstermeye başladı. Adeta bir askeri savaş manevra ve taarruz harekâtı gibi, avın yakalama ve savunma rolü nasıl yapılır, yavrularına gösteriyordu. Acıktığı zaman annemin yanına gider, başını kaldırarak lisan-i haliyle bir şey istediğini anneme hissettirirdi. Dışarı çıkmak istediğinde gene kapının önüne gider beklerdi. Hal ve hareketleri adeta bir yerde ders ve talim almış gibiydi.

Bediüzzaman, “ On altıncı mektupta kedi bahsinde şöyle diyor: “Evet, hazin mırmırlarını dinlesen, “Ya rahim, ya rahim” çektiklerini anlarsın.” Canavar suretinde görünen bu hayvan dahi Allah’ı tanıyıp lisan-i haliyle O’nu zikir ediyorsa. Bir canavar aslan; Bir maymunun yavrusuna şefkat gösteriyorsa; kâinatın en kıymettar varlığı olan insan, Allah’ı tanımaz ve ona ibadet etmezse her halde bu nankörlüğü ile canavar bir hayvandan daha geri ve daha zalim olsa gerek.

Kur’an’ı kerimde şöyle bir emir var:“Yedi gök, arz ve bunların içinde bulunanlar, O’nu tesbih ederler. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur, ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O, Halîm’dir, çok bağışlayandır.”(İsrâ, 17/44)

Mahlûkatın fitri ve hali yaptıkları dua ve tesbihler, tamamen Allah’a işaret ve delalet ediyor. Nasılki bir ayna üstünde yansıyan güneş ışınları, güneşin varlığına delalet ediyorsa, aynı şekilde bütün varlıkların fıtri ve hali tesbih ve duaları Allah’ın varlığına ve birliğine şehadet ediyorlar. Dolayısıyla her şeyi Allah’tan bilmek, en büyük nimet ve lezzettir.

Aklın havasına müptela olan ahmaklar her şeyi tabiata ve tesadüfe havale ederek, kalp, ruh ve akılları sürekli endişe ve korku içinde kalıyor. İşte bu korku ve endişe o tabiat perestlere hayatı zehir ediyor. Yokluk endişesi onları perişan ediyor. Adeta bu dünya onlara bir zindan ve azap oluyor. Ölüm gibi bir hadise önünde perişan kalıyorlar.

Ölümün önünde durabilmek ancak marifet ve muhabbet ile hallolur. Allah’ı tanıyan ve ibadet ile onu sevdiğini gösteren bir mümin için, ölüm ebedi bir âlemin kapısı, sonsuz bir saadetin başlangıcıdır. İşte ölümün hakikati ancak marifet ve muhabbet ile çözümlenebiliyor. Küfür ve inkâr ise azaptır. İnsanı dehşete atıyor. Bu nedenle hakiki ve halis sürur ancak marifetullah ve muhabetullah’tadır.

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

27.11.2013

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: