Hakkı Tebliğ İmanı Kurtarmakla Başlar

“Hakkı tebliğ imanı kurtarmakla başlar.” Bunu, Emri ma’ruf nehyi münker vazifesini yapanlar yapar.
Ayeti Kerimede Allah Peygamberimize: “Belliğ ma ünzile ileyke.” (Sana nazil olanı tebliğ et.) buyuruyor. Bu tebliğde en başta, Allah’ın varlığını ispat etmek gelir. Müslüman olmak için, önce Allah’a inanmak lazım, sonra Peygamberimize a.s.m. inanmak gerektir. Ondan sonraki, tebliğ imanın öteki şartlarıyla devam eder. Bu tebliğin adı: “Emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münkerdir”

Kur’an’ı Kerim’in temel ve en önemli hedefi arasında Allah’a karşı vazifelerini yerine getiren insanlar yetiştirmek ve onların hayatlarında karşısına çıkacak sorulara cevap vermek ve bu insanlardan sağlıklı nesiller yetiştirmektir. Kur’an içerisinde sağlıklı bir toplumu yetiştirecek emir ve dinimizce yasaklayan hususları hakkında da, emir ve tavsiyede bulunmak her müminin ana vazifelerindendir.
Peki, emri maruf nehyi anil münker ne demektir? Bunu bir düşünelim! Karşımızda biri koşup gidiyor, ama nereye gittiğini bilmiyor. Sen kesin olarak biliyorsun ki, o yolda yürüyenlerin sonu ateştir. Şimdi düşünün oraya gideni kurtarmağa uğraşmamak. Ya hainlikten doğar, veya sende onun gibi cahilsin ki, yolun sonu nereye vardığını bilmiyorsun. Bahsettiğimiz bu meselenin en acısı, anne baba evlatlarına hiç din terbiyesi vermemiş. Evlatlar bölük çağına gelmişler namaz kılmıyorlar. Evlatlardan kızlar, yüzlerini boyayıp, sokaklarda yarı çıplak geziyorlar. Allah’ın kanunu Kur’an-ı Kerime göre, bunların gittikleri yer cehennem ateşinden başka bir yer değildir. Bu gün bu hususta en büyük vaballi anne babalardır…
Marufu emretmek, münkerden alıkoymak sorumluluğunun ağır bir yük olduğunu Hz. Peygamber (s.a.s.)’in şu sözü ortaya koymaktadır: “Bana hayat bahşeden Allah’a andolsun ki, siz ya iyiliği emreder kötülükten alıkoyarsınız ya da Allah kendi katından sizin üzerinize bir azap gönderir. O zaman dua edersiniz fakat duanız kabul edilmez” (Ebû Dâvûd, Melâhim, 16; Tirmizî, Fiten, 9; İbn Hanbel, V, 388).
Emr-i maruf farzdır. Peki Müslümanlara farz olan Emr-i bilmaruf, nehyi anil münker, nasıl yapılır? Bunu kimler yapabilirler? Ne zaman farz olur ne zaman caiz olmaz?
İnsana bu emir farz-ı ayn değil, farz-ı kifayedir. Yani, herkese farz değil, gücü yetene farzdır. Her gücü yetene de farz değildir. Bir yerde, bu işi yapanlar varsa, diğerlerine farz olmaz. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de mealen buyuruluyor ki:
“İçinizde, hayra çağıran, marufu emreden ve münkeri nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerdir.” [Âl-i İmran 104]
Çok mühim olan emr-i marufun bazı şartları vardır. Mesela “Emr-i maruf yapan, aynı kötülükleri kendisi işlememelidir. İşlerse sözü tesirli olmaz. Kur’an-ı Kerimde mealen, “İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz? buyuruluyor. [Bekara 44]
Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker, farz-ı kifayedir. Maruf, dinimizin emredilen hususlardır. Münker ise, dinimizin yasakladığı işlerdir. Yani Allahü teâlânın razı olmadığı işlerdir.
Emr-i maruf çok mühimdir. Emr-i maruf yapılmazsa, ilim yok olur. Cehalet ve sapıklık yayılır. Fitne her tarafı kaplar. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
“Allahü teâlânın yeryüzünde şehitlerden üstün mücahidleri vardır. Bunlar, emr-i maruf ve nehy-i münker yapanlardır.” (İ. Gazali)
Müslüman olan, bir kardeşine dini bir nasihat etmeden önce, o işi kendisi yapmış olacak ki, yaptığı nasihat tesir etmiş olsun. Yoksa Peygamberimizin Miracda gördüğü  insanlar gibi olur. (Miracda, ateşten makaslarla dudakları kesilen insanlar gördüm. Kim olduklarını sordum. Onlar da “İyilikle emreder kendimiz yapmazdık. Kötülükten nehyederdik; fakat kendimiz sakınmazdık” diye cevap verdiler.) [İbni Hibban]
Emr-i maruf çok mühim olduğu için, insan, kendisi her iyiliği yapamazsa ve her kötülükten kaçamazsa da, gücü yetiyorsa, emr-i marufta bulunması gerekir. Hazret-i Enes, “Ya Resulallah, tamamen yapamadığımız bir şeyi emretmeyelim mi? Kendimiz tamamen sakınamadığımız bir şeyi nehy etmeyelim mi?” diye sual edince, Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Her ne kadar iyiliğin hepsini yapamasanız ve her ne kadar kötülükten sakınamasanız da, emr-i maruf ve nehy-i münker yapınız lazım!” [İ. Gazali]
“Sizde iki sarhoşluk ortaya çıkmadıkça Allah tarafından gelen hak din üzere devam edersiniz. Cehâlet sarhoşluğu ve dünyaya aşırı düşkünlük. Siz iyiliği emreder, kötülüğe engel olur ve Allah yolunda cihad ederken içinizde dünya sevgisi oluşuverince iyiliği emretmez, kötülüğe engel olmaz ve Allah yolunda cihadı bırakırsınız. O gün Kitap ve sünnetin emirlerini yaymaya çalışanlar Ensâr ve Muhâcirlerden İslâm’a ilk giren kimseler gibidirler” (Bezzâr, Mecmau’z Zevâid, VII, 271);
Abdülgani Nablusi hazretleri buyuruyor ki:
“Söz ve yazı ile emr-i maruf âlimlerin vazifesidir. Kalb ile, dua ederek günah işleyene mani olmaya çalışmak da her müminin vazifesidir. El ile müdahale ise devletin vazifesidir.” (Hadika)
Sonuçta marufun emredilmesi, münkerin yasaklanması meselesi, sadece bir fetvâ olayı değil, aile, hukuk, siyaset ve ekonominin her zaman iç içe geçmiş bir şekilde şerîatın gerekleri doğrultusunda savunulması ve yaşanması demektir. Bu, sistemli bir davet çalışmasını gerektirir. İslâm’ın ilk yayılışı da böyle olmuştur. Ehl-i kitab’a karşı veya müşriklere ve diğer gayri İslâmî zümrelere karşı tek geçerli davet metodu Resulullah’ın sünnetidir. Bunu ancak Resulullah’ın sünnetiyle açıklayabiliriz.
Tabi ki geçmişte yaptığımız hataların affı mümkün ama boş geçirdiğimiz bir günü tekrar yapmak mümkün deyip o işi yapmak kolay değil. Ne yapıp ne edelim, ibadetleri kazaya bırakmadan yapalım. Çevre ve toplum bizi iyiliğe teşvik etmeyebilir. Biz arayıp bulalım, iyi işleri örnek alalım. Kötülüğü değil… Rabbim ayaklarımızı sabit kılsın iyilerle ve iyilikle ölmeyi nasip eylesin…
Abdülkadir Haktanır