Hamala küfe yük değildir!

Yıllar önce bir hamalla karşılaştım. Sırtında ağır bir yük vardı. Alnından ter damlıyordu. Belki bir yardımım olur umuduyla yanında yürüdüm. Yükünü bir kitapçının önünde indirdi. Cebinden çıkardığı mendille terini sildi. Merdivenlerin üzerine oturdu.

Dedim ki, “Çok yoruldunuz.” “Allah’a şükür” dedi, “Elimiz ayağımız sağlam. Kimseye minnet etmeden geçimimizi temin ediyoruz.” Devam etti: “Elbiselerim terden, tozdan çamur gibi oluyor. Hanım bunları yıkarken şikâyet etmiyor. Biliyor ki hamallık yaparak, eve ekmek götürüyorum. Elhamdülillah. Huzurlu bir hayat yaşıyoruz.

Bir gün dağlık bir köyün kahvesine oturdum. Bir köylü geldi. Dedi ki, “Ben seni tanıdım. O kitapları sen mi yazdın?” Evet, dedim. “Bu kadar harfi nasıl yazdın tek tek, canın sıkılmadı mı?” diye sordu. “Sen de tarlayı sürüyorsun, ekiyorsun, biçiyorsun, buğdayı samandan ayırıyorsun; bunları yaparken canın sıkılıyor mu?” dedim. Anladım, dedi. İlave ettim: “Sevdiğimiz iş bizim için zor değildir. Eğer mümkün olsa, her insanın yaptığı işi tek tek yazsak görürüz ki Allah her iş için bir kul yaratmış. Kullar için de iş yaratmış.” O köyde çoban çobanlığından memnun, Allah’a şükrediyor. Çiftçi çiftçiliğinden memnun, Allah’a şükrediyor. Allah iş taksimi yapmış. Bu iş taksimine göre de adam yaratmış. Böylece dünyanın huzurunu temin etmiş. Elbette iş taksiminin doğru işlemesi için toplumda adaletin sağlam durması gerekir.

Bahçıvan kiraza vişne aşısı yapar. Bu demek değildir ki vişne kirazdan daha üstün. İkisi de meyvedir. İkisi de vitamin taşır. Ama o sırada vişneye ihtiyaç olmuştur. İnsanın da insana üstünlüğü yoktur. Allah her canlıya akıl vermiştir. Akıllı olmak önemli değildir. Aklını nerede kullandığın önemlidir. Her insanda yeteri kadar kabiliyet vardır. Üstünlüğümüz Allah’ın verdiği kabiliyette değil de, bizim o kabiliyeti insanlara faydalı olmak için kullanmamızdadır.

Herkese farklı imkânlar verilmiştir. İmkânlarımız farklı olduğu gibi görevlerimiz de farklıdır. Böylece birbirimize hizmet ederiz, birbirimize sahip çıkarız.

Rızkı Allah verir. Kulları arasında bölüştürür. Zenginlik verir, imtihan eder. Fakirlik verir, imtihan eder. Zenginin imtihanı şöyledir: Rabb’inin verdiği servetle, sanki servet onunmuş gibi büyüklük taslayacak mı? Servet bakımından üstün olmasının sebebinin, başkalarının işlerini görmek olduğunu anlayacak mı?

Çiftlik sahibi zengin bir adam hastalandı. Doktorlar demiş ki, kısa zamanda ölürsün. Adam evine gitmiş. Eline uzun bir değnek alıp dışarı çıkmış. Değnekle kapının önündeki ağaca vurmuş, bağırıyormuş: “Neden benimle gelmiyorsun?” Dönüp evin kapısına, penceresine vurmuş: “Neden benimle gelmiyorsunuz?” Ahıra gitmiş. Atlara vurup avazı çıktığı kadar bağırıyormuş: “Neden benimle gelmiyorsunuz?” Eve dönmüş. Kasaya vurmuş: “Neden benimle gelmiyorsun?” Tekrar dışarı koşmuş. Kendini yerden yere vurmuş. Toprağa sarılıp “Ölmek istemiyorum” diye bağırıyormuş. Dinden uzak kalınca, öleceğini de, öldükten sonra dirileceğini de unutmuştu. Servetin ve makamın hiçliğinin farkında olmadan günlerini boş geçiriyordu. Kibre kapılıyordu. Hiç ölmeyeceğim zannıyla yaşarken birdenbire düştü bayıldı. Bayılmalar birbirini takip etti. Son bayıldığında da uyanmadı. O böylece ahirete gitti; serveti, makamı, her şeyi geride kaldı.

Hiçbir zaman servete karşı değiliz. Ancak servet denize benzer. İçine almazsan yüzersin, içine alırsan boğulursun.

Nice insan vardır ki zengin olunca dersi, camiyi, hizmeti unutmuştur. Çünkü işleri ipek böceğinin iplikleri gibi onu sarmış, koza yapmıştır.

Bir adama sırf makam, servet sahibi diye hürmet gösteriliyor, bu adam sahip olduklarından dolayı üstün tutuluyorsa toplumda bozgun başlamıştır. Hürmet göstermek ve görmek için “kul” olmak yeterlidir. İlk insan yaratıldığında ona saygıyı reddeden tek varlığın ne olduğunu unutmamak gerekir. Hamalı küfe gibi görmemek gerek…

Hekimoğlu İsmail / Zaman Gazetesi