Hastalar Risalesi Finlandiya’ya Şifa Olacak

Bediüzzaman’ın “Sungur benim evlad-ı manevîyemdir” diyerek ‘Fena-Fil-Risale‘ iltifatına mazhar ettiği Mustafa Sungur, (Üstad’ın): “1948’de meşhur Afyon davası nedeniyle Bediüzzaman Said Nursî’nin tevkif edildiğinde tüm zor şartlar ve haksız muameleler karşısında ümidini hiç yitirmeden, kibrit kutularına gizlice El Hüccetüz-Zehra Risalesi’ni yazıp ‘İnşaallah bunu bir zaman Avrupa’da neşredeceğim’ dediğini aktarıyor anılarında. Bir gün Üstad’dan “Ben o bayramları görmeyeceğim, siz göreceksiniz” sözünü işitir Mustafa Sungur. “Hayır Üstad’ım siz de göreceksiniz” şeklinde mukabele eder. O da “Hayır. Ben görmeyeceğim. Sen evladım Sungur, gelir kabrimde o bayramları bana söylersin.” karşılığını verir.

Bediüzzaman’ın haberini verdiği vakit olsa gerek bu günler. Zira bizzat Üstad’ın manevî evladım dediği M.Sungur ile “İstanbul’un Hüsrev’i” dediği M. Fırıncı’nın duası ve himmetiyle aylardır süren hummalı çalışma netice verdi. Dünyadaki ilk Fince risale basıldı. 1946 senesinde Mustafa Sungur, Safranbolu’da genç bir muallim iken, oranın müftüsüne sorduğu soruda saklıydı sanki her şey. “Eskimolar var Sibirya’da, onların hali ne olacak? Onlara tebligat olmamış” demişti.

Sene 2011 ve Bediüzzaman’ın “Elbette, nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya manevî bir kıyamet başlarına kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’an’ı kabul etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın din-i hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi, rû-yi zeminin geniş kıt’aları ve büyük hukûmetleri, Kur’an-ı Mucizu’l-Beyan’ı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh-u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü bu hakikat noktasında kat’iyen Kur’an’ın misli yoktur ve olamaz. Ve hiçbir şey bu mucize-i ekberin yerini tutamaz.” sözü hayat buldu.

Finlandiyalı eski bir gazeteci-çevirmen Heidi Denizhan’ın gayretleri meyvesini verdi. İntihar oranlarının yüksek olduğu, her türlü ahlâkî erozyonun yaşandığı, ateizmin ve çok ciddi varoluşsal sorunların insanları allak bullak ettiği Kuzey Avrupa coğrafyasının, aslen Asyalı olan ülkesi Finlandiya, Nur’ları çok sevdi.

Her şey 81 yaşlarındaki yaşlı akrabasına İngilizce Hastalar Risalesi’ni okumasıyla başlar. Kendisinde çeşitli kanser rahatsızlıkları, alzheimer ve romatizmal ağrılar bulunan yaşlı kadıncağız, risaleden o kadar feyiz alır ki ahirete dair varoluşsal kaygıları izale oluverir. “Demek ki Kur’an bu tarz şeylerden bahsediyormuş bilmiyordum.” der. Kadının fıtrat dinine yakınlaşması bu kitap ile gerçekleşir. Ancak alzheimerın tesiriyle aradan geçen bir haftada her şeyi unutur. Tekrar anlatırlar. Yaşlı kadın bu kez, “Fince bir eser olsa idi bu kadar unutmazdım.” arzusunu dile getirir. Allah bu vesileyle Heidi Hanım’ı bu yola sevk eder. İkinci sebep Heidi ve Emre Denizhan çiftinin sırayla vefat eden iki bebekleridir. Üzüntüden psikolojisi altüst olan ve depresyona giren Heidi Hanım’a kocası İngilizce Hastalar Risalesi’nden ‘Çocuk Taziyenamesi‘ni okur. O andan itibaren kaybettiklerine bakış açısı değişmiştir. Peygamberimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) erkek evladı İbrahim’in vefatında, gözyaşı döktükten sonra ifade ettiği “Göz ağlar, kalb mahzûn olur. Biz, Rabb’imizin rızasına uygun olmayan söz söylemeyiz. Ey İbrahim, seni kaybetmekten dolayı hüzün içindeyiz.” ifadelerini bizzat yaşar. Fakat kadere isyan etmez.

Üstad Bediüzzaman’ın tavsiyeleri onu kendine getirir: “Aziz kardeşim, senin gibi müminlerin evladı vefat ettikleri vakit şöyle düşünmeli: Şu veled masumdur; onun Hâliki dahi Rahîm ve Kerîm’dir. Benim nâkıs terbiye ve şefkatime bedel, gayet kâmil olan inâyet ve rahmetine aldı. Dünyanın elemli musibetli, meşakkatli zindanından çıkarıp cennetü’l-firdevsine gönderdi. O çocuğa ne mutlu! Şu dünyada kalsaydı, kim bilir ne şekle girerdi! Onun için ben ona acımıyorum, bahtiyar biliyorum. Kaldı kendi nefsime ait menfaati için, kendime dahi acımıyorum, elîm müteessir olmuyorum. Çünkü dünyada kalsaydı, on senelik muvakkat (geçici) elemle karışık bir evlat muhabbeti temin edecekti. Eğer salih olsaydı, dünya işinde muktedir olsaydı, belki bana yardım edecekti. Fakat vefatıyla, ebedî cennette on milyon sene bana evlat muhabbetine medar ve saadet-i ebediyeye vesile bir şefaatçı hükmüne geçer” gibi ifadeler karşısında kendisini toparlar.

Hayra yorulan rüyalar

Karı-koca bazen evden hiç çıkmayarak çeviri işine yoğunlaşır. Bir iki sayfayı çeviri yaptıktan sonra okuduklarında, Heidi Denizhan’ın kaç defa bunu kendisinin yazdığına inanamadığını anlatıyor Emre Bey. Biraz tercüme yapınca bunu Finli insanlara okuyup tepkilerini ölçerler. Müsbet netice aldıkça daha bir aşkla yola revan olurlar. Günler haftaları, haftalar ayları kovalar. Heidi Hanım’ın da bazı rahatsızlıkları vardır. Hastalar Risalesi derdine derman olur. O günlerde bir rüyasında Hira Mağarası’nı ve etrafında yüzlerce göl bulunduğunu görür. Malum Finlandiya, irili ufaklı 300 bin gölü olan bir ülke. Rüyası hayra yorulur. Daha bir istekle çeviriye devam eder. Eşi Emre Bey ise tam kitabın bitme aşamasında bir rüya görür. O da Hira Mağarası’na elinde bir tepsi ile girdiğini görür. Artık iyice heyecanlanırlar. Adeta karı-koca, Hasan Feyzi (ra) gibi, “Bir zerrecik olsun bulayım.” deyip ararken, Feyzi’nin “Düştüm yine derya gibi bir Nur’a bugün ben.” ifadelerini bizzat yaşamaktadır.

Son tashihatı da yaptıktan sonra kitap baskıya yollanacağı sırada, Heidi Hanım dışarıda sarhoş bir serseri tarafından -hiçbir sebep yok iken- darp edilir. O günlerde rahatsızlıklarından dolayı günlük çeviri mesaisini azaltmıştır. O sebepten bir şefkat tokadı yediğini düşünür. İlahî bir uyarı olarak yorumlar elim hadiseyi. Hastaneye kaldırılır. Tedavi altında iken özel doktoru ve diğer hekimlere yazdıkları Hastalar Risalesi’ni anlatırlar. Allah’ın kendilerini oraya sevk ettiklerini düşünmeye başlamışlardır artık. Doktorlardan bir tanesinin ciddi bunalım içinde olduğunu ve 10 gün öncesine kadar intiharı düşündüğünü öğrenirler. Elinde Hastalar Risalesi olan hastamız, doktoruna reçete verir gibi onun yaralarını sarmaya başlar. Doktor alır ve bir çırpıda okur. Ardından “Madem böyle eserleriniz var, insanlarımıza neden vermiyorsunuz?” diyerek çıkışır hastasına. Hastanedeki doktor ve hemşirelere kitap okutulur bu vesileyle. Ortak kanaat, risalenin dinî bir kaynak olmadığı ve tüm dünya insanlarına hitap eden evrensel bir dili olduğu yönündedir.

Okuyan insanların hemen hepsinin kanaatleri müsbet olunca son kontroller yapılır. Finlandiya’nın ünlü dil bilimci bir profesörü kitabı inceler. Nihayet mutlu bekleyiş sona erer ve Hastalar Risalesi, ‘Viesti Sairaille‘ (Hastalara Mesajlar) isminde kitapçık olarak basılır.

Hıristiyan bir vakıf hastanesinin yaşlılar bakımhanesinde çalışan Ahmet Kul, Hastalar Risalesi’ni alarak, vakfın yöneticilerine kitabı götürüp okumaya karar verir. Yaşlıların sıkıntılar içerisinde olduğunu anlatan Kul, bu eserin çok faydalı olacağını düşünüyor. Emre ve Heidi çifti şimdi oradan gelecek müsbet neticeyi bekliyor. Emre Bey’in bir arkadaşı da risaleyi alarak tanıdığı restoran sahibi Muhittin Tosun Bey’e götürür. Tosun’un eşi Teija Hanım’ın Finlandiyalı ve tahsilli olduğunu öğreniyoruz. İlk olarak başlarından geçen enteresan bir hadiseyi paylaşıyorlar bizimle. Dört yıl evlerinde bir cins tavşan beslerler. Evin bireyi haline gelir ‘uzun kulak’. Bir gün tavşan bir hastalığa yakalanıp felç olur. Veteriner, “Fazla acı çekmesin, öldürelim.” der. Fakat bayan bunu kabul etmez. Alır eve getirir. Aylarca ona bakarak her türlü ilgiyi gösterir. Kucağında uyutur. Yemek yedirir, su içirir. Bir gün eşinin seccadesini alarak tavşanı içine sarar. Muhittin Bey, eve geldiğinde seccadeye sarılı tavşanı görünce biraz morali bozulur. Ama hanımının verdiği cevap üzerine ne diyeceğini bilemez: “Sen burada namaz kılıp dualar ediyorsun. Bu seccadede tesir olacağını düşündüm ve tavşanımı onunla sardım sarmaladım.” Tavşan, mucizevî bir şekilde düzelmeye başlar. Ve tam iki yıl daha sağlıklı olarak yaşar.

Tosun çifti, inancın ve duanın hastalara pozitif etkisini bizzat görür bu vesileyle. Hastalar Risalesi’nin Fincesi Teija Tosun’a hediye edilince çok etkilenir. Evinin her duvarı kitapla dolu olduğu ifade edilen ve hayatı boyunca kitaptan başını kaldırmayan birisi olarak, Hastalar Risalesi’ni okumaya başlayınca daha ilk sayfadaki “Ey biçare hasta! Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil, belki bir nevi dermandır. Çünkü ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zayi olur. Hem rahat ve gafletle olsa, pek çabuk gidiyor. Hastalık, senin o sermayeni büyük kârlarla meyvedar ediyor.” ifadeleri karşısında şoke olur. Bir an duraklar. Bugüne kadar okuduklarından farklı gelmiştir. Ve hemen bir solukta kitabı bitirir. Daha sonra eline kâğıt kalemi alarak eseri tekrar okumaya başlar. Notlar alır. Eşi Muhittin Bey’in ifadesine göre hayatı boyunca kitap okuyan ve bitirince bir kenara koyan eşinin bu davranışı çok anormaldir. Ama asıl şaşkınlığı kitabı hediye eden kişi Abdurrahim Salih yaşar. Hanımefendinin birçok rahatsızlığı bulunduğunu daha sonra öğrenir. İhtiyaca binaen bir ihsan-ı İlahî olduğunu anlar bu hadisenin.

23. SÖZ VE KÜÇÜK SÖZLER DE ÇEVRİLİYOR

Heidi Hanım’ın arkadaşı Katarina, Finlandiya’da tanınan bir yayınevinde çalışmaktadır. Bir gün karşılaşırlar. Ve Hastalar Risalesi projesini duyar. Yayınevinde meseleyi gündeme getirir. Ardından Heidi ile bu kitap üzerinden anlaşma yapmak istediklerini ve tüm Finlandiya’daki kitapçılara kitabı dağıtabileceklerini teklif ederler. Heidi-Emre çifti, hızlı gelişen süreç karşısında şaşırır ve şükrünü nasıl ifa edeceklerini bilemezler. Büyük sevinç yaşayan çift, bugünlerde yayınevi ile bir anlaşma sağlanacağını umuyorlar.

Emre Bey, risaleyi kilise müdavimlerinden Christian adlı bir kişiye okutur ve kanaatlerini söylemesini ister. Bay Christian, kitap karşısında ne diyeceğini bilemez ve “Bu kitap herhangi bir dine mensup değil. Bu kitap dünyadaki tüm insanlara hitap ediyor. Her hastaneye ve her kiliseye vermelisiniz bu kitaptan. Her doktor bu kitabı okumalı.” der.

Emre-Heidi çifti, şu sıralar 23. Söz ve Küçük Sözler’i çeviriyor. Bu hummalı çalışmanın aksamadan devam etmesi için “Mühim ve büyük bir umûr-u hayriyenin çok muzır manileri olur. Şeytanlar o hizmetin hadimleriyle çok uğraşır.” sözünden hareketle çok duaya ihtiyaçları olduğunu söylüyorlar bizlere. Emre Denizhan’a daha ne kadar süre Finlandiya’da kalacaklarını ve Türkiye’ye dönüş yapıp yapmayacaklarını soruyoruz. Verdiği cevap, en az anlattığı olaylar kadar bizi etkiliyor: “Benim için Türkiye sayfası kapanmıştır. Allah’ın izniyle buradan ayrılmayacağım ve vefatım da burada olacak. Önümüzde çok işlerimiz var. Buradaki insanlara faydalı olmak istiyoruz. ‘Yaratılanı seviyoruz Yaradan’dan ötürü’ düsturunca bu ülkedeki insanların elinden tutabilirsek ne mutlu bize. Şimdi internet sitemizi açtık (www.risaleinur.fi) ve pdf olarak kitabımızı yayına verdik. Yaşadığımız bu topluma faydalı olacak şekilde master ve doktora çalışmalarına ilham vereceğine çok inanıyorum bu eserlerin. Toplumbilimcilerin, bu eserlerden reçeteler sunması vakti çok yakındır. ‘Tevhid Güneşi doğmuş; yağmadır, alan alsın!’

Risale Haber