Hayat Kompozisyonun Nasıl?

Hayat Kompozisyonun Nasıl?

varis neşriyatlar

  “Hayat, âlem-i şehadetin ziyasıdır ve istilâ ediyor ve vücudun neticesi ve gayesidir ve Hâlık-ı Kâinat’ın en câmi’ âyinesidir ve faaliyet-i Rabbaniyenin en mükemmel enmuzeci ve fihristesidir. Temsilde hata olmasın, bir nevi proğramı hükmündedir. Elbette âlem-i gayb, yani mazi müstakbel, yani geçmiş ve gelecek mahlukatın hayat-ı maneviyeleri hükmünde olan intizam ve nizam ve malûmiyet ve meşhudiyet ve taayyün ve evamir-i tekviniyeyi imtisale müheyya bir vaziyette bulunmalarını, sırr-ı hayat iktiza ediyor.”[1]

    Hayat aslında çok içli dışlı olduğumuz bir kompozisyondur. Aldığımız nefes yaptığımız her şey ise o kompozisyonun kelimeleri hükmündedir. Kalem bizim hayatımız, mürekkebi ise bizim ecelimizdir.

     Her kompozisyonun farklı bir mevzusu var. Aynı olanlarının ise üslubu farklı. Bazı kompozisyonlar ana kompozisyon ana tema hükmündedir ki çok kompozisyonlar o kompozisyona tabi. Bazı kompozisyonlar sadece bir karalama kağıdı bazıları ise nümune-i imtisal olmuş halde..

     Hayat dediğimiz kompozisyonumuzun nasıl olacağı ise bizim mürekkebimizin kuruyacağı vakte kadar yazılması bizim irade ve ihtiyarımız dairesindedir. Bazen yazarız bir kelimeyi daha sonra ya tamamen siler başka kelime yazarız veya sileriz orası silindiği gibi kalır.

     Bu hali ile kağıdımız bir liman bir han dua edilen bir mekan gibidir. Kainatta var olan her şey kişinin alakadarlığı ve istidad ve kabiliyeti miktarınca kelimelerle adeta resmedilir kağıda. Her mana her şey hen insan her duygu her hadise … bir kartpostal manzarası gibi nakşedilir ama kelimelerle. Bu cihetten bakıldığında hayatımızdaki her şey “âlem-i şehadetin ziyasıdır” yani kendisinde tecelli eden manaları aksettirip bizde düşünceye ve kompozisyonumuzun bir harfi ve kelimesi hükmüne geçiyor. O halde bizler kompozisyonumuzun nasıl olmasını istersek ona göre bir alakadarlık göstermeliyiz.

     Sadece istekle olmadığı herkes alenen ve çok açık bir şekilde biliyor. Bir gayret, emek ve çaba istiyor. Alemimizi istila eden her şey ya bizi idealimize yaklaştırmak için altın bir fırsat veya maksadımızdan uzaklaştıran köhne bir engel oluyor.

            Gördüğümüz her şey “Hâlık-ı Kâinat’ın en câmi’ âyinesidir ve faaliyet-i Rabbaniyenin en mükemmel enmuzeci ve fihristesidir.” Bu harita ve fihristin en mükemmel misali insandır. Tüm esmanın tecelli edebileceği bir istidada maliktir. Bu istidadlar o kadar mühimdir ki kelimeler kifayetsizdir. Biliyorum anlıyorum ama ifade edemiyorum.

“Eğer o istidad çekirdeğini İslâmiyet suyu ile, imanın ziyasıyla, ubudiyet toprağı altında terbiye ederek, evamir-i Kur’aniyeyi imtisal edip cihazat-ı maneviyesini hakikî gayelerine tevcih etse; elbette âlem-i misal ve berzahta dal ve budak verecek ve âlem-i âhiret ve Cennet’te hadsiz kemalât ve nimetlere medar olacak bir şecere-i bâkiyenin ve bir hakikat-ı daimenin cihazatına câmi’ kıymettar bir çekirdek ve revnakdar bir makine ve bu şecere-i kâinatın mübarek ve münevver bir meyvesi olacaktır.

         Evet, hakikî terakki ise; insana verilen kalb, sır, ruh, akıl hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubudiyet ile meşgul olmaktadır. Yoksa ehl-i dalaletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflisini tatmak için bütün letaifini ve kalb ve aklını nefs-i emmareye müsahhar edip yardımcı verse; o terakki değil, sukuttur.”[2]

insanlar, Sultan-ı Ezelî’nin kudretiyle yokluk karanlıklarından ziyadar varlık âlemine çıkarılan mahluklardır. Sultan-ı Ezelî, bütün mevcudatı içinde biz insanları seçmiş ve emanet-i kübrayı bize vermiştir. Biz haşir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de, o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle, re’s-ül malımız olan istidadlarımızı nemalandırmaktır.”[3]

     İnsan bu istidadlarını kabiliyete inkılab ettirip iki cihanda ne varsa hepsinin sahibinin istediği tarzda olmaya gayret etmelidir. Kalb, sır, ruh, akıl hattâ hayal ve sair kuvvelerin tatmini ancak bu suretle olabilecektir. Aksi halde çürüyüp gidecektir. İnsan Allah’ın yeryüzünde halifesi sıfatını kazanmaya en müsaid varlık olup bunun yolu inkişaf ve inbisattan geçmektedir. Bu ise “emanet-i kübra” olarak tesmiye edilmektedir. Ukba yolunda bizler “saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmek” niyet ve gayretinden geri kalmamaya çalışmalıyız. O halde istidadlarımızdan en mükemmel istifade etmek yolunu seçelim.

     Selam olsun bu niyet ve gayrette olanlara

Muhammed Numan özel

[1] Sözler ( 110 )

[2] Sözler ( 322 )

[3] İşarat-ül İ’caz ( 13 ) 

 

www.NurNet.Org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: