Hayatımızın Anlamı Anlamsız Bir Hayat Yaşamak Olmamalı

Genelde terapi sırasında çok sıkıntılı insanları dinlerim ve çoğu kendi yaşadıkları sıkıntılar ile hayatın anlamsızlığı arasında bir ilişki kurarlar ve bunu; “Benim yaşadığım hayat anlamsız demek yerine, bu dünyanın kendisi zaten anlamsız” demeye getirirler. Aslında bu söylemlerinin altında yatan şey,  “Anlamsız bir dünyada benim başıma gelenler benim kabahatim değil, içinde yaşadığım dünyanın hali” tespitidir. En son dinlediğim danışanın anlattıkları nedendir bilinmez “Yaşamaya sabrım yok” diyen Kierkegard’ı hatırlattı bana ve dünyayı dolaşmaya çıkan bir gencin yaşadığı ironiyi.yalniz delikanli

Yaşamın anlamını kavramak için dünyayı dolaşmaya çıkan bir genç, gezdiği ülkelerden birinde ünlü bir bilgeyi ziyarete gitmiş. Gezgin genç, bilgenin yaşadığı evde, tüm duvarların kitaplarla kaplı olduğunu görmüş. Fakat evi dikkatle gözden geçirdikten sonra, yerde bir kilim, duvar dibinde yatak olarak kullanılan bir sedir, ortada ise bir masa ve sandalyeden başka evde hiçbir eşyanın olmadığını görünce bu sadeliğin nedenini sormuş: “Neden hiç eşyanız yok? Koltuklarınız, kanepeleriniz, büfeleriniz nerede?” Bilge, bu soruya karşılık olarak kendisi de bir soru sormuş gence; “Senin de yalnızca, sırtında taşıdığın küçük bir çantan var. Peki, senin eşyaların nerede?” Gezgin genç, kendini savunurcasına yanıtlamış bu soruyu: “Ama görüyorsunuz, ben bir yolcuyum.” Ünlü bilge, hak verircesine gülmüş: “Ben de öyle, evladım, ben de öyle.”

Yaşadığımız birçok sıkıntının, mutsuzluğumuzun, huzursuzluğumuzun nedeninin bu gerçeği bilmemize rağmen yeterince akledemediğimizden kaynaklandığını düşünüyorum. Bediüzzaman 16. Mektup 5. Nokta 5. Meselede dünyayla ilgili çok orijinal bir tespitte bulunuyor: “Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerim bir Müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık, cezasız kalmayacaktır. Hem madem Allah kimseyi gücünün yetmeyeceği şeyle mükellef tutmaz sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır. Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için ahireti unutmasın, ahiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin; kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin; selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.”

Peki, biz bu gerçeklere göre mi hayatımızı anlamlandırıyor ve bu gerçeklere göre mi yaşıyoruz? Bu soru herkesin kendi nefsinde cevaplaması gereken bir soru ama çoğumuz için cevap malum.

Oysa biz “Dünya benim neyime? Dünyada ben, bir ağaç altında gölgelenen, sonra da onu terk edip giden bir yolcu gibiyim.” diyen ve tüm hayatını bu gerçeğe uygun olarak yaşayan bir Peygamberin takipçileri değil miyiz?

Çoğumuz bu gerçekleri bilmemize rağmen hemen her birimizin hayatı, içinde anlam barındırmayan günü birlik lezzetler, makamlar uğruna fedaya hazır olduğumuz anlamsızlıkları barındırmıyor mu? Eylem ve söylem uyuşmazlığımızdan ise hiç bahsetmiyorum. Hayatımızı anlamlı kılmak için bildiğimiz bu gerçekleri hayatımıza yansıtmalı ve vicdani alt yapımızı inşa etmeli değil miyiz?

Kur’an surelerinin tamamını, insanın farklı organ ve melekelerine benzetmek mümkündür. Buna göre vicdanın Kur’an‘daki karşılığı Tevbe suresidir ve vicdanını geliştirmek isteyenlerin ilk başvuracağı kaynak bence bu sure olmalıdır. Sonrasında eylem ve söylemlerimiz için Müzzemmil ve Müddessir surelerinden istifade edilebilir. Bildiğiniz gibi Müzzemmil eylem ahlakını, Müddessir söylem ahlakını inşa eder.

Hayatın anlamını inşa çabasına girmeyenlerin durumu mu? Onların durumu “Ön dişlerini fırçalayıp, arkadakiler nasıl olsa görünmüyor diyerek ihmal edenler gibi, kabrin arkasını ihmal eden ve sadece görünen bu dünya için çalışmak kolaycılığına düşenlerin durumu gibi” anlayacağınız çok vahim.  Ha! Bir de deve kuşu örneği var tabi…

Kenan Taştan