Hazreti Aişe (R.Anha)

İslam annelerinin, özellikle her çağda İslam hanımlarının ışık noktası olan, Fahr-i Kainat Efendimizin “HÜMEYRA” diye çok özel bir iltifatına mazhar olan yüce annemiz Hz. Aişe’yi anmanın mutluluğu içindeyiz. Bizim, bu programda çok önemli bir diğer programlara nazaran vurgulayacağımız nokta var. İnsanların pek çoğu hayattayken anlaşılması güç gizlilikler, esrarlar taşır. Çoğu zaman da anlaşılmaz ama Hz. Aişe kadar hakkı yenen bir yüce yoktur. Böylesine mükemmel, böylesine ilahı takdir fırçasından çok özelliklere gelmiş bir annemizi ne yazık ki İslamlar anlamamış. İslamların anlamaması elbette ki hem kendilerini gaflete, hem de İslam hanımlarını güç günlere sokmuştur.

Eğer Hz. Aişe anlaşılsaydı, (şu arkadaşımın dediği gibi…) üç asırlık, hatta çağımızda da İslam hanımlarının, hatta bütün dünya kadınlarının hakları yenmeyecekti, inanınız!

Bugün dünyada sanıyorlar ki; kadınların hakları ayakta tutuluyor, İslami toplumlarda kadınların hakları gasp ediliyor. İkisi de yanlış! Asıl gasp edilen hak: bir et pazarına sürülmüş gibi gösterilen kadını batıda indirdikleri “adi” seviyedir.

İslam’ın da asıl Allah davasına ortak çıkıp, erkekle omuz omuza, hem fikren hem de bedenen çalışarak, İslam bayrağını elde tutmasını engelleyen yanlışlıklar hep Hz. Aişe’nin anlaşılamamasından doğmuştur.

Tarihte Üzerine Yok!

cicekHz. Aişe validemiz Rasûlüllah’ın mekânına intikal ederken, o ışığı Cenab-ı Hakk, Rasûlüllah’ın mekânına verirken çok ince bir minyatür birim hesabı yaptı. İslamiyetin, özellikle Medine’den itibaren çok önemli bir bilgi bankasına ihtiyacı vardı, bir kompütüre ihtiyacı vardı. Bunu, Hz. Aişe’yi çok özel yaratarak Cenab-ı Hakk, Fahr-i Kâinat Efendimizin hanesine ışınladı. Yapılan bütün araştırmalar, tetkikler: Hz. Aişe’nin yorum biçiminden, ilminden, irfanından anlıyoruz ki Hz. Aişe gelmiş geçmiş en büyük bilgi makinesi. Tarihte üzerine yok!

Hiç Kimse Arapçayı Hz. Aişe Gibi Bilemezdi

Arabistan’da, o çağda hiç bir kimse çıkmamış ki Hz. Aişe gibi tarih bilsin… Edebiyatta hiç kimse yok; Hz. Aişe gibi edip olsun. Çünkü edebiyatın özü (biliyorsunuz) dil bilgisidir. (Dil bilgisi) Arapçayı en iyi bilen hanımefendi Hz. Aişe idi. Hiç kimse Arapçayı Hz. Aişe gibi bilemezdi. Bundan dolayı da gerek ayet yorumlarında, gerek hadis yorumlarında Hz. Aişe’nin önceliği, işte bu dil bilgisindeki ustalığındadır. Demek ki; tarihi, dil bilgisini, edebiyatı, bunlardan daha ötede olan muhakeme kudretini hazırlayarak Cenab-ı Hakk, Hz. Aişe’yi, Hane-i Muhammedi’ye ışınlamıştır. Hamd-ü Senalar olsun ki, biz, işte böyle bir ışınlamanın yıldönümünü kutluyoruz.

HZ. AİŞE’Yİ İKİ YÖNÜYLE MÜTALAA EDECEĞİZ (!)

Ondört asır evvel bir şevval ayında bu hadise zuhur etmiştir. İslamiyet’e bir bilgi bankası olarak girmiştir, Hz. Aişe. Ancak Cenab-ı Hakk’ın çok önemli bir hususiyeti: aynı zamanda bu bilgi bankası, yorum kabiliyetli yüce insanı ışınlarken, bir taraftan da müstakbel İslam annelerine, müstakbel İslam kadınlarına bir örnekleme yapmıştır. Yani Hz. Aişe’yi mütalaa ederken iki yönüyle mütalaa edeceğiz;

  1. Bir tanesi akıl almaz bir hafızanın, zekânın, yorum kabiliyetinin ve ilmin temsilcisi olması.
  2. Bir taraftan da davranışlarıyla ve hayat biçimiyle İslam annelerine örnek olmasıdır.

Bu iki ucu hiç kaçırmamak lazım… Hele siz hanımefendiler, Hz. Aişe’nin hayatını satır satır çok iyi bilmeniz lazım gelir.

İSLAM HUKUKUNU HZ. AİŞE KURMUŞTUR

Çünkü bu, sizin İslami şuurun içerisine girmenize sebep olacaktır. Aksi takdirde, İslami şuuru yanlış kişilerden öğrene öğrene İslam hanımını bu hale getirdiler.

Yanlış kişiler, İslam hanımını İslam dünyasına karışmayan, İslamiyet’ten bihaber hale getirdiler. Hâlbuki Hz. Aişe bunun zıddını yaptı. Bakınız size, asıl Hz. Aişe’nin güzel manasındaki hikmetleri açmadan bir misal vermek istiyorum:

Asr-ı Saadet, İslamiyet’ten önce kadını bir hiçliğe mahkûm eden yanlış bir Arap ananesinin yıkılması için İslamiyet’in açtığı bir dava iken ve kadını birinci sınıf vatandaşlığa getirmişken, sonradan gelen Arap yönetimleri özellikle Emeviler ve Abbasiler tekrar kadını İslamiyet’ten önceki çizgiye çekmek için akıl almayacak gariplikler yaptılar.Mesela:

Hz. Aişe annemizin bir âmâ ile konuşması karşısında Efendimizin “konuşmasaydın…” cümlesini alarak: “kadın konuşamaz erkekle,” deyip çıktılar.

Hâlbuki Hz. Aişe başlı başına bir akademi idi. Ve bütün ashabın, hadis ve ayetle yorum ‘yapan, özellikle fıkıhla, İslam hukuku ile uğraşan kimselerini yetiştiren Hz. Âişe’dir.

Hz. Aişe ömrü boyu hac zamanında bütün İslamlara, hac zamanının dışında yalnız Medine’deki “müminlere eğitim yapmış, seminer yapmış, akademi kurmuş bir hanımefendiyi misal vererek” diğer hanımlara: susun, diyorlar.

Her gün vaaz etmiş, her gün ashabı yetiştirmiş ve kesinlikle İslam hukukunu Hz. Aişe kurmuştur. Hiç kimse talip çıkamaz!Hiçbir ilim adamı, hiçbir tarihçi: Hayır! Hz. Aişe kurmamıştır, diyemez!

Zekâsı, Akıl Almaz İlmiyle Başköşeye Oturmuştur

Çünkü hadisleri nakletmek, İslam hakkında Efendimizin davranışlarını, sünnetlerini nakletmek yetmez! Bunların yorumunu yapmak lazım… İşte hadislerin yorumunu, ayetlerin yorumunu yapan o müthiş zekâsı, akıl almaz ilmiyle Hz. Aişe başköşeye oturmuştur. Zaten Efendimiz: “Dininizin yarısını Âişe’den öğreneceksiniz” diye dünyasını değişmeden emretmiştir ve Hz. Aişe’nin, bu müthiş yerini İslamiyet de göstermek için siz de biliyorsunuz; Hz. Aişe’nin kucağına başını koyarak Âlem-i Cemal’e teşrif etmiştir. Bu ince hesapları çok iyi düşünmek lazım… Çünkü biliyorsunuz;

İslam tarihi adına süvari koşturan enva-i çeşit şaşkınlar, hem Hz. Aişe’yi layık olduğu, İslam’a ışık tuttuğu noktada gölgelemişler, hem de Hz. Aişe’yi ihtilaf çıkarıcı, (özellikle alevi kardeşlerimizin gözünden indirici) bir takım yanlış yargılara geçmişlerdir.

Hz. Aişe’nin mizacı itibariyle, bakınız mizacından ana çizgileri vererek başlayacağım asıl Hz. Aişe’yi anlatmaya;

Hz. Aişe Olmasaydı, Ufacık Bir Eğlence Dahi Haram Olurdu

Hz. Aişe çok neşeli bir insandı, espirili bir insandı. İbadetlerinin dışında, tefekkürünün dışında eğlenmeye yer veren bir insandı. Bu çok önemli bir şeydir unutmayınız bunu! Eğer bugün Hz. Aişe olmasaydı ibadetinin dışında ufacık bir eğlence dahi haram olurdu. Çünkü Allah’ın Hz. Aişe’ye karşı da çok özel yarattığı için, çok özel iltimasları vardır.  Hz. Aişe’nin yüzü suyu hürmetine; hanımefendilerin neşesine, espirisine ve (elbette Hz. Aişe’nin sınırında kalan) eğlenme davranışlarına Allah bir helal sayfası açmıştır. Bu Hz. Aişe sayesindedir… Bunun karşısında; Hz. Aişe’nin yine bir özelliği vardı:

Bildiği doğruyu hiç çekinmeden söylerdi. Rasûlüllah’a karşı bile, kendi inandığı inancını savunacak kadar cesur, ilmine, güvenen, iyi niyetine, ihlâsına güvenen bir hanımefendiydi.

Kıskananı ve Düşmanı Çok Olmuştur

Hz. Aişe’nin bu hususiyetleri dolayısıyla, kıskananı ve düşmanı çok olmuştur. Mesela;

Hz. Ali’nin Ehl-i Beyt’le hiç bir ihtilafı yokken bütün Hz. Aişe kıskananları Cemel vakasını bahane ederek, Ehl-i Beyt’le ihtilafı var gibi göstermişlerdir.

Hâlbuki Ehl-i Beyt’e ait en can alıcı hadisleri Hz. Aişe nakletmiş, o yorumlamıştır. Kimse Hz. Ali ile ilgili hadislerin, Hz. Fâtıma ile ilgili hadislerin yorumuna fırsat ve mekân bulamamıştır. Rasûlüllah bunları Hz. Aişe’nin bulunduğu grupta söylediği söylediği için, bunları ancak Hz. Aişe nakletmiştir. Ve Hz. Aişe’nin Ehl-i Beyt’e, Hz. Fâtıma’ya, Hz. Ali’ye ait sözleri o kadar net, sıcak ve ihlâslıdır ki, böyle bir ihtilaf var gibi göstermek büyük hainliktir. İnanmayınız! Hz. Aişe bütün mü’minler gibi Ehl-i Beyt dostudur. Rasûlüllah’ın gönlünde yer kazanmış bir kimsenin Ehl-i Beyt dostu olmaması mümkün değildir.

Ehl-i Beyt Sevgisi Olmayanlara…

Ve ben (zaman zaman,) düşündüğüm zaman, yani bu kadar Ehl-i Beyt dostu değilmiş gibi gösterilen Aişe annemizin hakkının nasıl yendiğini ifade ederken; ben, size bir şey söyleyeyim:

Ben, Ehl-i Beyt dostluğunu, Ehl-i Beyt sevgisini bütün hücrelerime sindirmiş bir insanım. Herhangi bir kimsenin Ehl-i Beyt’e karşı biraz ibresinin yanıldığını görsem hayat boyu konuşmam onunla! Tarihte geçmişse selam vermem, rahmet okumam… Allah’a herhangi bir vesile ile dua okuyup, Kur’an okuyup, çeşitli vesilelerle ruhlarına bağışlarken Ehl-i Beyt sevgisi olmayanlar hariç, diye dua ederim. Bu kadar sıcak bir Ehl-i Beyt dostuyum ve şuna inandım ki: 70 yıllık ömrümde, bir tek Ehl-i Beyt’e karşı gafleti olan gönlüme girmemiştir. Ama Hz. Aişe (Fahr-i Kâinat Efendimizin sevgili eşi) gönlümde çok bir büyük yer sahibidir. Bu sevgi, Ehl-i Beyt sevgisinin içerisindedir adeta, benim gönlümde. Onun için Hz. Aişe hakkında söylenen lafların hepsini şu yıldönümü sebebiyle yok etmek istiyorum!

1 – Hz. Aişe yedi yaşında, sekiz yaşında evlenmiş değildir! Bu Emevilerin bir küstahlığıdır. Hz. Aişe’ye karşı düşmanlıklarını göstermek için bir takım yanlış rivayetleri dile getirmeleridir; çünkü Hz. Ebubekir, Hz. Aişe’yi doğduğu an bir kâfirin oğluyla beşik kertmesi yapmıştır. İslamiyet’in, yani nübüvvetin birinci yılının sonunda İslamların kâfirlerle evlenmesi yasak edildiğine göre; Hz. Aişe’nin, İslamiyetin ancak birinci yılının sonuna doğru doğmuş olması lazım. Yani hicretten evvelki onbirinci yılda doğması lazım. En, geç doğsa, bundan sonra doğsa Hz. Ebubekir gibi Fahr-i Kâinat Efendimizin potasında erimiş, onun bakışlarından, onun düşüncelerinden, Kur’an ahkâmından başka hiçbir şeye rağbet etmemiş bir insanın kızını kafirle beşik kertmesi yapması mümkün değildir.

Şimdi bu hesabı yaptığınız takdirde; Hz. Aişe’nin nişanlandığı en erken yaş onbir yaştır. Üç sene nişanlı kaldığına göre ondört yaşında evlenmiştir, Hz. Aişe. Bu böyle biline!

Hz. Aişe’nin en kötü ihtimalle yaptığım bütün araştırmalarda, hesaplarda onüçbuçuk yaşında evlenmiş olduğunu düşünmek mümkündür. Peki, bu kadar, bizim tabii toplumumuzda (artık şimdi) insanlar batı kalıbında bir evlenme yaşı tasavvur etmişler kafalarında… Hem Arap iklimi bakımından onüç buşuk yaş, ondört yaş normal bir evlenme iklimidir, yılıdır. Ama daha önemlisi zekâ ve hafıza dediğimiz o müthiş kompütüre Fahr-i Kâinat yazı yazacaktır! Bu yazının yazılmaya müsait olduğu yaş: bu yaştır! Allah ölçmüş, biçmiş… Çünkü Cenab-ı Hakk’ın hesaplarında bir karıncanın eklemlerini özel kompütüründen çıkaran Allah, sevgili habibi Fahr-i Kâinatın hayatında herhangi bir virgülü özel kompütüründen çıkarmaması mümkün değildir. İşte, Hz. Aişe’nin kompütürünün tamamen açık, hazır, Fahr-i Kâinatın yazmasına uygun olduğu yaş, onüçbuçuk yaş olduğu için o yaşta, bu şevval ayında, bu mübarek haftada nikâhlarını Cenab-ı Hakk kıymıştır. Şimdi, bu inceliği bir defa yazın.

2 – Hz. Aişe’nin kendi özelliği içerisinde, kendi neşesi içerisinde, kendi esprisi içerisinde Fahr-i Kâinat Efendimizle olan görüntüleri, (ayetlere de vesile olan) pek çok görüntüleri Hz. Aişe gönlünden çeke çeke Cenab-ı Hak’tan niyaz etmiştir. Mesela bunların en meşhuru: “teyemmüm ayetidir.” Teyemmüm ayeti, Hz. Aişe’nin o iftiraya uğraması dolayısıyla bir lütf-ü ilahi olarak, Ben Aişe’yi o kadar çok seviyorum ki; “O’nu sıkıntıya sokan bu susuzluk ve su karşılığı olmayan bir abdestin olmaması hükmü dolayısıyla üzüldü,” diye teyemmüm ayetini göndermiştir. Ve bugünkü o bir çok İslami kolaylıkların açıklanması, İslami hukuku… Cenab-ı Hakk ayetlerinde intikal ettirirken, (Fahr-i Kâinat Efendimize bu ayetleri intikal ettirirken) aynı zamanda özellikle Hz. Aişe’nin bulunduğu anda bu ayetleri vahyetmiş ve onun gönlüne birinci elden tecelli ederek yazdırmıştır.

MECELLE HZ. AİŞE’NİN ESERİDİR

Bu İslam hukuku açısından ayetler ve hadisler, dediğim zaman size çok önemli bir şey söylemek istiyorum: Yeryüzünün, hukuk ilmi açısından en zor kısmı şimdi halen “hukuk muhakemeleri” dediğimiz hukukun tarzıdır, hukukun felsefesidir ki; bunun ilk örneğini (hukukun felsefesini, hukukun tarzını, muhakeme usulünü… ilk örneğini) Osmanlılar MECELLE isimli hukuk şaheseri ile yapmışlardır.

Bu mecelle doğrudan doğruya Hz. Aişe’nin eseridir. Bir insan ne zaman suçludur, ne zaman değildir? Suçunu çekmiş yahut af görmüş bir kimsenin hukuki durumu nedir? Bunların hepsi Hz. Aişe’nin eseridir ve Efendimizden sonra, Efendimizin verdiği talimat üzerine İslam Hukukunu bina etmiştir. İslam hukukundan tabii şimdiki insanların haberi olmadığı için, bir rafa koyup bir köşeye koydukları için İslam hukukundan bihaberdirler; İslam Hukuku Allah’ın hukukudur ve bunun üzerine bir hukuk düşüncesi mümkün değildir. Eğer bunu merak eden iyi niyetli insanlar varsa, lütfen açsın mecelleyi okusun… Diğer hukuklarla mukayese etsin. Hangisi insanın kalbine, gönlüne, topluma sağlık verir, mutluluk verir? Hangisi insanların toplum gerilimini bozar?

En Tenkit Edilmeye Müsait Gördükleri: İslami Nikâh

İslam hukuku içerisinde en tenkit edilmeye müsait diye gördükleri: İslami nikâh öyle muhteşem bir şeydir ki; bir insan bin defa herhangi bir devletin hukukuyla (hatta en zor boşanma hukuku var sayılan Hıristiyan hukukuyla) evlenir, boşanır… Allem eder, gallem eder iki taraf bir birine uymuyorsa gider.

Ama İslam hukukundaki nikâh o kadar muhteşem bir nikâhtır ki; öyle bir nikâhın varlığı dahi İslam hukukunun bütün hukuklardan üstünlüğünü gösterir. İslam hukukundaki nikâh geriye dönmeyen bir boşanma izni vermiştir. Geriye dönmez! Bakmayın siz hülle uydurmalarına. Yoktur böyle İslami hukukta. İslam ve Kur’an hukukunda hülle yoktur.Sonradan ihdas edilmiş… Güya kolaylık bulalım, diye.

İslam Hukuku Geriye Dönmeyen Bir Nikâh Vermektedir

Bir karı – kocaya geriye dönmeyen bir nikâh verdiyseniz ve eğer karı kocadan birisi “geriye dönemeyeceğini biliyorum ama bana Allahaısmarladık,” diyecekse… Bunların ikisini bir arada oturtmak cinayettir, azaptır, kölelik rejimidir.

İşte bu (şeyin) … özellikle nikâhla ilgili hukukun yorumcusu: Hz. Aişe’dir. Hz. Aişe’nin bu hukuka getirdiği yorum ne yazık ki zamanımızda, İslam hukuku çevrelerinde, İslam hukuku anlaşılamamıştır ve ne yazık ki, zamanımızda İslam hukuku çevrelerinde, İslam hukuku ilimlerinde bile kalmamıştır. Mesela;

Mehir verilmeden boşanma cari olmaz. Hâlbuki biz ne sanıyoruz? Erkek gelecek, karısına: “git, dedi… Gitti.” İslam hukuku budur, diyorlar. Hayır! Mehir verecek, tazminat verecek! Ve mehir de genel anlamda (asr-ı saadette bile uygulandığı anlamda) düğün masrafının beş katıdır. Bugün bakın 100 milyon liradan aşağı düğün yapan yok. O halde: bir insanın boşanma davası açmak için yekten 500 milyon lirayla ortaya çıkması lazım.

Yalan Nikâhı Düşürür

Bunun karşılığında daha önemlisi var; Hz. Aişe’nin yorumlarıyla, hadis-i şeriften, çok önemli bir şey var… Karı ile koca arasında yalan zuhur ettiği takdirde, nikâh düşer, diyor.

“Hadis-i Şerifleri yorumlarken nasıl yorumluyor? “Fahr-i Kainat Efendimiz bir hadis-i şerifinde: (çeşitli günahları soruyorlar, bu günahları) evet, Müslüman da yapabilir ama Allah’da usulüne uygun tövbeyi affedebilir, diyor. Saydıkları günahlar arasında yalan gelince: bunu Müslüman yapmaz, diyor.”

Bunu Müslüman yapmaz, dediği hükümden dolayı Hz. Aişe diyor ki: yalan nikâhı düşürür çünkü nikâhın düşme şartlarından bir tanesi dinden çıkmaktır!

Yalan söylediğin zaman dinden çıktığına göre nikâhı düşürür. Ve böylece İslam nikâhının formasyonunu, ikisinin bir araya gelip zamk gibi yapışmasını ve ailenin yalansız kutsal bir yuva olmasını getirdiği hukuk yorumu ile ortaya koyuyor.

Hz. Aişe Sünneti

Yani bütün dünya hukukçuları ancak Hz. Aişe’nin bastığı yeri öpecek kadar ilim biliyorlar, buna inanın ve çoluğunuzu, çocuğunuzu hukuk tahsiline gönderirseniz, Hz. Aişe sünneti yapıyoruz diye gönderin. Ben bundan 10-15 sene evvel başörtüsü ile ilgili zulümlerin ilk başladığı devirde, hukuk fakültesini terk etmek isteyen arkadaşların, çocuklarına: “Hz. Aişe sünnetini nasıl bırakırsınız…”

Eğer biz kadına, Fahr-i Kâinat Efendimizin verdiği mevkiyi, Hz. Aişe annemizin bize öğrettiği usuller çerçevesinde yürütebilseydik, bütün eğitim üyeleri hanımefendi olacaktı… Buna inanınız.

Bakınız İslam tarihine: Hz. Aişe gibi Hz Esma gibi daha pek çokları gibi… İslamları eğiten kadro hanımefendilerdir. Biz bunların hepsini bırakmışız. Neden? Çünkü Emeviler insanların yüreklerinden gelen bu coşkuya  tahammül edememiş (yönetim).

İslam’ı Yönetmek

İslam’ı yönetmek çok zordur, kimsenin işine gelmiyor… İslam’ı yönetmek kolay mıdır? Yalan söyleyemezsiniz! Yalanı… Bakınız ben size bir misal vereyim: Hz. Ali Efendimizin halifeliği sırasında, insanları en çok rahatsız eden neydi, biliyor musunuz? Niye Hz. Ali’nin halifeliğinde; Hz. Ali gibi Efendimizin müteaddit işaretler ışık olarak gösterdiği, kapımdır, ilimin kapısıdır, dediği zatı bıraktılar da niçin Emeviler’in peşinden gittiler sanıyorsunuz, insanları siz? Hz. Ali’yi aldatmak mümkün değildi. Karşısına geçip, yalan söyleyemiyordunuz… Eğitim yaparken eksik yapamıyordunuz… Onun için İslamiyet’i yönetmek, İslam insanını tanımak çok zordur.

Bir kısım insanların İslamiyet’ten korkuları… Her halde bunun rüyasını görüyorlar. Çünkü İslam hatalı yönetim istemeyen… Bir İslam yönetimi, başında hırsız istemeyen, kenarından hırsızlığa müsamaha etmek istemeyen bir halkın temsilcisidir. Nasıl yönetirsiniz bunu, kolay mı?

İşte bu açıdan düşündüğünüz takdirde, Hz. Aişe bütün incelikleriyle İslam hukukunu kurarken aynı zamanda yanında hiç şedit olmamış. Mesela Efendimizin hâkimlere sunduğu mesaj sorulduğu zaman, diyor ki:

“(Efendimiz hâkimlere derdi ki (hâkimler bıraktığı hadis-i şerifinde): siz kulları kusurlarına göre yargılıyorsanız (şahsi kusurlarına göre), onları beraat ettirmek için vesile bulun, onlara kopya verin (böyle söyle de seni beraat ettireyim, diye) , çok müsamahalı olun ey İslam hâkimleri (derdi). Ama topluma karşı suç işleyenlerin hakkında en ufak bir müsamaha gösterirseniz hâkimliğinizi söndürürüm,” derdi. Bunları getiren Hz. Aişe’dir bize.

Hz. Aişe’nin ilminin dışında İslamiyet’i tanıyabilmek, İslam hukukunu tanıyabilmek çok zordur.

Şimdi bu noktadan hemen bir sırçama yapacağım… Hz. Aişe’nin kesinlikle Ehl-i Beyt’e karşı olmadığı, hele Hz. Ali’ye karşı olmadığını anlatmak istiyorum.

HZ. AİŞE İLE EHL-İ BEYT ARASINDA…

Hz. Aişe, Hz. Ali’nin şehadetinden sonra Hz. Hasan Efendimizin beş aylık bir halifelik devri oldu. Beş ay sonunda Hz. Hasan, Efendimizin bir hadisini örnek göstererek, “benden sonra halifelik 40 yıldır” (hadisin örnek göstererek) dedi ki: “HALİFELİK BİTMİŞTİR, BEN İSTİFA EDİYORUM!”

Ve bu istifasıyla beraber tamamen kendi evine, kendi ilim yuvasına çekilen bir tavra girdi. O zaman Hz. Aişe çıktı vaaz etti: “Hz. HASAN’A KİMDEN BİR KÖTÜLÜK GELİRSE KARŞISINDA BEN VARIM.” Muaviye’ye mektup yazdı;

“EĞER HZ. HASAN’A BİR ŞEY OLURSA, HZ.HASAN VE SOYUNA BİR YANLIŞLIK YAPARSANIZ BAŞINIZA YIKARIM ŞAM’I” diye (mektup yazdı).

Ve her zaman Ehl-i Beyt’in, kendisine gelip hatır soranlara “Ehl-i Beytin gidin hatırını sorun” derdi.

Hz. Ali,  Annem Diye Bahsederdi

Hz. Aişe annemizin bu şekildeki tavrını Hz. Ali Efendimiz çok iyi bildiği zaman, ünlü (her gün ağızda sakız yapılan) Cemel vakası dolayısıyla (o talihsiz bir ihtilaftı ama takdir-i ilahi idi) o hadiseden sonra… Hz. Ali, Hz. Aişe’yi deveden indirdi:“Anamız! seni ben götürmek isterdim ama halk kargaşalığa devam eder, ben kalacağım, bizim, en çok sevdiğim, yakın arkadaşım Ammar seni evine kadar götürecek” diye Hz. Ammar’la, Hz. Aişe’yi gönderdi.

Ve her bahsettiği zaman Hz. Ali,  annem diye bahsederdi, Hz. Aişe’den. Hz. Ali’nin bizzat kendisinin bu kadar saygı gösterdiği, bu kadar sevgi gösterdiği bir kimseye, onun adına kalkıp da dil uzatmak evvela Hz. Ali’yi incitir. Şuna inanınız ki; gönlünde Hz Aişe annemizin, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e karşı o kadar sıkı muhabbet vardı ki, o muhabbeti dolayısıyla gözleri titrerdi, yüreği titrerdi. Hz. Ömer devrinde biliyorsunuz bütün halifeler Hz. Aişe’ye çok itibar göstermişler, onun ilmini, onun faziletini layık olduğu şekilde elde tutmuşlardır. Bu itibarda Hz. Ali devri de dâhildir… Hz. Ali Efendimiz de çok itibar göstermiştir, Hz. Aişe’ye.

Hasan ve Hüseyin’e…

Bütün bu itibar kanadında, Hz. Ömer devrinde, ganimetler geldiği zaman, ganimetler dağılırken daha ganimetin geldiğini duyar duymaz Hz. Aişe haber gönderirdi: “Benden öncelikli Hasan ve Hüseyin’e ne verecekse versinler, diye… Bana vereceklerinden fazlasını onlara vermezlerse kabul etmem,” diye. Sonra biliyorsunuz, Hz. Aişe için ganimet vs. hepsi altı saat dururdu evinde, altı saatin sabahında (pır)…

Hz. Aişe dünyasını değiştiği zaman (biliyor musunuz?) hiç bir şeyi yoktu. Fahr-i Kâinat Efendimiz dünyasını değiştirdiği zaman (biliyorsunuz) bir tek kalkanı kalmıştı. O kalkan da bir Yahudi de rehinde idi. On gün evvel alınan bir buğday karşılığı, rehineydi. Hz. Aişe annemizin dünyasını değiştiği zaman ise; en son bütün mallarını dağıtmış, bitmiş… Her gelen ganimetleri dağıtmış bir yüce sultan olarak dedi ki:

“Ben dünyamı değişeceğim… Ben bir şeyi infak etmedim, ben bir şeyi fakirlere dağıtmadım… İçim rahat değil, dedi: Evi! Evini sattı bir ay önce, dağıttı!” Dünyasını değiştiği zaman, evi de dâhil bir tek çöpü olmadan dünyadan göçtü.

Onun için yani… Bu ganimetler filan deyince, insanlar zanneder ki: onlar alınıp köşeye konuyor! İşte bu ganimetler sırasında, İran seferinden sonra, İran padişahının meşhur, süper güzel kızının esirler arasında olduğunu duyan Hz. Aişe:

“Hüseyin’e verilecektir o! Sakın aklınızdan geçirmeyin o kadar güzel bir kızın hakkı ancak böyle bir süper delikanlının, böyle bir süper güzel insanındır” diye müdahale etti… Düğünlerine ışık tuttu.

Onun için kesinlikle Hz. Aişe ile Ehl-i Beyt arasında en ufak bir kırgınlık yoktu ama…

Onlar adına herkes, birbirlerine fesat sokmakta yarış yaptılar.

Bir defa gönlü itibarıyla Hz. Aişe annemiz… Efendimize ait iki özellik vardı ki; İşte Hz. Aişe annemizin lisan bilmesinin bir sırrı da budur.

Efendimize ait iki özellik vardı ki bunlar Arapça kelime olarak, Arapça bilenler de kolayca ifade edemezlerdi, kelimeyi çözemezlerdi.

1 – Mesela: “evvah…” Efendimizin bir özelliği evvah’dı, buyuruyor Hz. Aişe. Bu “evvahı” bilemezsiniz… Ancak O çok iyi Arapça bildiği için bize anlatıp, tercüme ederdi. O da şuydu: Başkalarının ızdırabını yaşamak. Kendi adına dünyadan hiç bir şeye üzülmemek fakat bütün insanların ızdırabını yaşamak sırrı. Bu sırrı, Fahr-i Kâinat Efendimizden başkasına Allah vermemiştir. Çok müthiş bir sırdır bu… Hatta Hz. Aişe annemiz (diyor ki): “bu evvah sırrı yalnız Rasulullah’ta, Ali’de ve Ehl-i Beyt’te vardı” diyor ve bunu en büyük insanlık meziyeti olarak anlatıyor. Nasıl olur da Ehl-i Beyt düşmanı olur? Hâşâ!

Hz. Fâtıma’yı anlatırken: “O’nun güzelliğini tanımak, onun ahlakını tanıyabilmek mümkün değildir, anlatamam size” diye her an Hz. Fâtıma için en ciddi hadislerin tümünü Hz. Aişe annemiz lütfetmiştir, nakletmiştir.

2 – İkinci bir özellik olarak da, yine lisan bilmek (şeyinden)… İsar. Bu da; her hangi bir güzelliği, her hangi bir mutluluğu ve her hangi bir dünya nimetini Efendimiz kendisinde değil, diğer müminlerde görmek isterdi, bu sırrı Ehl-i Beyt de taşır” der, aynen Hz. Aişe annemiz.

Bu İsar sırrı çok müthiş bir olaydır. Bir mümin, bir güzel ev gördüğünü kabul edelim. Sahilde güzel bir yalı… Çokta hoşuna gittiğini kabul edelim, bahçesiyle, her şeyiyle… Bir mümin, bunu diğer bir mümin kardeşime inşallah Cenab-ı Hakk nasip eder, diyecek. Bu, çünkü Sünnet-i Muhammedî’nin en hassas noktalarından birisidir.

Yani, Hz. Aişe annemiz, Fahr-i Kâinat Efendimizin ahlakını analiz ederken bir taraftan hafızasına her şeyi film gibi kaydederken, bir taraftan da lisandaki kudretiyle bunları tanım haline getirirdi. Bu kelimeleri o sırada bulunan diğer Arapların anlaması, tanıması, bulması da mümkün değildi.

İşte, Hz. Aişe annemizin tüm bu hususiyetlerini bir yana koyarak, Hz. Aişe annemizin en büyük siyasi davranış siz Cemel vakası sanıyorsunuz, en büyük siyasi davranışı: Emevi rejimine karşı çıkmasıdır… Hiçbir zaman barışık olmamıştır. Ayaklarına altınlar sermişlerdir, gel Şam’da sana elli bin köşk yaptıralım… Ben evimi satıyorum, ne köşkü yaptırıyorsunuz? Hz. Aişe’nin Emevilere karşı bu ciddi reaksiyonu, Emevilere çok güzel bir hile yaptırdı. Aleileri teşvik ederek, Hz. Aişe’yi (hâşâ) küçültmek, ihtilaf mevzuu yapmak istediler. Yoksa Hz. Aişe’nin asıl…

Nitekim Hz. Aişe’nin, biliyorsunuz yeğeni olan Abdullah Emevilere isyan eden ilk ciddi mümindir. Hz. Esma’nın oğlu Mekke’de ve Medine’de Emevi rejimini ortadan kaldırarak: tanımıyoruz seni, diyerek Hz. Aişe’nin biat ettiği bir sistem kurmuştur. Hz. Esma’nın, Hz. Abdullah’ın kurduğu bu sistem Hz. Aişe’nin kontrolünde, onun rızası ile mümkündür. Nasıl olur da Ehl-i Beyt’e karşı olur? Nasıl olur da Aleviliğe karşı olur? Hz. Aişe’nin soyuyla beraber iştirak ettiği bu hadise, Hz. Ebubekir’in diğer çocuklarının soyuyla beraber iştirak ettiği bu hadisede doğrudan doğruya Ehl-i Beyt’i ve Ali taraftarlarını destekleyen bir aile…

Bütün İslam Genç Kızları Sahip Çıksın!

Bütün bunları göz ardı edenlerin Allah hesabını görsün. Ve Hz. Aişe’nin, inşaallah sırrını sizlerin gönlünüzde yaşatsın, canlandırsın ki; Aişe kimmiş, İslam kadını neymiş, Allah’ın Rasûlüllah’ın etrafında yaktığı ışıkların sırrı neymiş bütün âlem öğrensin. Yalnız Âlem-i İslam değil, insanlar da öğrensin, inşallah. Gençler Hz. Aişe annemizin kurduğu hukuk sistemini ciddi olarak ele alıp bütün dünyaya tanıtsınlar.

Çünkü bunun üstünde bir hukukçunun bulunmadığını bütün dünya bilirse, en azından saygı gösterir. Geri kalmış bir toplum gibi, terörist gibi görmek istedikleri İslam toplumunun özünde ahlakın, vicdanın, güzelliğin temsilcisi olan bir hukuk var. Bu hukuku Hz. Aişe bize hediye etmiştir. Buna bütün İslam genç kızları sahip çıksın. Bu çok önemli bir şey, bunu mutlaka yaşatmalıyız ki; Hz. Aişe annemizin gönlü bizden razı olsun. Hz. Aişe annemizin gönlü bizden razı olursa ne olur, demeyiniz. Bütün İslam kadınları Efendimizin istediği seviyeye yükselir, Bütün İslam kadınları, üzerindeki bütün sıkıntıları, aile içindeki huzursuzlukları dâhil, geçim sıkıntıları dâhil, bereketsizlikler dâhil hepsini bu rızayla atarlar. Hz. Aişe’nin kendini bir tek dünya nimetine kaptırmadan, her şeyini dağıtmasındaki o esrar diğer mümin hanımların eksik yaptığı infakları bile dengelemek için lütfedilmiş bir hadisedir. Peki, Hz. Aişe annemizin bu denli müthiş yanlarının özünde yatan manevi sır nedir? Biraz da şimdi bundan size söz etmek istiyorum.

Tasavvufun En Öz Hikâyelerinden: İslamiyet Uğruna Esir Olarak Satılma Hikmeti…

Şimdi size bir tablo (Asr-ı Saadetten) çizeceğim;

Hz. Esma (büyükçe) onaltı – onyedi yaşında, Hz. Aişe henüz beş, altı yaşında… Hz. Ebubekir bütün varını, yoğunu… İslamiyet’e gelen köleleri satın almak için bir; iki Mekke çölüne sürülen, açlığa, susuzluğa (boykot dolayısıyla) mahkûm edilen mümin ve mümineleri karaborsa su ve ekmek almak cehdiyle, gayretiyle bütün sermayesini sıfıra indirdi. Evde satılacak bir şeyi kalmadı, dükkânı tamamen bitti.

Hz. Esma, Hz. Aişe üçü de otururken bir gün Hz. Esma’ya dedi ki:

Acaba, bir dostumuz bizi bir yemeğine çağırsa… Biz, üç gündür yemek yemiyoruz… (Adı zengine çıkmış kimse yardım da düşünmüyor. Zaten, belki yapsalar da kabul etmeyecek ama bir dost çağıramaz mı yemeğe?) Olmadı, demek ki Rabbimiz böyle istiyor,” dedi Hz. Ebubekir.

Tam o sırada kapı çalındı, bir mümin geldi, dedi ki:

Ya Ebubekir! Çok sıkıldım, çok büyük bir ihtiyacım var… Bana 200 dinar ver. (Yani, 200 dinar ver, demesi çok büyük bir para… Elli milyon, yüz milyon gibi bir para)

Hz. Ebubekir (gayet hiç kırgınlık, kızgınlık, surat askınlığı, sende nereden çıktın filan yok) hoş bir tebessümle:

Kardeşim (dedi) şu anda yanımda yok, müsaade ederseniz dükkândan alayım, geleyim” dedi, gitti.

Hz. Esma da hayretle bakıyor… Akşam, üç gündür açlar, yiyecek paraları yok… İkiyüz dinarı nereden bulup, gelecek?Nihayet bir Yahudi’den (gitti… Eski ticaret yaptığı… Çünkü Hz. Ebubekir sıfırladı parayı ama ticari itibarı var… Elli yıllık alış veriş yaptığı bir tüccardan, gitti Yahudi’den) 200 dinar aldı, geldi, adama verdi;

Hadi güle güle kardeşim, dedi.

O teşekkür ededursun, o çıktıktan sonra Hz. Esma dedi ki:

Baba! Artık tükendiğimizi söyleseydin… Bunun ayıbı, kayıbı yok ki?

Söyleyemem kızım, dedi. Bir müminin gönlündeki ümidi söndüremem ben, dedi. İkiyüz dinar için söndüremem…

İşte bu hadiseden sonra (bir yıl sonra), adam, Yahudi bekledi, bekledi, bekledi… Gelmedi para. Yok ki, versin. Her gün, gittikçe bütçe yamalı bohça oluyor. Nihayet Yahudi kapıya geldi, dedi ki:

Parayı ver.

Yok, dedi… Biraz daha müsaade et.

Ortadoğu’da (dedi) kaide vardır… Yok diye bir kaide yoktur, dedi. Verirsin bu küçük kızı, (dedi) esir pazarında satarım, paramı alırım, dedi.

Bu küçük kızı diye tuttuğu da Hz. Aişe’ydi. Hz. Esma’da, Hz. Aişe’de, Hz. Ebubekir’de şok oldular! Ama onlar için bir tek şey vardı: kader Allah’tan gelir. Eğer öyle münasip görmüşse, öyle olacak!

Hay hay, Sen bilirsin, dedi Hz. Ebubekir.

Hz. Aişe’nin elinden sert bir şekilde tuttu, o Yahudi tüccarı. (Bu tasavvufun en öz hikâyelerinden birisi, kulağınızı iyi açın dinleyin) Hz. Aişe geriye döndü… Babasıyla, ablasına bir son baktı. Son bakarken gözünden yaşlar inmeye başladı. (tak tak tak) Her inen yaş inci oldu! Yahudi dedi ki, Hz. Ebubeki’e dönüp:

Yalan söylemeye utanmıyor musun? Bu çocuğun boynunda inci kolye varmış da niçin bana vermedin?

Yerden aldı… Altı parça büyük inci aldı. Hakikaten ikiyüz dinar ediyormuş o altı parça. Ben bu kadar alırım, dedi… Başka baktılar, yok.

İşte Hz. Aişe böyle bir sırla, böyle bir sırla… Allah tarafından mânâsı yıkanmış bu sırla gelmiş. Yani ne bu? İslamiyet uğruna esir olarak satılma hikmetinden zuhur etmiş, ondan sonra da Efendimizin büyük kompütür merkezi olmuş… Akademisi olmuş.

Efendimizin Tembihatı

Bu sırrı bilmeyenler, yani bu özgü hikâyeyi bilmeyenler Efendimizin zaman zaman namazda manaya çok ileri safhalarda geçtiği zaman (bizim aklımızın ermeyeceği kadar Cenab-ı Hakk’a yakin olduğu zamanlarda) Hz. Aişe annemize bir tembihatı vardı:

– Ya Aişe, ben bazen namazda (sende fark ediyorsun) dalıp gidiyorum, secdeden kalkamıyorum. Bana yardımcı ol!

– Nasıl, Ya Rasûlullah?

– Ben, “Ya Hümeyra” dediğim zaman benimle konuş, beni dünyaya çek. Yoksa ben gidiyorum o anda! O kıl kadar ince hududa geliyorum (ibadetleri sırasında) ve ben oradan gitmek üzereyim, gidiyorum. Sen o zaman konuş, Ya Hümeyra! Derdi Rasûlullah Efendimiz.

Yine böyle secdeye varıp çok ileri derecede Cenab-ı Hakk’ın mekânına yansıdığı zaman Hz. Aişe takip ederdi: “Ya Resulallah! Biraz da bize dön, Ya Resulallah! Biraz da bize dön” diye niyaz ederdi.

Bu arada, “böyle, bu anı nasıl tayin ediyorsun?” dedikleri zaman Hz. Aişe’ye; Resulullah’ın secdeden niyazını duyuyorum, Ya Hümeyra yetiş, diyor. Bunu sordular Resulullah’a “ben söylemedim” diyor. Demek ki, Cenab-ı Hakk Resulullah’ın tekrar kulluğa dönmesi lazım gelen çizgide Hz. Aişe’ye “Ya Hümeyra” diye bir sinyal gönderiyordu. Hz. Aişe Annemiz de: Ya Resulallah, biraz da bize dön, dediği zaman Efendimiz dönüp tekrar dünyadaki o müthiş esrarına intikal ediyordu.

Allah’ın Kendi Kadrosu

Peki, şimdi size bir şey soracağım, iyice düşünün… Bir insanı Allah’ın huzurundan almak kolay mı? Resulullah orada dalmış da resim yapıyor (hâşâ)… Yahu kitap okuyor da dalmış değil ki! Allah’a dalmış! Oradan nasıl çıkar? İşte bu, Hz. Aişe’nin gönlüne Cenab-ı Hakk’ın verdiği özel bir cereyandır. Bu özel cereyan Resulullah’ın (bir anlamda) kulluk dengesindeki esrarını temsil etmektedir. Onun için kimse Hz. Aişe’ye dil uzatamaz! Adamın yedi sülalesinin dilini sökerler atarlar! Ve onun için Hz. Aişe’nin özelliği tamamıyla ayrı bir hadisedir ve Allah’ın Fahri Kâinat etrafında halka halka yaktığı ışıklar, Resulullah’ın bu hayat dilimi içerisindeki (yirmi iki yıllık hayat dilimi içerisindeki) esrarın her bir noktasında yaktığı ışıkların ayrı bir sırrı, ayrı bir süresi, ayrı bir hikmeti vardır. Bu ışıklara dikkat edeceğiz, bu ışıklar yakinse Efendimize, onların artık tamamen Allah’ın kendi kadrosu olduğunu fark edeceğiz.

Bir Hz. Hatice’nin, bir Hz. Fatıma’nın, bir Hz. Ali’nin, bir Hz. Ebubekir’in mevkilerini mutlaka fark edeceğiz. Bunlar için Kuran’da ayrı bir tabir vardır: Gönüllerine İslam’ı sezme sırrı verilenler, imanı sezme sırrı verilenler.

Bu ayrı bir olaydır… Bunları sıradan bir takım kadrolara koymak hatta veli gibi eshab gibi kadrolara da koymak mümkün değildir. Bunlar ayrı bir kadrodur, açıkçası: bunlar Allah kadrosudur!

Manyetik Aşk Işıkları

Allah rızası için dikkat edin, sakın yanlışlıklara kapılmayın. Acaba şu şöyle mi oldu; bu böyle mi oldu, demeyin. Bunlar Allah kadrosudur, bunlar süper bir hadisedir… Kâinatın merkez aşk organizasyonunun ufak ufak dayanılmaz manyetik ışıklarıdır. Bu ışıklardan her hangi bir tanesi olan Hz. Aişe annemizin şu evliliğinin yıldönümünde hep bir araya geldiğimiz için Hz. Aişe’nin sırrından niyaz ediyoruz. Hepimizin gönlüne, özellikle hanımların gönlüne “İslam kadınlığı” şuuru versin. Onun gibi cesur, onun gibi haysiyetli, onun gibi namuslu, onun gibi faziletli yeni nesiller yetişmesini lütfetsin. İnşallah bu ayda doğan yakınlarınızın çocuklarına Aişe olarak isimlerini koydurmayı unutmayınız; (Hz. Aişe’nin sırrı basit gibi görünür) On tane yirmi tane… İsim değildir bu, orada Hz. Aişe’ye niyazdır. Hz. Aişe’ye niyaz ilahi kompütür olan levh-i mahfuzdan müşfik, vedud, rahim tecellilerin yansımasına sebep olur. Bu yansıyan güzellikler inşallah bu milleti enva-i çeşit eziyet görmüş, envai çeşit hakkı yenmiş, hala da hakkının nerede olduğunu bilmeyen… İlim dolu sırrı inşallah harekete geçirsin, gönülleri.

Resulullah’ın Tükrüğü

Bu gönüllerin içerisinde Hz. Aişe annemizin ifadesindeki sırrı hiç unutmayınız! Fahri Kainat Efendimiz alem-i cemale intikal etmeden evvel misvak istedi (biliyorsunuz, müthiş bir diş temizliği, ağız temizliği hayranıydı Efendimiz)… Hz. Aişe getirdi verdi. Dedi ki: bu sertmiş, bunu ağzında biraz yumuşat da (biliyorsunuz, tanıyorsunuz hepiniz misvağı… Ağaçtan olduğu için ilk kullanılırken biraz sert olur) öyle ver, dedi. Hz. Aişe aldı, ağzında yumuşattı ondan sonra Resulullah’a verdi. Resulullah da onu belli bir miktar kullandıktan sonra tekrar Hz. Aişe’ye iade etti. Bunu hiç unutmayınız! Bu sır müthiş bir sırdır! Rasulullah’ın ağzındaki tükürük olayı müthiş bir sırdır.

Bilmiyorum, biliyor musunuz? Meşhur Battal Gazi Halen Eskişehir’le Afyon arasındaki yerde yatan Seyit Gazi Asr-ı Saadet’ten 150 sene, 200 sene sonra gelmiş bir büyük veli ve şehittir. İznik’te yatan bir ashab vardır (galiba Abdülrezzak veya Abdülvehab ismi yanlış olmasın), o şahıs da en genç zamanında 12-13-15 yaş arasında Resulullah’ın etrafındaki eshabtan birisidir. Ona bir gün demiştir ki: “Aç ağzını, senin ağzına tüküreceğim: bu tükürüğü vücudun emecek, sonra sırası geldiği zaman, çok yaşlı olduğun zamanda bu tükürük geri çıkar ağzından. O zaman rastladığın bir genç olacak, onun ağzına tüküreceksin. Çünkü benim zamanıma yetişmedi. Ben ona bir madde kudreti vermek istiyorum” diye buyurmuş. İşte o meşhur Battal Gazi’ye, O Abdul Vahab Hazretleri ağzına tükürerek Resulullah’ın tükürüğünü intikal ettirmiştir.

Bunlar fevkalade müthiş şeylerdir. Onlara ait maddeler, onlara ait inşallah bir gün bu konferanslarımızdan sonra başka bir vesile ile Fahri Kâinat Efendimizin etrafındaki moleküllerdeki özellikleri anlatmak isterim. Onun ağzına giden su ne yapıyordu? Onun ciğerine giden oksijen ne yapıyordu, bunları? Çünkü Allah kendi manevi müzesinde saklıyor bu oksijenleri, bu suları…

İSAR SIRRI

Fahri Kâinat Efendimizin bu sırlarının, bu kanatlarının altında Hz. Aişe annemizin o namütenahi faziletini hatırlarken…

(Yalnız sizden özel bir şey rica edeceğim; Hz. Aişe infak etmekte, para dağıtmakta, her şeyini dağıtmakta süper bir ustaydı ki işte dünyasını değişmeden evvel en son kupkuru olmasına rağmen evini satıp, parasını acele dağıttı ve evin paralarının hepsinin dağıldığını hissettiği zaman: “Eh! Şimdi Resulullah’ın huzuruna gidebilirim” dedi. Hiçbir şey kalmasın, bir çöp kalmasın diye. Çünkü Hz. Aişe annemizin daha önemli bir şeyini söyleyeyim size:

Hz. Aişe annemiz çok iştahlandı, arzuladı hem babasının hem eşinin (yani Resulullah’ın ve Hz. Ebubekir’in) yattığı makama kendisine bir yer ayırdı, hazırladı. Ondan sonra Hz. Ömer (ondan habersiz bir niyeti olduğundan) “ya aişe müsaade eder misin ben de babanla rasûlüllahın yanına yatayım” diye buyurdu. Demin ki söylediğime geliyorum şimdi; “isar sırrı (kendisi için değil mutluluğun en güzelini başkası için istemek).” Tabii Ya Ömer (dedi), orayı kendim için ayırmıştım ama sana veriyorum şimdi… İstedin bitti.” Yani, bir manevi makamı bile rahatlıkla verebilen müthiş bir gönle sahipti. Onun için Hz. Aişe’yi düşünürken)

İlmini, o müthiş kudretini, cesaretini… Her şeyini düşünürken bir şeyi çok büyük olarak düşünün; Hz. Aişe’ye bu gönlü, bu gönüldeki raksı veren: o sehasıdır, o infakıdır… Biraz önce arz ettim, babasından gelen o infakla beraber kendi gönlünden gelen o sonsuz infaktır.

Hz. Aişe’ye Benzeyebilmek İçin

Rasulullah’ı nasıl seveceğini anlamış, Rasulullah’ın yanına giderken hiç bir ilintisi kalmasın hatta mezarının yerini bile versin ki; Rasulullah’ın yanına, manadaki yerine rahat gitsin diye her şeyini veren bu annemizin yüzü suyu hürmetine, siz de, Allah aşkına ne aklınıza geliyorsa Hz. Aişe’ye benzeyebilmek için ne yapabileceksiniz yapın.

Cimrilik denen o hain şeyi içinizden atın. Efendimizin huylarına erişebilmek mümkün değil… Ne isar’a ne evvah‘a erişebilmek mümkün değil ama gölgesinin, gölgesinin, gölgesini Hz. Aişe bize tarif etmiş. Onun sırrı içerisinde Hz. Aişe’nin o güzel celalli kılıç çeken icabında; icabında yüreğindeki en büyük arzu en büyük zevki dahi bir dostuna verebilen o müthiş esrarı içerisinde Allah bu milletin genç kızlarını Hz. Aişe sırrıyla süslesin. Daha büyük yaştaki annelerimize de Hz. Aişe’nin sünnetini tatbik etmek imkânı versin.

Kapanış Duası

Bismillahirrahmanirrahim / El hamdü lillahi rabbil alemin, Er rahmanir rahiym, Maliki yevmid din, İyyake na’büdü ve iyyake nesteiyn, İhdinas sıratal müstekıym, Sıratallezine en’amte aleyhim ğayril mağdubi aleyhim ve lad dallin

Ya Hz. Aişe biz sana gönlümüzden bir şey verecek kadar cürüm sahibi değiliz. Ama senin bu evlenme yıldönümünü kutluyoruz.

Bütün Âlem-i İslamı ihya eyle Ya Rabbi! Hz. Fahr-i Kâinatın yüzü suyu hürmetine, Hz. Aişe ile evlendiği şu mübarek günün yüzü suyu hürmetine bu milleti hainlerden kurtar Ya Rabbi.

Türk-İslam cemaati başta olmak üzere bütün Müslümanları hıyanet cephesine telef etme. Hainlerin hıyanetini içinde söndür. Onları da yok et demiyoruz, içlerinde söndür Ya Rabbi… Zararları şerleri gelmesin.

Biz, Fahr-i Kâinat Efendimizin sırrı içerisinde bütün insanlığın İslam zevkiyle dirilmesini istiyoruz… Bütün oyuncak kurallardan, oyuncak tertiplerden, siyasetlerden, sosyolojiden filan diye getirip de insanları perişan ettiren sistemlerin Allah adına, insanlık adına güzelleşmesini istiyoruz. Lütfeyle Ya Rabbi!

Ve lillahil fatiha…

Onkolog Dr. Haluk Nurbaki

nurbakimektebi.com

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: