Helal Gıda Anlayışında Gelişme

Son on yılda ülkemizde helal gıda anlayışında “gelişme” halleri de, “gelişmeme” halleri de olmuştur. Bunlardan bazılarına işaret etmekte lüzum ve fayda vardır.
1- Üç kıtada milyonlarca kilometrekareye yayılmış, dünyanın bir numaralı süper devleti olan Osmanlı İmparatorluğundan bugünkü Türkiye’ye gelince, yakın zamana kadar devam eden askerî vesayetten kurtulmak ve başka faydaları için Türkiye devletinin temsilcileri tarafından Avrupa Birliği’ne girmek istenilmiştir ve bunun için de yıllardır çalışılmaktadır. Askerî vesayetin eskisi kadar olmaması gibi, bu çalışmalardan bazı faydalar elde edilmiş olunmasına rağmen bu mevzuda bilhassa manevî yönden olmuş ve olabilecek zararların da göz ardı edilmemesi gerekmektedir. “Avrupa Birliği” aslında bir “Hristiyan Kulübü”dür; bu “birlik”, kendisine dahil olmaya çalışan tek Müslüman ülke ve nüfusunun da büyük çoğunluğu Müslüman olan Türkiye’yi yıllardır kabul etmeyerek kapısında bekletmekte ve bu esnada da bu birliğe dahil ülkelerdeki, İslâm’a aykırı bazı kanunları ve diğer mevzuatı %99’unun Müslüman olduğu söylenen ülkemizde “bu birliğe uyum” fasıllarında yürürlüğe koydurtmaktadır.
Bu şekilde, Avrupa Birliği’ne uyum için Türkiye hukuk sisteminde yapılan mevzuat değişikliklerinin neticesi olarak, İslâm’ın helal saymadığı bazı şeyler de, ülkemizde yürürlüğe giren yeni resmî mevzuatla yasaklanamaz hale gelmiştir. Bunlardan bazıları gıdalarla ilgilidir ve bunların manevî zararlarından halkımızın korunabilmesi için, helal gıda anlayışının ülkemizde artış göstermesi gerekmektedir. Türkiye’de halen mevcut şartlarda, “%99’u Müslüman olan bir ülkede yaşadığımıza göre, bu ülkede yediklerimizin helalliği mevzuda şüpheci olmaya lüzum yok” sözleri, bu mevzudaki büyük gafletin ifadesi sayılır. Bu gaflet halinin, son on yılda toplumumuzda helal gıda anlayışındaki gelişmeyi sağlayan eğitici faaliyetler neticesinde tamamen yok olmasa da azalmış olduğu söylenebilir.
2- Fransa’da Sorbonne Üniversitesinde doktorasını yaparken Avrupa’yı da gerçek yüzüyle tanımak imkânını bulmuş hadis profesörü rahmetli İbrahim Canan, Avrupa Birliği üyelerinin Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne almayacaklarını, fakat bu birliğe almak ümidini vererek çeşitli mevzuat değişiklikleri yapmasını şart koşmak suretiyle kendilerine benzetmek ve İslâm’dan uzaklaştırmağa çalıştıklarını söylerdi.
Profesör İbrahim Canan’ın bu mevzudaki tahminlerinin istikbalde gerçekleşecek hakikatle uyumunun ne olacağı hakkında şimdiden kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Fakat, Avrupa Birliği’ne girebilmesi için Türkiye’ye kabulü şart koşularak dayatılan “uyum yasaları”nın ve diğer mevzuatın, bu birliğe alınmayışımız kesinleşirse, halen de Müslüman Türkiye halkına mal olmamış bazı kanunların değiştirilememesi gibi olabileceği, toplumumuzun bir kesiminin Avrupaî şekilde yaşamaya alışacakları ve o yaşayış tarzlarından vazgeçmek istemeyecekleri gibi sebeblerle, yürürlükten kaldırılmalarının “Atı alan Üsküdar’ı geçmiş” deyimindeki gibi, kolay olmayabileceği de şuurlu Müslüman Türkiye halkı için haklı bir endişe mevzuu olmaktadır.
Böyle bir ihtimale karşı da, Müslüman vatandaşlarımızın kendileri ve terbiyeleri ile mükellef oldukları kişilerin, doğru İslâmiyeti öğrenip onu doğru yaşayabilmeleri için yapılacak eğitim faaliyetleri büyük ehemmiyet arz etmektedir.
3- Bu yazı serisinde daha önce de bahsedildiği gibi, “doğru İslâmiyeti öğrenip onu doğru yaşayabilmek” için, âkil-baliğ her Müslüman’ın öncelikle kendisine farz olan ilmihalini iyi öğrenmesi gerekmektedir. Bunun için de, iyi bir veya birkaç ilmihal kitabını kendisine “başucu kitabı” yapmalı ve onun rehberliğinde yaşamalıdır. Çünkü, “İlim öğrenmek, kadın, erkek her Müslüman’a farzdır” hadisine göre ilmihalini öğrenmek “farz-ı ayn”; diğer meşru ilimleri öğrenmek ise “farz-ı kifaye”dir. (“farz-ı ayn” ve “farz-ı kifaye” kelimelerinin ne demek olduğu da, ilmihal bilgileri içerisindedir).
4- Müslümanların ferdî, ailevî ve içtimaî hayatlarındaki, bazıları medyaya da akseden çeşitli yanlışlarının temelinde, bir hadiste “Bütün kötülüklerin anası” olarak vasıflandırılan “cehalet” vardır ve bu cehaletten de asıl kastedilen: İlmihalini bilmek mevzuundaki cehalettir.
Müslümanların kendilerine farz olan ilmihallerini öğrenmelerinin lüzumundan ve öneminden “Cehalet, bütün kötülüklerin anasıdır” hadisiyle birlikte bahsederken, “cehalet” kelimesinin manâsına açıklık getirilmesine de ihtiyaç olmaktadır. Katıldığım bir toplantıdaki sunucu “Strateji en mühim ilimdir; çünkü insanların hayatta kalabilmesiyle ilgilidir” dediğinde ona itiraz etmiş ve en mühim ilmin “Marifetullah” (Allah’ı tanımak) ilmi olduğunu söylemiştim. Marifetullah, farz-ı ayn olan ilmihalin en başta gelen konusudur (Tabii ki, Allah’ı tanımak, O’nu zatıyla değil; isim ve sıfatlarının kâinattaki tecellîleriyle, gönderdiği Kur’an ve Resulullah vasıtasıyla olması gereken bir tanımaktır).
Katıldığım diğer bir toplantıda da eski bir parlamanterin, katıldığı her toplantıdakilere sorduğunu söylediği “En mühim şey nedir?” sorusunu o toplantıda bulunanlara da sorduktan sonra, kendisinin “Bilgidir” demesi de noksan bir cevaptı. “İnsanın en mühim meselesi Cehennemden kurtulmaktır” (Risale-i Nur Külliyâtı 11.Şua’nın 8. Meselesi’nde bu konu açıklanmaktadır). Tahsilin hedefi de bilgi değil; belki harekettir, lüzumlu ve doğru bilgiyle doğru davranıştır. Şarkiyatçılar, Müslümanların çoğundan daha fazla, İslâm dini hakkında bilgi sahibidirler; fakat İslâm dinine iman etmiyorlarsa ve İslâm imanıyla yaşamıyorlarsa onların İslâm dini hakkındaki bilgileri Allah’a karşı mesuliyetlerini daha da arttırır. Lüzumlu ve doğru bilgiyle doğru davranışta bulunmak gereken en mühim konulardan biri de helal gıda konusudur.
5- Bu yazı serisinde daha önce de bahsedildiği gibi, Türkiye’nin Müslüman halkı diğer İslâm ülkelerinin çoğuna nisbeten, kendisine farz olan ilmihal bilgilerine bizzat ulaşabilmek hususunda çok daha fazla kolaylık içindedir. İngiltere’de bulunduğum sırada görüştüğüm diğer Müslüman ülkelerinin vatandaşlarından bazıları, kendi ülkelerinde halka dönük (popüler) mahiyette yazılmış ilmihal kitaplarının olmadığından ve daha ziyade fıkıh âlimlerinin anlayarak açıklayabileceği kitaplardaki bilgileri doğrudan o âlimlerden öğrenmeleri icabettiğinden, Türkiye’deki duruma gıpta ederek bahsetmişlerdi.
6- Devletin laik olup, din ve dünya işlerini sisteminde ayırmış olması, o devletin fertlerinin de aynisini yapmasını gerektirmeyeceğinden ve devletin laik olması fertlerin doğru İslâmiyeti öğrenip onu doğru yaşamayışlarının mazereti olarak kabul edilmeyeceğinden, Türk halkının her mevzuda olduğu gibi laik devlet sistemi içinde gıda mevzuunda da helal olanların seçiminde ve kullanılmalarında daha dikkatli, daha titiz ve daha seçici olmalarını gerektirmektedir.
7- Son on yılda Türkiye’de dernek, vakıf, platform gibi adlarla bazı sivil toplum kuruluşları (STK) helal gıda mevzuunda “bilgilendirme” ve bazıları da bilgilendirme yanında “helal gıda sertifikası da vermek” faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Hakkın hatırının alî (yüce, yüksek, ulu) olup hiçbir hatıra feda edilemeyeceğine dair Hadis-i Şerîfe uymak suretiyle “Doğruya doğru, yanlışa da yanlış diyerek hakperestlik” yapılacak olursa, bunların doğru yaptıklarının takdir ve tebrik edilmesiyle kalmayarak, inkâr edilemeyecek bazı yanlışlarını da hoşgörü ile karşılamamak ve o yanlışlarını tasdik haline girmekten sakınmak gerekmektedir.
8- “Helal” kelimesi, dinî bir terimdir. Hilafet müessesesi varken veya İslâm dini esasına dayalı devlet sistemlerinde “Helal Gıda Sertifikası” vermenin usulü ve bu sertifikayı kimin verebileceği, kontrolü ile ilgili mevzuat konabilir ve o mevzuata uymak toplumun mecburiyeti olur. Laik devletler ise, böyle mevzuat koyamazlar; bu sebeble Türkiye ve diğer laik devletlerde helal gıda tartışmaları ve helal gıda sertifikası vermekte “çok başlılık” hali görülür. Böyle ülkelerde helal gıda mevzuunda tartışmalar olmamasını ve helal gıda sertifikası vermekte “çok başlılık” halini yadırgayarak bu hallerin olmamasını istemek, muhali (imkânsızı) talep etmektir. Laik devlet sistemi içinde “Ülkemizde helal gıda sertifikası vermekte niye çok başlılık var?” sorusunu sormak, “Ülkemizde niye birden fazla dernek, vakıf ve platform var?” sorusunu sormak gibi abestir; fakat, mevzuun bu inceliğini düşünmeden, son on yılda ve halen de bu soruyu soran çok sayıda kişi olmaktadır.
9- “Helal gıda” arayışındaki Müslümanları aldatmaya çalışmayan tüm sivil toplum kuruluşlarının, ayni mevzu ile ilgili faaliyet gösteren diğer sivil toplum kuruluşlarına ihlâsla bakışlarının ve onlardan bahsetmek üsluplarının nasıl olması gerektiğine şu cümleler cevap verebilmektedir: “…haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise, ‘Mesleğim haktır’ yahut ‘daha güzeldir’ diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini imâ eden ‘Hak yalnız benim mesleğimdir’ veya ‘Güzel benim meşrebimdir’ diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek,..” (Risale-Nur Külliyâtı, Lem’alar, 21. Lem’a)
Ancak, isminde “helal gıda” kelimeleri yer alan ve web sitesinde bu mevzuda cevabı verilmesi için soruların sorulmasını kabul etmesine rağmen, “helal gıda” sorularına ekseriya cevap vermeyip başından savarak, o soruların fıkıhçılara sorulmasını tavsiye eden, bazen kendi fıkıhçılarının cevap verdiği sorular olursa onlarda da şer’î zaruret olmadığı hallerde bile gıdalarda alkol katkısı bulunmasına fetva veren bazı sivil toplum kuruluşlarının bu yanlışları ise, “helal gıda anlayışında gelişme” değil; o anlayışa zıt hallerin misalleridir ve polemiğe sebeb olmamak için site ismini vermeden o yanlışlara dikkatlerin çekilmesi ihmal edilmemelidir.
10- “Türkiye veya diğer laik devlet sistemiyle idare edilen devletlerde yaşayan Müslümanların helal gıda ile ilgili sorularına doğru cevaplar alamayarak, helal gıda mevzuunda yolları tıkanmış görmek haline girmemeleri için yapmaları gereken nedir?” denilerek çözüm arayışına teşebbüs edilirse; buna cevap olarak da, Müslümanların hedefledikleri bir menzile ulaşmak için güvenebilecekleri yol haritası, rehber, kılavuz aradıklarını, kendilerine iyi bir kılavuz seçip onunla yol alarak hedeflerine ulaşmaya çalıştıklarını; kendileri için en mühim hedef olan Allah’ın rızasına ulaşabilmek için de benzerini yapmak suretiyle kendilerine yol haritası olarak Kur’an, hadis ve onlardan süzülmüş manâları ihtiva eden eserlerden faydalanıp, Allah’ın Resulünün ve onun ilmî varisleri olan âlimlerin rehberliği ve kılavuzluğu ile onların gösterdiği yoldan gittiklerini; buna benzer tarzda helal gıda hedeflerine ulaşmak için de güvenebilecekleri yol haritası olabilecek ilmihal bilgilerini sağlam kaynaklarından araştırarak ve ehline sorarak elde edebileceklerini, güvenebilecekleri rehber ve kılavuzları da seçip onların yolla ilgili tavsiyelerine uyabileceklerini söyleyebiliriz.
11- Bahsettiğimiz meseleler dönüp dolaşıp tekrar, kadın-erkek bütün Müslümanlara farz olan ilmihalini iyi bilmeğe ve hayatında uygulamaya bağlanmaktadır; buna rağmen ilmihalini iyi bilmenin öneminin çok farkında olan Müslümanların sayısı azdır. Halbuki, insanın dünya hayatından sonraki ebedî hayatının şartlarının ne olacağı ile ilgili olarak, bu dünya imtihanındaki tüm davranış biçimi seçimlerinin doğru ilmihal bilgilerine dayandırılması gerekmektedir.
Bediüzzaman Said Nursi İkinci Meşrutiyet’ten sonra Şark’taki aşiretler arasında yaptığı sohbetler esnasında sorulan suallere verdiği cevaplardan birinde de: “Hiçbir müfsid, ‘Ben müfsidim’ demez, daima sûret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ‘Ayranım ekşidir.’ Fakat siz mihenge vurmadan almayınız.” sözleriyle ve bu sözlerinin devamında söyledikleriyle dikkati çektiği gibi, Müslümanların herhangi bir sözü kabul etmeleri için mihengleri (miheng, altının saflık derecesini anlamakta kullanılan bir taşın adıdır), onların doğru ve yeterli ilmihal bilgileri olabilir.
12- Gıda maddeleri piyasasındaki bir ürünün mahiyeti bilinmeden onun hakkında fıkhî hüküm verilmemesi gerekirken, maalesef son on yılda Türkiye’de bu mantıkla bağdaşmayacak bazı haller de olmuştur. Son on yıldaki helal gıda anlayışından (veya anlayışsızlığından) bahsederken, meslek taassubu veya meslekî enaniyet ile girilmiş olabilecek bu yanlış hallere dikkat çekilmesine de ihtiyaç bulunmaktadır. Bunun müşahhas misallerinden biri, suyun ilmî tarifi iyi bilinmeden, su ile fâsid (yanlış) bir kıyas yapılarak, su için temizlik hükümlerinin, gazozlar gibi içinde az miktarda bile olsa kasdî şekilde ilave edilmiş alkol bulunan meşrubat için de geçerli olduğuna dair fetva verilmesinde maalesef bariz bir şekilde görülmüştür. Suyun ilmî tarifinde onun renksiz, kokusuz, tatsız bir sıvı olduğunun söylenmesine rağmen, tümünde tad ve koku olan, bazılarında bunlara ilave olarak renk de bulunan gazozların temizlik hükmünün sularla ayni olduğu fâsid kıyaslamasının yanlışlığını beyan etmek için çok âlim olmak gerekmemekteydi.
13- الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ
“O ki, hanginiz amelde daha güzeldir diye sizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yarattı. Ve O, Azîz ve Gafûr’dur”( Mülk, 67/2)
İnsan, bu dünyaya aklıyla ve iradesiyle çok mühim bir imtihan için Allah tarafından gönderilmektedir. Kur’an’da, Mülk Sûresi’nin ikinci âyetinde de, insanın dünyadaki bu çok mühim imtihanına dikkat çekilmektedir. Helal gıda anlayışını geliştirmek ve o anlayışla helal gıda arayışında, seçiminde ve kullanılmasında bulunmak da insanların bu imtihanlarının konularından biridir; bunda da başarılı olmaya çalışmalıdır.
Buna rağmen, içinde bulunduğumuz asırda yaşayan bazı Müslümanlarda bile görülen bir manevî hastalık, İslâm şeriatına göre yaşaması gerekirken, kendi vazgeçmek istemediği dünya menfaatleri ve yaşayış tarzına kılıflar uydurmağa çalışmasında bariz olarak görülmektedir. Çeşitli mevzularda ârâzını (belirtilerini) gösteren bu manevî hastalığın bazı belirtileri de onun gıda seçiminde görülmektedir. O hastalığın müptelâları, İslâm şeriatının hudutları içinde yaşamamak, dünya menfaatlerinin, nefislerinin, hedonizm meyillerinin esaretiyle ve manevî mesuliyet duygusu noksanlıklarıyla edindikleri alışkanlıklarını devam ettirmek istemektedirler. Bu mevzuyla ilgili yanlış hallerinden biri de, insanların kasdî olarak yaptıklarıyla onların kasdî yapmadıklarını hiç ayırt etmemek olmaktadır.
Gazozların, bileşimlerindeki esansları suda çözünebilir hale getirmek için “ara çözücü” olarak kullanılan alkolün kasdî olarak dışarıdan ilave edilerek imal edilmişse onun vücuda alınmasında bir damlası ile bir küpü arasında fark yoktur. Buna rağmen “gazoz içerek sarhoş olana rastlanmadığı”, “meyvelerde de alkol olduğu” gibi geçersiz sözlerle bu mevzuun hafife alınmasına çok rastlanmış olması da helal gıda anlayışında “gelişmeme” hallerinin son on yıldaki misallerinden birini teşkil etmiştir. Bakkallar ve marketlerin en çok sattıklarının gazozlar ve sigaralar olması sebebiyle, onların derneklerinin maddî kazanca öncelik veren tutumları da ayni hale verilebilecek misallerden biridir.
14- Meşveret (bir mevzuda çeşitli ve ehil şahıslardan fikir almak, danışmak) bir Kur’an hükmüdür. Kur’an’da Şûrâ (danışma) adlı bir sure ve meşvereti emreden iki âyet vardır:
وَالَّذِينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَأَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ الْبَغْيُ هُمْ يَنتَصِرُونَ
“Onlar, Rablerinin davetini kabul ederler ve namazı dosdoğru kılarlar. İşleri kendi aralarında istişare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.” (Şûrâ, 42/38)
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظّاً غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
“Sırf Allah’tan bir rahmet sebebiyle onlara yumuşak davrandın. Eğer katı yürekli ve kaba biri olsaydın elbette etrafından dağılıp gitmişlerdi. O halde kusurlarını affet, günahlarına bağışlanma dileyiver ve işinde görüşlerini al, sonra da azmettin mi artık Allah’a tevekkül et! Çünkü Allah tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmrân, 3/159)
Şer’î meşveretin lüzumu ve faydası hakkında çeşitli hadisler de vardır. Şer’î meşveretin adâbı, bu meşveretin yapılabileceği kişilerde bulunması gereken vasıflar (meşveret edilecek kişilerin emin/güvenilir olması vd) ve şer’î meşveret mevzuunda mühim ölçüler hakkındaki bilgilere, yapılacak kısa bir araştırma ile kolaylıkla ulaşılabilir. Buna rağmen, helal gıda mevzuundakiler de dahil, İslâmî hizmetlerle ilgili bazı meşveretlere iştirak edenlerde, sırf Rıza-i İlahî için doğru bildiğini söyleyenlere tahammülsüzlük ile onu meşveret meclisinden dışlamağa çalışmak ve böyle bir durumla karşılaşmak endişesini taşıyanların ise katıldıkları meşveret meclislerinde tutukluk ve suskunluk hali sergilemesi, hakkı söylemeyi hatır-gönül meseleleriyle yapamaması gibi haller göstermelerine rastlanabilmektedir.
Halbuki, şer’î bir meşverete katılan, hak namına hareket ile doğru bildiğini söylemelidir; doğru bildiğini değil de başka şeyleri söylerse, bu onun emin/güvenir bir meşveret üyesi olmak vasfını ortadan kaldırır. İstişarede bulunanlar, fikir hürriyeti ile ve fikirlerini ifade etmek hürriyeti ile hareket etmeli; çekingenlikle, korkaklıkla, hakikati usulüne uygun olarak söylemekten geri kalmamalıdır.
İstişare edilecek mevzuların neler olduğu hakkında daha önceden, istişareye katılacaklara “gündem” başlığı altında bilgi verilmeli ve istişare için davet edilen kişinin o mevzuda hazırlıklı olarak gelebilmesine imkân tanınmalıdır; bunun aksi durumlarda, toplantıya davet yapanın sadece kendisinin hazırlıklı gelmesiyle söyledikleri karşısında toplantıya katılanların suskun kalması, onların kabulü olarak değerlendirilmeye çalışılabilir. Bu sebeble önceden toplantı gündemini bildirmek, gerekli görülen ve çeşitli nitelikteki toplantılarda yaygın olarak kullanılan bir usuldür. Bunun, helal gıda ile ilgili toplantılarda da ihmal edilmemesi için, bu usule de önemle dikkat çekilmesi gerekmektedir.

Mustafa Nutku