Hızır Gibi Yetişirdi

Ali Çakmak anlatıyor:

BEKİR BERK, İHLÂS, FERAGAT, şecaat, azim ve gayretleri ile örnek bir şahsiyetti. Onu anlatmak çok zor! Onu anlatabilmek onun gibi yaşayabilmekle mümkün. Sahip olduğu bütün meziyetlerini şahsında yaşamış, hâl ve tavırları ile ortaya koymuş bir kişiydi.

Bekir Beyi 1950’lerde ismen tanıyordum. 1958 Ankara davasından sonra 1959’da mahkememize girmesiyle yakinen tanıdım.

Bursa’ya her yolu düştüğünde gece veya gündüz demeden 24 saatin hangisinde olursa olsun, rahatlıkla uğradığı yer, bizim fakirhaneydi. Gelir ve hemen rahatlıkla “Karnım aç.” diyerek hâlini belirtirdi. Elbiseleri yıkanıp ütülenir, yeni bir sefere hazır hâle getirilirdi. Bursa’daki evimiz, onun için hedefine giderken bir üs gibi kullandığı yerlerden biriydi. Allah rahmet etsin, derdi ki: “Ali Çakmakın evinde ne yerseniz güzeldir; isterse salata olsun!”

1959’da idi. Bir cumartesi akşamı dersten bizi alıp götürdüler. On yedi kişiydik; dört kişi tevkif edildik. İlk defa Av. Necdet Doğanata geldi, itiraz etti. Diğer duruşmalara Bekir Bey geldi. Onun, her mahkeme için uyguladığı ayrı taktikleri vardı, Bizimki için duruşmaları ertelemeyi ve mahkeme kararınıolabildiğince geciktirmeyi hedeflemişti. Her defasında bir bahane bulup erteletiyordu. Bir defasında eserlerin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından tetkik edilip rapor verilmesini istedi` Gerçekten Diyanet’ten çok güzel bir rapor geldi. Raporda, “Bu eserler muzır eserler olmayıp, bilâkis gençliğin ıslahı için faydalı eserlerdir. Münferiden ve müçtemian okunmasında ben mahzur yoktur.” deniyordu.

Devletin resmî kurumundan böyle bir raporun gelmesi, Bekir Ağabeyi çok sevindirmişti. Hatta bu raporu, daha sonraki mahkemelere hep belge olarak sundu.

BİR HATIRA

1967-68 senelerinde idi. Yusuf isminde heyecanlı bir kardeşimiz vardı. Bursa’daki heykelin önüne teybini açıp, gelip geçenlere Risale-i Nur’u dinletiyordu. Polisler yakalayıp mahkemeye sevk etmişler.

Mahkemede duruşmayı erteleme gününü hâkim tespite çalışırken ajandasını karıştırıyordu. Bekir Ağabey de kendi ajandasından müsait bir gün arıyordu. Mahkeme reisinin ağzından, “Bekir Bey, sizin işleriniz karışıktır; ona göre bir gün verelim.” diye çıkıverdi. Bekir Ağabey de “Bizim işlerimiz karışık değil hâkim bey; sırat-ı müstakim üzere dosdoğruyuz!” diye karşılık verdi.

20 KİŞİ NASIL 200 KİŞİ OLDU?

1971 Muhtırasından sonra Bursa’da bir cumartesi gecesi kimimizi evinden, kimimizi camiden, kimimizi dükkânından toplayarak nezarete aldılar. Pazar günü mahkemeye sevk ettiler. Henüz mahkemeye girmeden TRT haberlerinde benim tevkif edildiğim duyuruluyordu. Bekir Bey de o günlerde İzmir Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından tevkif edilmişti.

O zaman Hamdi Ömeroğlu isimli bir içişleri bakanı vardı. Bizzat onun emriyle tutuklanmıştık. Din düşmanıydı. O zaman şöyle bir sözü, basında çıkmıştı:

“Bir tavuğu kesemem; ama 100 Nurcuyu elime verseler, gözümü kırpmadan keserim!”

Bursa Ceza Evine konulduk. Savcı, “Siz siyasî suçlusunuz, sizi ayrı ayrı koğuşlara koyacağız.” dedi. Bizim de canımıza minnet. Böylece her birimiz ayrı kişilere iman ve Kur’an hakikatlerini öğretme imkânına kavuşacaktık. O zaman, bir koğuş tamamen komünistlerle doluydu. Kitap başına 50 lira alıp, ideolojik kitapları okutuyorlardı. Biz de onlara karşı kitapları bedava okutmaya başladık! Tüm koğuşlarda hummalı bir hizmetle pek çok kimse Kur’an okuyup namaza başladı. Komünistler, “Bunlar, 20 kişi girdi, 200 kişi oldular!” diye bizi şikâyet ettiler.

Tevkifımizin üzerinden tam 4.5 ay geçmişti. İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesine çağırıldık. İlk duruşmada görevsizlik kararı verildi. Fakat tevkifimizi kaldırmadılar. Demek, daha yapacağımız hizmet vardı! Bizi Maltepe Askeri Ceza Evine gönderdiler.

Maltepe Askeri Ceza Evinde, meşhur anarşist Mahir Çayan ve ekibi ile beraber kaldık.

Yine o günlerde Bakırköy’de bir gasp hadisesi olmuştu. Gaspçıları da bizim koğuşa vermişlerdi. Onlarla da alakadar olduk. Kur’an öğrenip namaza başladılar. Yirmi beş kişilik koğuşta 22 kişi namaz kılıyordu. Hiç mahkeme olmadan, burada da anne karnında bekleme süremiz olan dokuz ayı tamamladık

Bekir Ağabey, bize telgraf çekip, 21 Mart’ta duruşmamız olacağını bildirdi. Fakat aynı gün İzmirde başka bir duruşması olduğundan bizimkini 20’sine aldırmak istedi. Kur’an öğrettiğimiz mahkumlar yalvarıyorlardı: “N’olur bir gün daha kalın, gitmeyin!” Duaları kabul oldu: Mahkeme öne alınmadı!

0 gün saat 11`de geldik; mahkeme başlamadı. Saat 12 ol du. yine başlamadı. Derken iki oldu, bizi çağırdılar. Tam duruşmaya girerken, hiç beklemediğim bir manzarayla karşılaştım. Baktım, Bekir Ağabey. o muhteşem endamıyla Necmettin Şahiner’le birlikte merdivenleri çıkıp mahkeme salonuna doğru geliyor! izmir’den yetişemez diye beklemiyorduk. Hızır gibi yetişti mübarek’ O andaki hissiyatımi ifade etmem mümkün değil Zaten onu görmek, insana moral olarak yetiyordu.

Üstadın dediği gibi. “bazen zulüm içinde adalet tecelli eder.” Maruz kaldığımız bu zulümler, hakikatte bizim için nimet oldu. Pek çok kişinin imanının kurtulmasına vesile olduk İnşallah bize de kefaretüzzünub olmuştur! Üstadımızın hapishaneye “Medrese-i Yusufiye” ismi vermesi de bunu gösteriyor.

Ruhuma binler rahmet temennisiyle…

Hayatımın Davasına Adayan Adam

Bekir Berk

Sayfa : 121-124

Bu mübarek Ağabeyin Hayati yazısını sizinle Paylaşan:   Abdülkadir Haktanır

 

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: