Hizmet Rehberi

Nefis, cibilliyeten necistir. Belki biz onun vesilesiyle arş-ı kemalata yükselebiliriz. Manevi keyfiyetimiz ne kadar yüksek olursa olsun nefis; necistir, pistir. Nefsi, gübreye benzetebiliriz. Semeredar bir bir ağaca kuvvet verir. Fakat gübre yine gübredir. Onu için biz dava-yı Kuraniye’de yüksek hizmetlere vesile olsak, hatta manevi makbuliyete de mazhar olsak, yine bileceğiz ki; nefis necistir. Bunu laf ile değil, itikaden bileceğiz.

Nefsi necis bilmenin faideleri: Amme cüzünü bir şekerlemeye satan haylaz çocuk gibi, cüzi şeyler için nefsanî hazlar için bu yüksek hakikatleri satar. Nefsi böyle kötü bilmenin faydalarından birisi; hizmetteki ucb ve enaniyet , hodfüruşluk, hubb-u cah damarını kırar.

“Cenab-ı Hak seni hizmette muvaffak edebilir. Ben bu beldede hizmetin direğiyim, manevi kayyumuyum” diye düşünebilir. Ucba düşebilir. Bu anda şöyle düşünmek lazım: “Ey nefis! Ben seni tanırım. Bu hizmet nere, sen nere? Bu hizmet, tamamen Rabbimin bana ihsanıdır. Yoksa senin yapacağın iş değil.”

Nefsini böyle bildiğin zaman, nefse hüsnü zan etmezse, hizmette ucbe düşmez.

Nefis cümleden süfli

Vazife cümleden ala

Elhamdülillahi haza min fadli Rabbi

İnsanın ibadetine güvenmesi ucbdur. Bilsek ki, nefsimiz necistir. O zaman ucub, riya ve gurur önümüze geçmez. Ot yesin ot!

Risale-i Nur yüksek hakikatlerdir. İşte bu maarif-i İlâhiyenin sürekli talimi; hakikat, marifet, kutsiyet, esrar karşısında nefis -inşallah- tuzla buz olur. Mecburen akla tabi olur. Aklın nefis üzerindeki fonksiyonu, nefis üzerine hakikatleri tahşid etmektir. Kalp ise, o hakikatler ile tatmin olur.

Talim-i Esmanın hikmetine muallim Al-i Hasan’dır.

Her esmada hikmetler var. İşte her esmadaki hikmetlere muallim Al-i Hasan’dır.

Her nur talebesi esmayı bilir. Fakat talim ettirecekler ise, Al-i Hasan’dır. Neseben veya meşreben Al-i Hasan.

Hidayet-i amme için kabiliyet-i külliye lazımdır. Meşreb-i Al-i Hasan kalıb-ı kutsidir.

Sudaki alabalıkları yakalamak için tor kullanmak lazım. İşte meşreb-i Al-i Hasan tor gibidir. Tor sahibi oldun mu, o kutsi kuşları tutarsın.

Talim-i esmanın hikmetine esas muallim, aktab-ı Al-i Hasan’dır.

Esmanın hikmeti, hakikati bekada dahi devam ediyor. Aktaplar ise, müderris-i azam gibidir.

Mürşid-i Kamil, nasih-i ümmet; Risale-i Nur’dur. Fakat talim-i esmada fikir, hakikat ve sır cephesiyle derinleşmek mi istiyorsun? İşte o muallimler ya meşreben Al-i Hasandır, ya neseben Al-i Hasandır.

“İlim malumdan alınır.”

Malum: Feza

İlim: Astronomi

Malum: Bağlar, bahçeler

İlim: Ziraat

İlim, malumdan alınıyor. Öyle ise, ilmin keyfiyeti ile malumun keyfiyeti arasında bir ilişki vardır. Yani malumun keyfiyeti ne kadar yüksek ise, ilim de o derece kıymet kazanıyor.

Mesela; malumun keyfiyeti ağaç, çalı… Sanat ise, sepet. Fazla önemli değil.

Satılan metaın keyfiyetine göre ticaretteki kârın artıyor. Mesela; fizik ve kimya değerini, maddeden alıyor.

Malum: Akaid-i İmaniye, Lahuti, İlâhi hakikatler, Marifet-i Rabbaniye

İlmin kıymeti:

Demek, marifet-i İlâhiyeye taalluk eden ilim en kutsi ilimlerdendir. Medreseler, ebedi, lahuti mücevheratların satış yeridir. Bu dükkâna gelen, beka mücevheratı alıyor. Bizim meşgul olduğumuz saha;  kâinatta en ulvi saha, en kutsi en yüksek vazifedir.

Biz maarif-i Rabbaniye için yaratılmışız. Allah’ı bilmek, tanımak için yaratılmışız. Bir nur talebesinin üzerinde durması gereken en mühim mesele; Allah’ı bilme keyfiyetinde rüsuh peyda etmesidir.

Hayalen düşününüz ki, bir tünelin içindesiniz. Tünelin bir ucu ezelden başlıyor, ebede gidiyor. O tüneldeki perdeyi hafif arala. Aralaman kadar süzme bir ışık süzmesi düştü. Demek perdeyi açtıkça ışık yayılıyor. Perdenin kornişleri ebede uzanıyor. Demek himmetin kadar sen o tüneli nurlandırabilirsin.

İşte insanın marifet iklimi, Allah’ı bilme keyfiyeti aynen bu misal gibidir. Risale-i Nurun her bir sohbeti perdeyi açıyor. İşte biz iç iklimimizi maarif-i İlâhiye ile tenvir etmek için yaratılmışız. Perdeleri ne kadar açsak ömür yeter mi? Ahirette de açacağız. Ebediyen açacağız. Ne kadar yol kat edersen et sonsuza göre hiçbir şey. Kim olursan ol, o perdeyi ne kadar açarsan aç, yine bitmez. Ebediyen açacağız, lakin ebediyen bitiremeyeceğiz.

Esas açılış, esmaya göre…1001 esma ile aç! Onun için Risale-i Nur hizmetinde en birinci gaye; Allah’ı bilme keyfiyetinde yoğunluktur. Bu, Risale-i Nurun çok okunmasına, dikkatle, tetebbuatla okunmasına bağlıdır.

Bunda öyle bir keyfiyet farkı vardır ki, mesela; 100 sene yaşayan birinin, her dakikada 100 milyon metre açtığını; Hz. Resulullah bir anda açıyor.

İşin esasını biz dünyada kavuracağız. Ahirette hiçbir şey sıfırdan başlamıyor. Bir devlet memuru 25 bin, diğeri 100 bin lira alıyor. Devlet %30 ikramiye verse, ikisi maaşı nispetinde fark alıyor.

Hz. Ömer, sahabeleri toplar, “gelin imanımızı inkişaf ettirelim” diye Kuranın tefekkür ayetlerini okurlarmış.

“Ben Al-i İmran suresini 22 sene de öğrendim” Hz. Ömer (R.A)

Risale-i Nurun hakikatlerine tam gavvas olan bir Nur talebesi perdeleri bir seyr-i seri ile açıyor. Bizim hatalarımız, kusurlarımız, günahlar bizim manevi enerji gücümüzü azaltıyor. Perdeyi açmaya mecal bulamıyoruz.

Andıkça seni büyür hayalim

Namın ne kadar enis-i candır

Ruhum yoluna revandır

Açıla açıla idraki büyüyor açılıyor.

Allah’ın rızasına nasıl çabuk gidilir?

  1. Meşrep: Nefsin tezkiyesi
  2. Meşrep: Kalbin tasfiyesi
  3. Meşrep: Ruhun terbiyesi
  1. Birinci Cadde manen en düşük caddedir. Nefsi tezkiyenin neticesi, insanın kendisini menhiyattan uzaklaştırmasıdır. Bunu için de nefsin otunu kesmek lazımdır. Çile, erbain, riyazet… Nefsi öldürmek için gıdasını azalta azalta artık gücü kalmıyor ki, günahlara girsin. Bu yol zor ve müşkildir ve manevi seyirde seri değildir.
  1. Kalbin tasfiyesi ise, zikir iledir. Sürekli zikre kuvvet vermişler. Zikre çevrile çevrile kalpte zikre taalluk eden sırlar doğuyor. Bu iki meşrebi birleştirenler de var.
  1. Tezhib-i ruh; ruha saykal vurmaktır. İnsanın mahiyet-i manevisini sürükleyen, ruhtur. Esas mesele, ruhun tezhibidir. Ruhun gıdası marifettir. Marifet ise, bekaya müteveccihtir. Ruhun tezhibi ise, hakikate dalmaktadır. Ne kadar süslense, süslendiği nispette nefis ve kalbi de peşinden sürükler.

Risale-i Nurun hakikatlerini mütalaa ve müzakere etmek, gavvas olmak. Risale-i Nurla ruhu tezhip ettikten sonra, tezkiye-i nefis ve tasfiye-i kalp de peşinden gelir.

Nefsin üzerine marifet dağları koymak lazımdır.

Sahabelerde esas meşrep; tezhib-i ruhtur.

Risale-i Nurun meşrebi; meşreb-i sahabe olduğu için tezhib-i ruha ehemmiyet veriyor.

Risale-i Nur meşrebinde tahkik mesleği çok önemlidir. Risale-i Nurun dersi, ders-i asfiyadır. Velayet-i kübranın dersidir.

Makam-ı Hızır’ın dersi, velayet-i vustanın dersidir. Risale-i Nurun dersi, velayet-i kübranın dersidir. Onun için Risale-i Nuru bırakıp, makam-ı Hızır’ın dersine giden kaybeder.

Ruhun tezhibi, evvelen ve bizzat daire-i vücub’a taalluk eden sırlar ile olur.

Hz. Musa, kitap sahibi ulülazm bir peygamber. Hz. Hızır ile seyahate çıkıyorlar. Bazı dünyevi hadiseleri Hz. Hızır biliyor. Hz. Musa bilmiyor. Neden Hz. Musa’nın nazarında meçhul?

Çünkü Hz. Hızır’ın kerameti, keramet-i kevniyedir. Hz. Musa’nın nazarı ise, ahkâm-ı İlâhiye, esma-yı İlâhiye, sıfat-ı İlâhiye, Zat-ı İlâhiyeye müteveccih olduğundan, mükevvenata nazar etmiyor. Dikkatini çekmiyor.

Arif odur ki; seni bir mıknatıs-ı nevvar ile bir marifet iklimine götüre…

Arif odur ki; sana seni unuttura…

Arif odur ki; insanın gönül ikliminde marifet, kutsiyet ateşini yaka…

Arif odur ki; sadece biri bile… Ya Vitr, Ya Ehad, Ya Vahid…

Arif odur ki; bilmeye dünya ve mafiha nedir? O, hakaikle döne, yana ve yandıra…

Arif odur ki; dünyanın gıl u gışından insanı çeke ala…

Bütün marifetleri ve hakikatleri, yalnız biri bilmeye yönelte…

Talim-i Esmanın hikmetine muallim ve muvazzaf Al-i Hasan’dır.

“Hayyün Hayyü’l-Kayyum Allah” İshak Ağabey

Veraset-i Nübüvvetin asfiyalarına imreniniz.

Niye Hacı İshak ism-i Kayyum çekiyor?

Bu ders ism-i Kayyumu çekip, manasını bilmeyenlere bir derstir.

HİZMET REHBERİ

Bir insanın manevi hayatında en büyük hicab, insanın kendi nefsidir. Müstakim bir kulluk için, içimizdeki düşmanı iyi tanımak lazımdır.

Davud (A.S):

— Ya Rabbi! Sana yakın olmak istiyorum. Ne yapayım?

— Ya Davud, nefisini bırak gel!

Herkesin bir davası var. Davasının kılıcını sallıyor. İnsandaki nefsin de bir davası var.

Nefsin davası; Ulûhiyet, Rububiyettir. Bir ilah gibi kendini her şeyden serbest olduğunu sanır. Fiillerinde istiklaliyet arzu ediyor.

Nefsin sıfatı; ihanettir. İlla ihanet eder. Haindir. Nefsin ihaneti fıtratındandır. Kurt,  cibilliyetinden parçalar. Nefsini de böyle bil! Dinine, şerefine, izzetine ihanet eder.

Nefsin konağı; necasettir. Nefis, pislik böceği gibi illa günahlara konacak.

Nefsin ahvali, laubaliliktir.

Nefsin gıdası da, fahrdır, gururdur.

Namın ne kadar enis-i candır

Ruhum yoluna revandır

Benim hayatta sevdiğim, başımda taç, kalbimde sultan, ruhumda can, belki canan üç kelime:

VAKFETTİM

NEZRETTİM

HASRETTİM…

Bu dünyaya bir defa geliyoruz. Bir adamın himmeti, hamiyeti yoğun olsa malının bir parçasını Allah yolunda vakfediyor.

Sebil: Gelen geçen içsin. Malını Allah yoluna vakfetmek kolay.

Beka noktasından manen alkışladığı bir mana:

Din temelde yüksek fedakârlıktır. Niye sahabelere kavuşamıyoruz? Tam fedakâr…

“Fedaike ebî, ümmî, nefsî Ya Resulallah”

“Feda olsun anam, babam, malım ve nefsim senin yoluna Ya Resulallah”

Madem onlar hayatlarını din-i İslama vakfetmişler. Biz de bu dünyaya bir kere geleceğiz:

“Ya Rabbi! Yerler senin, gökler senin, bir canım var o da senin!

Bir komünist, bütün himmeti, hamiyeti, yemek içmek iken, hayatını rahatlıkla davasına feda ediyor. 5 kuruşa satan, ebediyete haydi haydi satar.

Bir bahr-i muazzam gibi cuş etmişsin

Fakat çorak arazide akıp gitmişsin

“Nefis ve malını Allah’a satana Allah cennet veriyor”

Ver Şaban’a, gitmez yabana…

Ben de hayatımı Allah’a adadım.

Bu milletin ebedi kurtuluşu için:

Kâinatta intikam almak istese, en büyük intikamı kim alır? Allah…

Tavuk 21 gün yumurtanın üstüne oturuyor. Hiçbir şey yapmıyor. Neticeyi yaratacak, Cenab-ı Haktır.

Sadakat: Ben de, 21 sene medresede otururum.

Nezir kurbanının etini kesen yiyemez.

Ya Rabbi! Hayatımı senin yoluna “nezrettim”. Öyleyse çekil! O hayat senin değil. O hayat, Allah’ın, o hayat kimin? Kuranın, Resulullahın…

Bir kalbimiz var, bir kalbe bir mahbup sığar. Eğer iki kalbimiz olsa idi, birini dünyaya, birisini ahirete hasrederdik. Ama bir kalbimiz var.

“Netice-i hayatım, sebeb-i saadetim, vazife-i fitratım; Risale-i Nur”

“Meyvedar bir ağaca inkılâp etmek için bu beka-yı dünyevi kabuğunu kırdım”

Ey ekmel-i ahir zaman

Sensin mahbub-u Müstean

Feda sana bu cism ü can

Hak yoluna kurban gibi

1400 senedir intizar edilen mehdiyetin kervanı geçiyor. Ferdiyetin reyhanı…

Kafile-i mecma-yı uzma geçiyor.

Mekân ve zamanın zarureti vardır. Dinin erkânına taarruz var. Taarruz ferdi bir şahsın itikadına değildir. Şahs-ı manevi tarzında, İslamiyet’in rükünlerine bomba koyan bir cereyan vardır. Bu zamanda İslamiyet sarayının temellerine ve rükünlerine kuvvet vermek lazımdır.

Risale-i Nur hizmeti, zamanın zaruretinden doğmuştur.

Dinin esasatını ve erkânını iyi bilmek, iyi anlatmak lazımdır. Risale-i Nur hakikatlerinde merkez, iman hakikatleridir. İman hakikatlerinde merkez, iman-ı billâhtır. Mümin bu asırda müdellel bilecek. Bu ise, yüksek marifet iledir. Kurandan telemmu eden hakikatler iledir. Kâinatta Kuran namına en büyük, en cami, en kutsi derstir. Risale-i Nurun dersi, velayet-i kübranın dersidir. Risale-i Nur, kutsi kelimattır.

Bu asırda en önemli bir ibadet, etrafını aydınlatmaktır. Dini anlatmak ise, hikmet iledir. Marifet tabakalarına vukufiyet iledir. Ehlullahın, Allah dostlarının ami tabakası; evliyalardır. Ehass-ı Havas ise, asfiyalardır. Bazı evliyalar hale, keşfe, müşahedeye dayanan bazı hallerden bahsetmişler. “Şu âleme girdim, gördüm.” Girdin, gördün ama bize ne getirdin? Görmek kolay, ama gördüğünü tespit etmek, gördüğünü göstermek, ilmi ve mantıkî düsturlar ölçüsünde tasnif etmek çok zordur.

Risale-i Nur, marifetin zevklerinden ziyade, marifetin kendisini nazara veriyor.

“Bir adama her gün bir balık vermektense, o adama balık tutmayı öğretiniz” Çin Atasözü

Müşahedeye taalluk eden şevkle, balık yedirmek gibi… Risale-i Nur ise, balık tutmayı öğretiyor. Risale-i Nur, merdiven gibi bizi o ali hakikatlere çıkarıyor.

Bir insanın aldığı haz ve lezzet, Allah’ı bilme keyfiyeti ile alakadardır.

Risale-i Nur, esma yoludur. Şuunat yoludur. Kurana dayalı çok kısa, çok keskin bir yoldur. Bize Rabbimizi 1001 esma ile bildiriyor.

Mesail-i imaniyenin bir zerre inkişafı….

Kim büyük?

Kim Allah’ı bilme vadisinde kulaç atıyorsa o büyük.

Kuran bir derya, bir bahr-i muhit-i kebir. Bütün sahabeler bütün latifeleri ile o deryaya dalmışlar. Bütün latifeleri uyanık, onun için büyükler.

Hz. Ebubekir’in imanı bir tarafa, bütün ümmetin imanı bir tarafa… hz. Ebubekir (R.A) neden büyük? Allah’ı en iyi o bildiği için. Bu ise, zevkten öte yüksek marifete taalluk ediyor.

Risale-i Nuru tek tek, tane tane tefekkür ederek okursak, bizim meşrebimiz sahabe meşrebidir. Risale-i Nurun yolu, meşreb-i Resulullahtır, meslek-i sahabedir.

Her esmanın bir nuru vardır. Esmanın zikri, pilleri yan yana getirmek gibidir. Ama Risale-i Nur, reaktör kuruyor.

Bir adamın pili var. Onu yaksa, karanlık bir yerde epey sineğin dikkatini çeker. Gelir etrafında dönerler. Sivrisinek, o ampulün etrafında döner. Başka ışık görmediği için, çok görmemek lazım. Öbür tarafta bir elektrik santrali var. Bütün dünyayı aydınlatacak bir santral. Bu santralin gölü olacak. Bu göl, 1001 dağdan alacak ki, bütün dünyayı aydınlatsın.

Risale-i Nur, bir santrali nevvardır. 1001 esmadan medet alan Risaletin bir nurudur. Makam-ı mehdiyetten medet alan bir santral-i manevidir. Mesele o santralin şebekesi içine girmektir. Risale-i Nurun şahs-ı manevisi içinde bir ampul olsak, o zaman yanacağız. Melekût âleminde seyyah olur. Bu Allah’tan gelen bir inayettir. Allah, ümmet-i merhume içinde Ferdler yaratmış.

  1. SÖZ (ENE)

ALADDİN BAŞAR

Bir şehre giriyorsunuz. Girişte yazıyor Erzincan… Bu levha, Erzincan şehrine işarettir. İçinde Erzincan caddeleri, evleri, insanları yoktur. İşte insandaki sıfatlar, Cenab-ı Hakkın evsaf ve şuunatına işarettir.

Mesela, bizde cüz’i kudret var. ,işte bu Cenab-ı Hakkın kudret-i mutlakasına işarettir. Yoksa o mutlak kudret ile bizim cüzi kudreti ile hiç alakası yoktur. Tıpkı o levha gibi ihya, imate gibi fiillere, esmaya dayanıyor. (Muhyi, Mümit)

Öfke, bizim şe’nimiz…Gadap da, Cenab-ı Hakkın şe’ni. Biz de mert insanları severiz, Cenab-ı Hak da Muhsinleri sever. Bu şuunatı fakat bizim şuunatımız yine Cenab-ı Hakkın şuuantına işarettir.

Terzik: Fiil

Rezzak: İsim

Rezzakiyet: Şuunatı

Biz gözümüzle ihata ettiğimiz şeye şekil veririz. Anlama da aklın şekil vermesidir. Akıl ile ihata ettiğimiz şeyi anlarız. İhata edemediğimiz şeyi anlamayız. Mesela, havayı anlayamayız.

Cenab-ı Hakkın sıfat ve esması mutlak ise, ihata edilmez. İhata edilmeyen anlaşılmaz. Aczimizi anlamadan Kudret-i İlâhiyeyi anlayamayız. Enaniyetin vazifesi budur. Aczini ölçü alıyor, Kudret-i İlahiyeyi anlıyor. Fakrını ölçü alıyor, Rahmet-i İlâhiyeyi anlıyor.

Ampul bilse ki, “ben 100 vatlık bir ampulüm”. O zaman güneşi de bilebilir.

Sen 50 kiloluk taşı yerden kaldırsan veye kaldırmasan küre-i arz için hiç fark etmez. Allah’ın bir mahlûku olan dünya için senin cüzi kudretinin ehemmiyeti olmazsa, Allah’a karşı senin cüzi kudretinin hiç ehemmiyeti yoktur. Ama vahid-i kıyasi olup, Allahın kudretini anlamak için istimal edilir.

Enenin iki vechi vardır:

  1. Gurura kaçar
  2. Cenab-ı Hakkın marifetine götürür. (Vahid-i Kıyasi)

Mevhum Rububiyet: Manasız bir mürekkebi alıyoruz elimize, manalı bir cümle yazıyoruz. Anlıyoruz ki, Cenab-ı Hak, manasız elementlerden beni yazmış. Sen ev yapıyorsun. “Ben nasıl bu evi yapıyorum, Allah da bu kâinatı yapıyor” diyorsun. İşte bunu dedirtmek için Allah, sana o evi yaptırıyor.

Bülbül de yuva yapıyor. Fakat “ben yuva yaptım” diyemiyor. Dese; o da mümin veya kâfir olabilir.

Terk-i enaniyet cihetiyle cemadata benzemek lazımdır. Birisi sana hakaret ettiği zaman, taş gibi karşılık vermiyorsan… İşte o taş hacer ül esved gibi öpülmeye layıktır.

“Soba yandı” derken, odun yandı demek istiyoruz. “Benim elim” derken de, “Allah bana bu eli verdi” demek istiyoruz.

Bizim cüzi ilmimizle hiçbir şeye tasarruf edemeyiz. Biz de anne babadan doğuyoruz, hayvan da. Biz anne babamızı biliyoruz, hayvan bilmiyor. Ama arada bir fark yok. Sindirim sistemini bilen mi iyi hazmeder, bilmeyen mi? Hiç farkı yok.

Cenab-ı Hakkı bilemeyeceğimizi bilmekte ne kadar terakki etsek, o kadar arif oluyoruz.

Her hissiyat bize ayrı bir sermayedir. Eğer kullanabilirsek… Mesela;  “endişe”,  bize karamsarlık veriyor. Ama günahtan endişe duysak kemalata vesile oluyor. İşte her hissiyatını en kâmil manada kullanmak…

Ahir zamanın tefsiri: İktisat ve israf tersine dönmüş. Hayırda iktisat, şerde israf.

Mana-yı harfi: Saniin varlığına delalet eder. Ama zatının hiçbir hususiyetini taşımaz.

Kardeşler ile paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: