Hizmetkârlık olan Memuriyet ve Kutsal Öğretmenlik Mesleği

İslâmiyet’in bir Kanun-u Esasîsi şu hadîs-i şeriftir: Milletin efendisi, onlara hizmet edendir.” hakîkatiyle, memuriyet bir hizmetkârlıktır; bir hâkimiyet ve benlik için tahakküm âleti, baskı aracı değil.

Bu zamanda terbiye-i İslâmiyenin noksaniyetiyle ve ubûdiyetin za’fiyetiyle benlik, enaniyet kuvvet bulmuş. Memuriyeti hizmetkârlıktan çıkarıp, bir hâkimiyet ve müstebidane bir mertebe tarzına getirdiğinden; abdestsiz, kıblesiz namaz kılmak gibi, adâlet olmaz, esasiyle de bozulur.

Ve hukuk-u ibad da, kul hakkı da zir ü zeber olur. Hukuk-u ibad, hukukullah hükmüne geçmiyor ki, hak olabilsin; belki nefsanî haksızlıklara vesile olur.

Bu durum Şu anda devletin kapısında bekleyen –hizmetkâr olmak için değil, belki devletin deniz gibi malından helal haram demeden yararlanma düşüncesinde olanları kastediyorum- memuriyet hakkını kazanmak için malını-mülkünü peşkeş çekerek kul hakkını yok sayıp her türlü kayırmayı mübah gören, hatta mukaddesatını feda etmekten bile çekinmeyecek milyonların maalesef imtihan kaynağı olmuştur.

Bediüzzaman hazretlerinin ifadeleriyle Geçim için tabiî(insanın yaratılışına uygun), olması gereken ve hayattar yol zanaattir(sanayi), ticarettir, ziraattır. Tabiî olmayan yol ise memuriyettir ve kamuda idareciliktir. Bence, memurluk ve idareciliği geçim kaynağı edinenler, bir nev’i cerrar(üzerine düşen vazifeyi menfaat kaynağı edinen), âciz ve dilencilerdir. Bence, memuriyet ve idareciliğe giren, yalnızca ülkeye ve millete hizmet için girmelidir.

Bediüzzamanın dikkate değer bu tespitini hali hazır yaşantımızda ibretle temaşa etmekteyiz. Çünkü sadece maddi kazanç için (birinci öncelik) veya şahsi dünyevi rahatlığı için memuriyet ve idarecilik kadrolarını işgal eden âdemoğullarının, ne vatanına, ne milletine ve ne de hiç kimseye menfaati dokunmamakla birlikte, toplumun sırtında bir yük olmaktan başka hiçbir işe yaramadığına bütün insanlık şahittir.

***

Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup, dünyaya talip bedbaht eğitimci(..!) arkadaş! Bilir misin neye benzersin? Deve kuşuna… Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, tâ avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarda. Avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış, görmez.

Diğer taraftan bu durumun diğer bir yansıması ise, eğitimci ve idarecilerimizin bulundukları farklı ortamlarda müşahede ettiğimiz muhabbetlerinde kendisini göstermektedir. Zira Devlet kadrolarını çoğunlukla dolduran eğitimcilerimizin büyük çoğunluğu başını kuma sokup koca gövdesi dışarda olan Deve Kuşu misali koyu bir gafletin içinde bulunmaktadır.

Gözlerini kör eden bu gafletlerinden dolayı, çevrelerindeki 7’den 77’e bütün bir milletin nazarlarının altında ibretle ve sessizce sorgulandıklarından bihabermiş gibi bir hayat sürmek nereye kadar..

Hal böyle iken, uyanık olan birinin, uykuda olanları uyandırmaya; azınlıkta kalmış kıymettar bir avuç hamiyetperverin, amaçsız ve gayesiz olan ehemmiyetsiz çoğunluğa “kral çıplak” demesinin zarureti hâsıl olmuştur. İşte başlıyoruz..

***

Eğitimcilerimiz çıplak(..!) Nasıl mı..?

Geleceğimizin sahipleri olan çocuklarımız için hiçbir hayırlı faaliyet ve etkinliğin içinde olmamakla birlikte, her ortamda zamanın kötülüğünden ve gençlerin kötülüklerinden bahsetmekle yetinirler..

Hiçbir zaman çözüm üretmemekle birlikte, çözümün bir parçası dahi olmayı düşünmezler. Yetmiyormuş gibi sorunların çözümü adına uğraşan hamiyetperverlere çok sıkı muhalefet yaparak, zaman ve enerji kaybına neden olurlar.

Bunların gelecek adına hiçbir ümitleri yoktur. Sadece günü kurtarmanın telaşesi ve ayın 15’ini bekleme heyecanı içinde olan eğitimci aydınlarımızın(..!) bırakın etrafına ışık yaymasını beklemek, aksine etraflarındaki; gençliğin yarınını kurtarma telaşesi ve bu gençliği her iki cihan saadetine kavuşturmanın heyecanı içinde olan ÜmitVarların Ümit Nurunu söndürme gayretlerini yaşayarak görüyor, anlıyoruz.

Bu deve kuşu milleti olan eğitim camiasının sohbetlerinde mevzu olan konular (Ek dersler, önceki akşamdan yapılan veya seyredilen maçların analizleri, günlük siyasi hadiselerde üzerimize vazife olmayan mevzuların gereksiz tartışmaları, cafe muhabbetleri ve tapınacak din haline getirilen sendika muhabbetleri) belli olmakla birlikte, kazara mevzularda(nefis muhasebesinin gerekliliği, gençliğin sorunları için çözüm arayışları vb.) farklılık ve değişkenlik olduğunda, çareyi medeni(..!) insanlar gibi ortamı terk etmek veya nazikçe sohbet konusunu değiştirmekte görürler.

Geleceğe dair hiçbir amaç, gaye ve projeleri yoktur. Zira sırtlarını devlet babaya dayamanın rahatlığı içinde olanların proje üretmek gibi bir dertleri olmasa gerek.

Kitap okuma gibi iyi bir alışkanlıkları olmadığı gibi, öğrencilerine kitap okumanın gerekliliği konusunda yaptıkları gayri ciddi nasihat etme gibi kötü bir alışkanlıkları vardır. Evet, Nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez.

Yenilikçi fikir ve projelere bırakın saygı duymayı, bunları dinlemeye bile tahammülleri yoktur. Zira kendilerine göre bu fikirler gereksiz olmakla birlikte, üretilen projelerin akıbetinin kötülüğü hakkında falcılık yaparak gelecekten haber vermekten bile çekinmeyecek kadar sabit kafalıdırlar.

Özeleştiriye tahammülleri yoktur. Zira kendilerini, yalancı ayinelerin de mükemmel bir meslek insanı olarak görürler.  Hikmetini bilmedikleri her olayı fütursuzca dişlemekle birlikte, bu hadiselere konu olan insanları da acımasızca eleştirmekten kendilerini alıkoyamazlar.

Siyasi partilere üye olamamakla birlikte; siyaset yapmakta, siyasilerden daha fazla bir iştihaya sahip olup, siyaseti bir hak olarak görmekte, günlük siyasi hadiselerin tarafı olmakta bir beis görmemekte ve bunu eğitim adına yaptığına sadece kendisini inandırabilmiştir.

Devlet, Millet ve memleket yararına, Eğitim öğretim alanında yapılan veya yapılması düşünülen her türlü reform hareketlerine; ideolojik saplantı, siyasi görüş veya şahsi menfaat kaygıları yüzünden, muhalefet partilerinden daha fazla bir tepki vermekten geri durmamakta; maalesef yaptığı bu muhalefeti de masum(..!) bir “sendika” faaliyeti etiketi altında yapmaktadırlar.

Evet, Bediüzzaman hazretleri şahsi menfaatlerini, her şeyin önünde görenleri, insan yerine bile koymayarak şöylece tarif eder; “Kimin himmeti milleti ise, O tek başına bir millettir. Kimin himmeti(çalışması) nefsi ise o insan değildir.

“Arife, bir işaret yeter” kaidesince eğitim camiasının içinde bulunduğu içler acısı vaziyeti göstermesi bakımından bu kadar hayatın içinden tablo yeter, Seyretmesini ve ibret alıp ders çıkarmasını bilen ariflere..

***

Helaket ve felaket Asrının öğretmeni Bediüzzaman hazretlerinin biz eğitimciler için çizdiği yol haritasına bir nazar edip kulak verelim..

Muallimin iyisi minare başında, kötüsü kuyu dibindedir. Muallimler için ortası yoktur, ya âlay-ı illiyyinde(aşağıların en aşağısı) veya esfel-i safilindedirler(yücelerin en yücesi). Ortası yoktur.

Bediüzzaman hazretleri, öğretmenlerin dindar olanlarına çok ehemmiyet vermiş, hatta bu hususta biraz daha ileri giderek “Eğer vaktim olsa, hergün dindar bir muallime on altın lira veririm. Çünkü dünyada benim çocuğum olmadığından, bütün dünyadaki çocuklara şefkat cihetiyle alâkadarım” derdi.

Şu zamanın dindar bir muallime eski zamanın velisi nazarı ile bakıyorum. Çünkü eski zamanda dinî terbiye ebeveyne(anne-baba) verilmişti. Bu zamanda o vazife muallimlere verilmiş. Muallimin iyisi çok iyi, fenası da çok fena. Çünkü masum çocuklar muallimlerine çok dikkat ederler, âdeta mıknatıs gibi hocalarından ne görürse, iyiyi de fenayı da çekerler.

Gençleri dalâlete(kötü yollar ve zararlı akımlar) düşmekten kurtarıp, hidayet yolunda yürümelerini sağlamak için özellikle öğretmenlere çok büyük vazife düşüyor.

***

Asırlardır bu milleti kuvvetle, madde ile, topla, tüfekle yıkamayan, Türkün, Kürdün, Çerkez’in vs. bütün bir İslâmın düşmanları taktik değiştirmişler.

Bir din yok edilmek, vicdanlardan çıkarılmak isteniyor.

Bir millet yere serilmeye azmedilmiş.

Gençliğinin dimağları boşaltılmak, bu boşluğu bâtıl fikirler, solak düşüncelerle doldurulmak isteniyor.

Anasına itaat etmeyen babasına hürmeti olmayan, hocalarına isyan eden, cem’iyete isyan eden, İlahî kanunlara isyan eden, Allah’a isyan eden, kendine isyan eden, ne yaptığını bilmeyen bir âsi gençlik meydana getirilmek isteniyor.

Ve işte sinema köşelerinde kuyruk, sokak başlarında işsiz, kahve köşelerinde kumarbaz, mektepte başarısız!

Gazetelerde yazarlara sermaye, haberlerde kaçak, cani, hırsız, ahlâksız ve kimsesiz…

Ana ondan dert yanıcı, baba ondan şikâyetçi, öğretmen ondan şikâyetçi, polis ve hükûmet ondan şikâyetçi; pedagoglar onlar için toplanır.

Eğitim kongrelerinde birinci sandalyeye onun konusu oturtulur.

Mütefekkirlerimiz onlar için kafa yorar, mürekkep harcar, kâğıtlar karalar…

Fakat cem’iyeti yeyip bitirmekte, anarşizmin korkunç girdaplarına sürüklemekte olan içtimaî verem gittikçe had safhaya girmekte; ikinci, derken üçüncü devreye vâsıl olmaktadır.

Biz bunun sebeblerini, müsebbiblerini ve ilâcının ne olabileceğini düşünmekle meşgul olup toplantılar tertiplerken, ahlâksızlık girdablarına batmakta olan cem’iyet gemisini selâmetli ahlâk sahiline çıkarmak ve onu kurtarmak için te’lif edilmiş bir eser olan Risale-i Nurlar meydanda ve bahtiyar ellerde..

Onu okuyan, onda bu hakikatı gören, yüzlerce, binlerce, yüzbinlerce insan kendini o girdabdan kurtarıyor.

İmansızlığın ve onun neticesi olan ahlâksızlığın sıkıntısından, azabından kurtulup, tahkikî ve hakikî imanın lezzetleriyle sükûna, emniyete kavuşuyor.

Böyle bir insan, kendine bu saadeti bahşeden bir müellife, bir esere elbette minnettar olur, ona karşı sırf Allah rızası için kalbinin derinliklerinden gelen, ölçüsüz bir sevgi ile hürmet duyar, alâka gösterir.

İşte, size bir Nur talebesinin objektif bir portresini çizdim.

Risale-i Nur imanî mes’elelerde hem ruha, hem kalbe, hem akla ve hem de yirminci asrın idrakine uygun bir tarzda izahatta bulunduğu için tesiri büyük oluyor.

Bu sebepledir ki, şimdiye kadar hiçbir Nur talebesinin adliyeye intikal eden müstekreh bir hareketi vuku bulmamış, asayiş-i umumiyeyi ihlâl eden, kanunlara uymayan hiçbir davranışı, hiçbir zaman hiçbir yerde görülmemiştir.

***

Bir hamur gibi, yarınlarımız olan gençliğe; kendisine, ailesine, vatanına, milletine ve bütün bir insanlığa faydalı olacak bir şekle sokup, maddi ve manevi güzel bir kişilik kazandırmak, bu zamanda eğitimcilerin ellerine bırakılmıştır. Öğretmenlik mesleğinin bu vasfından dolayı Bedîüzzamân Bu zamandaki muallimler ya minarenin tepesinde veyahut kuyunun dibindedir, ortası yoktur” diyormuş.

Kur’an tefsirleri olan Nur Risâlelerindeki tahkikî iman dersleriyle gençlerin imanlarını kuvvetlendiren, onlara güzel ahlâkı, vatan sevgisini, anne ve babaya itaati, büyüklere hürmet, küçüklere sevgi ve şefkat etmeyi öğreten öğretmenler elbette minarenin tepesindedirler.

Rabbim(c.c) bizleri, minarenin başındaki eğitimcilerin sınıfından olanlardan eylesin.. Âmin

Hasan Tayfur

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: