Hizmette “R” Geri Vites

..Birçok Büyük Sanılan Kimseler Gibi, Yere Göğe Sığmaz.. [1]

Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz.[2]

Tesanüdümüzden hasıl olan bir şahs-ı manevînin fevkalâde ehemmiyet ve kıymeti ve üstadlığı ve irşadı bize kâfidir. Hem madem bu zamanda her şeyin fevkinde hizmet-i imaniye en ehemmiyetli bir vazifedir.[3]

Şu zamanda en mühim vazife, imana hizmettir. İman saadet-i ebediyenin anahtarıdır. [4]

Hizmet, Lugat Manası olarak:Birinin işini görme. Bir kimsenin hesabına veya menfaatına iş görme, bu suretle yapılan iş, vazife. Memuriyet. * Bir insan, hayvan veya nebatın muhtaç olduğu işler ve takayyüdat. Olarak geçmektedir.

            Bir şey yapılacağı zaman neticenin ve işin doğru olması için usul gerekir. Buna bir misal vereyim. Bir kavanoza çakıl kum ve su koyacağız. Bunun usulü önce çakıl arasına kum üzerine de su koyarsak nizami olarak içerisine hepsini alacaktır. Bunun usulü budur.

         Şimdi bu sıralamayı değiştirmeyi deneyelim.

a) Çakıl yerine kum koyalım sonra üzerine su boşaltalım. Kum taneleri aşağıda kalacağı için çakılların arası tam dolmayacaktır ve gerekli olan su içine girmeyecektir.

b) suyu boşaltıp üzerine kum ve çakılı boşaltalım bu defa da yine usule uygun olmadığı için istenen netice hasıl olmayacaktır.

Bu deneyde tezahür eden o dur ki bir şeyde muvaffak olmak isteyen adam usule uymalıdır. Nitekim ahirzamanın mihmandarı ve Rehber-i A’zamın (a.s.m.) yaveri Bediüzzaman Said Nursi bu konuda: “Tevfik isterseniz, kavanin-i âdetullaha tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik ile cevab-ı red alacaksınız. [5]” demektedir.

          Dersen şayet neden bunları tadad edip sıraladın?

Bu deneyi şu sebeple misal olarak verdim. Demekki her şeyin bir usulü var. Bu usulü bilmeyenlere karşı tevazu yapılarak estağfirullah demek tevazu değil ihanettir. Tevazu alçak gönüllülüktür.

Bir söz söylenildiğinde ve iştildiğinde: “Evet, bir kelâm “Kimden gelmiş ve kime gelmiş ve ne için?” denilmesiyle kıymeti ve ulviyeti ve belâgatı tezahür etmesi noktasından, Kur’anın misli olamaz ve ona yetişilemez.[6] ” ve . “”Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mehenge vurunuz. Eğer altun çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz gönderiniz.[7]” şimdi hizmet diye hemen herkes bir şeyler yapmakta ve söylenilmektedir. Risale-i Nur Külliyatına Muhalif olarak hatıralar nakledilmektedir.

Biz şunu peşinen bilmeliyiz ki: “Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mehenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor [8]” o halde bizler gözmüzü olabildiğince çık tutmalıyız. Kim olursa olsun sözünü ölçmeden tartmadan kabul etmeyeceğiz.

Pozitif fikirlerin hükümran olduğu bir zamandır. Delilsiz, isbatsız şeylere inanılmıyor ve inanmıyoruz. [9]” binaenaleyh bu asırda aldanmamak ve hak içine bulaştırmalardan kurtulup istikamet üzere kalmak gerektir. “Binaenaleyh ifrat ve tefritten kurtulmak için istikamet mizanına müracaat edilmeli.[10]” elbetteki böyle külli bir hizmetti akim bırakmak için dahili ve harici muhalifler olacaktır. Huffaş misüllü olan bu kimseler ise ancar Risale-i Nur Külliyatının Lahikaları müvacehesinde tesbit edilip bertaraf edilir ve Hizmet selamete çıkar.

            “Hattâ İlm-i Mantık’ta “kaziye-i makbule” tabir ettikleri; yani büyük zâtların delilsiz sözlerini kabul etmektir. Mantıkça yakîn ve kat’iyyeti ifade etmiyor; belki zann-ı galible kanaat verir. İlm-i Mantık’ta bürhan-ı yakînî, hüsn-ü zanna ve makbul şahıslara bakmıyor, cerhedilmez delile bakar ki; bütün Risale-i Nur hüccetleri, bu bürhan-ı yakînî kısmındandır.[11]” bizler ise hüsn-ü zanna binaen oluşturduğumuz sun’i kahramanlar, abiler, hocalar, falanlar, filanlar.. bunlara bu makamı biz veriyoruz.

Halbuki bu makam vermeyi bizzat Bediüzzaman kökünden kesmektedir. Şu sözüyle “Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz.[12]” tarikat tarzı olan bu müfritane ali makam vermek yerine herkese değerince kıymet vermek gerekir yoksa fazla hüsn-ü zan vererek büyük sanılan ve zannettirilen kimselerin mesleğimizce geçersiz olan delilsiz sözleri kabul edilir. Risale-i Nura muhalif hareketlerinde vardır bir bildiği denilerek yanlışına ses çıkarılmaz. Bile bile ses çıkartmamakla ihanet aynı şeydir. Çünkü ha cephaneliği senin ihtiyatsızlık ve vazifesizliğinden havaya uçurdun. Ha bu vazifesizlikten düşman geldi havaya uçurdu. Yani hizmetin esasatına taalluk eden meselelerde ihmal ile ihanet aynıdır. Çünkü netice aynıdır. Bizlerin büyük zannedip makam verdiğimiz kimselerin bu sahte ve gerçek olmayan makamı muhafaza için kendini o makamda tutmak için bir çok yalan, iftira gibi şeylere temayül etmesine de sebep olmaktayız.

Risale-i Nurda böyle yazılı; ama falan abi buna diyorki deyip Kitabı değil şahsı esas almaktadır. Bu adamın ne kadar yanlış yaptığı aşikardır. Şahsı esas alıp kitabı arkaya veren “Sofi Meşrep[13]” kimseler Hakikat mesleği içindeki tarikat meşreplilerdir. Bunların hizmetin istikametine verdiği zarar azimdir. Bilerek veya bilmeyerek hizmet yapıyorum diyerek hezimet yapmaktalar.

Başta vermiş olduğum misal ise hizmetin tarzı ya ilmen yakin ya aynelyakin ya hakkalyakin bir surette öğrenmiş olan kimseler hizmette toy, acemi, olmaları kendilerine makam yapmaları veya makam talep etmeleri neticesinde verilen ve kendisini büyük zannettirmek için verilmiş sahte makamlar neticesi olarak kedi iken aslanı boğmaktadır.

Cemaatin elinden Lahikaları alıp Sözler, Lem’alar, Mektubat, Şuaları verecek olursan cemaatin tarikattan farkı kalmaz. Bizleri tarikattan veya bir hareketi başka hareketten ayıran tarzdır yani usuldür. Nurcuların usulü lahikadır.

Bunun farkında olmayan “Sofi Meşrep[14] kardeşler[15]” hakikat içerisinde tarikatçılık yapmaktalar ve tam manasıyla “bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiş. Herkes, kameti mikdarında bir buz parçası olan enaniyetini eritmeyip, bozmuyor; kendini mazur biliyor, ondan niza çıkıyor. Ehl-i hak zarar eder, ehl-i dalalet istifade ediyor.[16]” kendisini bir şey zannedip hizmet diye yaptığı her şey tahriptir geri vitese takıp yola devam ettirmektedir.

Nasıl olur bunu dersin ? derseniz

Elcevap: “Arı su içer bal akıtır, yılan su içer zehir döker.[17]” fiil aynı aynı şey ama..

İşte böyle yapılan iş aynı ama netice farklı bir hareket var. İleriye değil geriye bir hareket. “Biz, hizmetle mükellefiz. Neticeleri ve muvaffakıyet, Cenab-ı Hakk’a aittir.[18]” bir kaidemiz var doğru ama sorgulamak gerek biz nerede yanlış yapıyoruz ki Neticeleri ve Muvaffak olmayı Cenab-ı Hak nasip etmiyor? Denilmeli. “Biz, hizmetle mükellefiz” madem bununla dertlenmekle de mükellefiz.“Bu adada (Akdamar) 10 sene kalarak 50 talebe yetiştirsem, o talebelerle İslâmı bütün dünyaya yayıp dünyayı fethedebilirim. [19]” diyen bir üstadın sayısı milyonları aşmış ama 50 talebe keyfiyetine gelememiş bir cemaat haline gelmişiz. İşte hizmetin geri vitesi bunlar.

Allahım bu geri vitesleri bertaf edip dünyaya Risale-i Nur Vasıtasıyla Kur’anın Nurlu sesini çınlattırsın ve Hak Nurunu Yaksın. Nurlanmak için yanmak lazım, hizmetimizle dertlenmek, say u gayret etmek lazım!….  (Şimdilik Sükut!)

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

[1] Tarihçe-i Hayat ( 7 )

[2] Kastamonu Lahikası ( 89 )

[3] Kastamonu Lahikası ( 89 )

[4] Barla Lahikası ( 328 )

[5] Tarihçe-i Hayat ( 58 )

[6] Asa-yı Musa ( 131 )

[7] Münazarat ( 14 )

[8] Münazarat ( 14 )

[9] Şualar ( 547 )

[10] Mesnevi-i Nuriye ( 226 )

[11] Emirdağ Lahikası-1 ( 91 )

[12] Kastamonu Lahikası ( 89 )

[13] Kastamonu Lahikası ( 196 )

[14] Kastamonu Lahikası ( 196 )

[15] Lem’alar ( 167 )

[16] Tarihçe-i Hayat ( 309 )

[17] Sünuhat-Tuluat-İşarat ( 81 )

[18] Kastamonu Lahikası ( 88 )

[19] Bilinmeyen Taraflarıyla B. Said Nursî, s. 266.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: