Hüzün DERT değildir

Hüzün; gönülden sızan bir koku, ebediyete olan özlem ve bir kopuşun sancısıdır. Dert ise; kişinin mahrumiyetleri sonucunda ortaya çıkan ruhi bir bunaltı halidir.

Hüzün bulunduğu koordinat itibariyle dertten farklı bir şeydir. Sevilen varlıktan ya da mekândan uzaklaşma ya da kopma sonucunda ortaya çıkan özlem ve acı karışımı bir duygudur hüzün.

Dert ise dünya kökenlidir, ölüm, hastalık, ayrılık, yoksulluk gibi durumlarda yaşanan kayıplar sonucunda ortaya çıkan ruhsal gerilimdir.

Günümüz insanı için her şey dert mesabesinde yer alıyor. Bitmek bilmeyen bir rekabetin içinde yer alan insan, sahip olduğu ya da olamadığı nesneler için içerlerken, hep ötekinin mülkünü, ötekinin imkânlarını dikkate alıyor.

İstediği imkânı elde edemeyen insan neşesini, hayatla bağını, umutlarını kaybedip terapistlerin kapılarını aşındırıyor. İncir çekirdeğini doldurmayacak meseleleri felaketleştirerek hayatı kendine zehir ediyor.

İstediği her şeye istediği saatte ulaşmak istiyor. Hayallerini, emeğini, vaktini, enerjisini, yeteneklerini dünya ve ahiret bütünlüğü içinde ele almıyor geçici olan dünya için harcıyor.

Bugünün çocukları haz odaklı yaşıyor. Engellenmeyi, mahrum kalmayı, yoksunluğu hiçbir şekilde kabul edemiyor. Ölüm gerçeğini hayallerinden uzaklaştırarak kendilerini dünyanın ebedi müdavimi sanıyor ve kaybetme endişesi ile yaşıyorlar.

Haz odaklı yaşayan insanın derdi bir türlü bitmiyor.
Zira haz veren nesneler kalıcı değil, bitmeye, yok olmaya mahkûmlar. Ve insanoğlu kaybettiği her nesne için ayrı bir yas sürecine giriyor.

İnsanın kendisine haz veren nesneleri sürekli kılma imkânı yok. O nedenle yolun bir noktasında mutlaka ayrılık ve acıyla tanışıyor ve acıyı kabullenmekte güçlük çekiyor.

Dert, insanın geçici olan talepleriyle yakından ilgili bir durumdur. Hüzün ise öz vatanımıza olan hasretin bir sonucudur.

MEVLANA, neyin çıkardığı hüzünlü sesin, neyin vatanından koparılmasından kaynaklandığını ifade eder. Ney, öz vatanından yani kamıştan koparılmış ve gurbette farklı bir rol üstlenmiştir.
Ney öz vatanına, sulaklığa, koparıldığı kamışa hasrettir…

Tıpkı bunun gibi insan da öz vatanından, cennet yurdundan uzaktadır. Dünya onu tatmin edememektedir. O yüzden fiziki olarak dünyada olsa da ruhu öz vatanına hasrettir. Yaşadığı her acı, her mahrumiyet, her yoksunluk, öz vatına olan özlemini çağrıştırmakta ve onu hüzne götürmektedir. Zira hüzün onun öz yurduna olan özleminin bir sonucudur.

Hüzün insanın kopuşunun getirdiği acıyı simgelemektedir.
Acı ise insanın kendisiyle buluşması, kendini anlayabilmesidir.
Zira insan hüzne kapıldığında dünyadan uzaklaşır ve yüzünü fıtratına döner.
Dünyaya niçin geldiğini, sorumlulukların ne olduğunu, nereye gideceğini sorar. Sorduğu her soruda hüznü biraz daha artar, acıyı bütün yoğunluğu ile yaşar ve yaratıcına yakınlaşır.

Dünyada sahip olamadığı şeyleri kendine dert edinen insan ise misafiri olduğu mekânı kendinin zanneder ve bitmek bilmeyen taleplere, dert içinde dertten derde sürüklenir.

Fatma Tuncer