Huzur-u Şahane’ye Davet!

Namaz’ın Allah’ın huzuruna çıkmak olduğunu Bediüzzaman bir padişahın huzuruna çıkmak örneği ile anlatır. Sıradan bir asker yani nefer hükümdarın huzuruna çıkamaz. “Namazın hakikatı  bir nefer mahz-ı lütuf olarak..” ne demek? Bir nefer hükümdarın huzuruna çıkamaz ama hükümdar isterse onu sadece lütuf ihsan, hem de mahz-ı lütuf tamamen ihsan olarak huzuruna alabilir, çağırabilir. O istemese bir askerin onun huzuruna çıkması imkansızdır. Bediüzzaman burada huzur–ı şahane terkibini kullanır, huzuru şahane padişahlar için kullanılır. Allah Padişahı zülcelaldir, dünya ve mafiha, arz ve sema, nihayetsiz varlık tabakaları onun idaresindedir. Demek ki ezan huzuru şahaneye kabul için davetiyedir.Kim padişahın davetine icabet etmez. Camilerde bu davetiyeye cevap veren insanlara bak ne kadar ciddiye alındığını gör. Allah “  Kulum yetmiş yıllık ömründe benim davetime anında icabet ettiğin 150 defa, halbuki günde otuz kere  minareden bir davetiye memuru sizi çağırdı, davete benim istediğim mekanda değil zahmetsiz mekanlarda cevap verdin, yıllarca da vermedin, şimdi benden bir de cenneti mi isteyeceksin.   “ mahcubiyetten utançtan ne yaparız, Allah istemese  öyle zannederim ki kimse kurtulamaz, onun lütfu ile ancak kazanmak değil kurtulabiliriz.05 lik kağıtla sınıfı geçeriz, kazanmak değil bilmem adı ne.

Barla’ya sürgün giderken sandalda ezan ı duyar hemen orada davete icabet eder. Davete icabet etmediği an yok,  geciktirmek yok. Davetini geciktirdiğin Allah’dan istesen de o da senin isteğini geciktirir, niye duam kabul olmuyor diye sızlanma.  Bir nefer padişahın huzuruna kabul edildiğini duyduğunda koşarak gider, çünkü mahzı lütuftur, imkansızın gerçekleşmesidir. Namaza gitmekdeki şevk bu lütfu hissetmektir herhalde. Niye öyle neşeli koşuyorsun, “Padişah beni huzuru şahanesine kabul etmiş, onun için” Bütün mahlukat insana hikmet dairesinde koşuyor, insan da bir şeye koşmalı,

Koşan elbet varır

Düşen kalkar

Karataştan su damla damla akar

Birikir sonra  bir büyük göl olur

Arayan Hakkı  en sonunda bulur

Fikret böyle demiş ama sonu nasıl acaba.

Dinin özü neşe, şevk, canlılık,  onun yerine rehavet ve ülfet alınca tadı yok değil mi ? Bir borç öder gibi yaşamak insanın içine sinmez öyle mi ? “

“Bir nevi miraç hükmünde olan namazın  hakikatı, bir nefer  mahzı lütuf olarak  Huzur-ı şahaneye  kabülü gibi , mahz-ı rahmet olarak  Zat-ı Celil-i Zülcemal ve Mabud-u Cemil-i Zülcelal’in  huzuruna kabülündür. “  Terkiplerin anlamları bir okyanus gibi, korkutmayan güzellikle dolu ürkütmeyen bir celalin azametin, haşmetin zahibi Zat. Korkutmayan bir haşmetli güzellik sahibi Zat, kim Allah. Bu terkibi nasıl kurmuş düşünceye bak tefekküre bak. Mabud-ı Cemil-ı Zülcelal. Ne  demek öyle bir güzellik ki insanın zihninin ihata sınırlarını aşmış bir azametli güzellik sahibi bir mabud kendine ibadet edilen . İnsan güzelliğe hayrandır ya , öyle bir mabud ki azametli ama güzel bir mabud, öyle bir mabuda ibadet ediyoruz.  Onun huzuruna kabul edilmenin aşkını yaşıyoruz, yaşayabilirsek.

Bu huzura kabulü sağlayan ne , Allahuekber kelamı. “Allahuekber deyip  manen  ve  hayalen  veya niyyeten iki cihandan geçip kayd-ı maddiyattan tecerrüd edip bir mertebe-i külliyeyi ubudiyete  ve küllinin bir gölgesine  veya bir suretine  çıkıp bir nevi huzura müşerref olup  “iyyakenabudu” hitabına (herkesin kabiliyeti nisbetinde )bir mazhariyet-i azimedir.” Allahuekberi duyuyorsun , arkasından namazda söylediğin Allahuekber’lerle manen ve hayalen ve niyyeten iki cihandan geçiyorsun. Manen ve hayalen ve niyyeten iki cihandan geçmek, nasıl yaşanılır bir duygu mu , veya yaşadık mı ,iki cihandan geçmek, onları arkada bırakmak. Maddenin kayıtlarından bağlayıcılıklarından sıyrılmak soyunmak, bu nasıl bir duyuş, maddenin izlerini silmek, onlardan kurtulmak. Bu halle ancak kulluğun külli mertebesine veya gölgesine  veya bir suretine çıkmak. Mertebe, gölge veya suret. Hissediş makamları , yükseliyorsun duyarak hissederek, terkederek, bırakarak, geçerek ancak o zaman kulluğun külli mertebesine gölgesine  ve suretine çıkıyorsun. Çıkıyor çıkıyorsun ve Alllahuekberin merdiveni asansörü ile huzuru ilahiye geliyor ve O ‘na iyyakenabüdü  yalnız sana ibadet ederiz. Buraya kadar maddilikten dünyevilikten geçmekten, terketmekten sonra ancak sana ibadet ederiz ama yalnız sana diyebiliriz. Yoksa bütün dünyevi gaileleler omuzumuzda , bütün dertler kafamızda iyyakenabüdü desen de sırtındaki dünyevilikler ne kadar seni samimi yapar, bu yüzden ifadedeye hakim olan terk ve bırakmak ve geçmek. Herkes bıraktığı oranda huzurun hazzını duyar, yoksa dünyevilikleri ile huzura çıkana makamdaki bunlar ne onları bırakmadan mı geldin. Ne kadar  boyutlu bir namaz yaşaması ve anlatımı .  Namaza nasıl bir ruh hali ile çıkmak lazım nihayet şimdi anlamış oldum. Deyip , geçip, tecerrüd edip, çıkıp, müşerref olmak. Hiçbir şeyden vazgeçmeden huzura çıkmak o huzurun tadı tartışılır.

Her Allahu ekber bir  basamak  , bir merdiven , tekrar edildikçe makam yükseliyor.” Adeta harekat-ı salatiyede –namazın hareketlerinde-tekrarla  Allahuekber , Allahuekber demekle  kat-ı meratibe- mertebeleri aşmaya –  ve tekakkiyat-ı maneviyeye  ve cüziyattan devairi külliyeye  işarettir ve –ı miraciye marifetimizin haricindeki  kemalatı kibriyasının  mücmel bir ünvanıdır. Güya herbir Allahuekber bir basamak-ı miraciye katına işarettir.” Namaza çağrıdan ve her bölümünde kısmında sürekli Allahuekber tekrarı sürekli basamakları aşarak  manevi terakki etmek, külli dairelere girmek , o dairelerin ne olduğunu da bilmiyoruz. Semavat tabakaları olabilir çünkü Mirac’a çıkarken o tabakaları aşmıştır Peygamberimiz. Allahu ekberler arttıkça yükselişler artıyor, sonunda  Allah ile buluşma anına geliyor , bu an tahiyyat anıdır.

“işte  şu hakikat-ı salattan  manen ve niyeten ve tasavvuren  veya hayalen bir gölgesine  bir şuaına  mazhariyet dahi  büyük bir saadettir.”Herkes bu dört durumdan ve halden birinde bulunabilir. Namazın mertebeleri kişiye göre değişir. Bediüzzaman burada nasıl bir  ruh  hali ile namaz kılmak lazım geldiğini anlatmış olur.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: