Huzursuzluklarımızın kaynağı tefekkürden uzak bir hayat sürdürmemiz olabilir mi?

Şehrin caddelerinde yürürken gözüm ağaçları arar. Beton yapılar arasında şükür ki çoğu yerde ağaç var. Bir yanımız tabiat ile iç içe olmasa bir yanımız eksik kalır. Hatta büyük bir yanımız eksik kalır diyelim. Nerede bir yeşillik görsem bakar, azda olsa tefekkür etmeye çalışırım.

Ağaçlar hal dilleri ile çok şeyler anlatırlar. Özellikle sonbaharda rengârenk olan ağaçlar. Şu zamanın hayat koşulları ve şehir içindeki yaşantımız hayata gaflet ve ülfet ile baktırıyor. Yani şu âlemdeki değişimlere sıradanlık ile öylesine bakıyoruz. Her şey sıradanmış gibi geliyor bize. Mevsimlerdeki değişimleri tefekkür ile okumuyoruz. Böylelikle tefekkür hissiyatımızı ve hayret etme duygumuzu da kaybediyoruz.

Özellikle genç kuşak, diziler ve sosyal medya ile tam bir gaflet çukurunun içindeler. Hepsi değil elbet. Rabbinin ayetlerini anlamak için gayret edenlerde yok değil. Rabbim sayılarını arttırsın.

Yazacaklarımız ağaç, sonbahar ve yaprakları anlatıyoruz gibi görünse de asıl anlatmak istediklerimiz hakikat ve insandır.  İnsan ağaç, yeşillik ve toprak görmese ve bunlardan giderek uzaklaşsa aslında kendinden uzaklaşıyor demektir. Sonuç: Türlü türlü huzursuzluklar baş gösteriyor. Belki de huzursuzluklarımızın ve gaflette olmamızın kaynağı beton yapılar arasında tefekkürden uzak bir hayat sürdürmemizdir. Bu sebeple olacak ki ilk fırsatta insanlar kendini piknik alanlarında buluyor. Tefekkür etmek için piknik yapılmalı. Kimilerin amacı bu olmayabiliyor tabi; sadece mide doldurmak. Asıl amaç ruhun doyurulması olmalı. Ruhun doyurulması ise bildiğiniz üzere hakiki bir iman ile mümkün olur.

Konumuza dönelim. Şehrin içindeki ağaçlardan bahsediyordum. Ağaçların hemen dibinde dalından düşmüş ve vazifeleri geçici olarak biten bir sürü kurumuş yaprak görüyorum. Geçici diyorum: Çünkü kuruyup yok olmayacak ve toprağın maddesi olup tekrar kâinat tezgâhında istihdam edilecekler. Rabbim kâinatta hiç bir şeyi israf etmiyor. Yani yok etmiyor. En’am Suresi 59. Ayet mealinde “Onun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez.” Bu ayet bizleri tefekküre sevk etmeli. Rabbimizden habersiz bir yaprak dahi tesadüfî hareket etmez ve dalından düşmez.

Ağaçların dibinde kurumuş yapraklar arasında ağaca bağlı ince bir dalda yeşil tek bir yaprak dikkatimi çekiyor. Kurumuş, sararmış yapraklar arasında tek yeşil yaprak. Çölün ortasında su görmek gibi dikkat çekiyor. Kuru ve yeşil bir arada. Çoğu kimseler yanından geçerken fark etmedi bile. Uzunca baktım o yaprağa. Fotoğraf çekmeyi severim. Tabi bizleri düşüncelere ve tefekküre sevk edecek fotoğraflardan bahsediyorum. Gökyüzü, manzara, ağaç, çiçek, yaprak v.s. Bunların hepsi Allah’ın ayetlerini ilan ediyor. Kimileri boş bir uğraş olarak görebilir. Boş uğraş olarak yapanlarda yok değil.

Kurumuş yapraklar arasında yalnız yeşil bir yaprak beni şu düşüncelere sevk etti: Modernizmin ve kapitalizmin çokça boy gösterdiği çağımızda, nefsanî, şeytani istek ve arzularla dolu bir çevrede imanına sahip çıkan, Rabbini anlatmaya gayretinde olan insanlar, aynen bu ahir zamanda kurumuş yapraklar arasında yeşil kalan tek yaprak misali gibi çevresinde yalnız kalabiliyorlar. Yalnız kalıyor kalmasına ama yemyeşil duruyor ve yaşadığı Kur’an ve Sünnet ahlakı ile dikkat çekiyor. Tabi bu dikkat çekmeyi sadece Allah’ın rızasını kazanmak olarak anlayalım. Mektubatta Bediüzzaman (r.a.) “Evvela rıza-yı ilahi ve iltifat-ı Rahmani ve kabul-ü Rabbani öyle bir makamdır ki, insanların teveccühü ve istihsanı, ona nisbeten bir zerre hükmündedir.” Diye bu hakikati net bir ifade ile açıklar. Sadece insanların dikkatini üzerine çekmek asıl maksadı geri planda bırakır. Asıl maksat rıza-i ilahiyi kazanmak olmalı. Tabiri yerindeyse, kurumuş yapraklar, gaflete dalmış ehli dünya insanları ve tek yeşil yaprak ise rıza-i ilahiyi kazanmaya çalışan ve insanları hakka çağıran insanlar olarak anlayabiliriz.

Tutunduğumuz dal iman olmalı. Ahir zamanın günahları içinde dalından düşmeyecek kadar iman dalına, gövdesi Kur’an ve Sünnet olan ağaca sağlam bir şekilde tutunmalı. Aksi halde hakikat dalından kopup şeytanın yolunda kuru odunlar haline gelir onun yoluna gider ebediyette hüsrana uğrayanlardan olabiliriz. Allah korusun. Kısa bir ömürde ebedi bir hayatı kazanmaya gönderildik. Hayatı israf etmeyelim.

Bu yazının sonunu nasıl bitireyim diye düşünürken tefekkür fotoğrafları paylaşan bir fotoğraf sayfasına yaptığım bir yoruma kıymetli bir ağabeyimiz Risale-i Nur Yirmi dördüncü Mektubatta geçen şu cümleleri paylaştı: “Kâinatın satırlarını dikkatle mütalâa et. Zira onlar, Mele-i Âlâdan sana gönderilmiş mektuplardır.” Tamda bu yazıma tevafuk oldu diyelim. Mele-i Ala’nın buradaki anlamı, “Allah’ın yaratma makamını temsil ediyor. Yani kâinatta ne kadar sanat ve eser varsa, hepsi Allah’ın insanlara okuması için gönderdiği birer kusursuz mektup oluyorlar.”

Şu âlemdeki mevcudatın binler dili vardır elbet. Lisanı halleri bizlere çokça hakikatleri anlatıyorlar. Buna tefekkür okumaları diyebiliriz. Yeter ki Allah’ın adı ile şu âleme bakmasını bilelim ve Allah’tan bunu isteyelim. Rabbimizde bizlerden bunu istiyor. Şu âleme tefekkür ile bakmak ve okumak.

Mehmet KAZAR

Kaynak: RisaleHaber

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: