İç Dünyamızda Mesajlar

Seneler önce, bir psikoloji dersi sonrası samimi bir hava içinde, hocamıza şu soruyu sormuştuk:
–Bazı yerlere kesinlikle ilk defa gittiğimizi bildiğimiz halde, sanki orasını daha önce görmüş veya yine ilk defa yaşadığımız bir hadiseyi sanki daha öncede yaşamış gibi olmaktayız… Hem önceden düşündüğümüz şahıslar bir zaman sonra aynıyle karşımıza çıkıyor. Bunu anlamakta güçlük çekiyoruz. Siz bu konuda, bize neler söyleyebilirsiniz?
Hocamızın cevabı bizi hayrete düşürmüştü:
”Çocuklar psikoloji ilmi, bu konuyla daha yeni ilgilenmeye başlamıştır. Fakat ben sizi, böyle konularla uğraşmayacak kadar medenî görüyorum!” Buraya bir nokta koyup, o zaman alamadığımız cevabı şimdi beraber arayalım…
Önsezi nedir?
Bütün hayatî fonksiyonları sadece beyinle izah etmeye çalışan maddeci felsefenin talebesinin bu örtbas gayretini, yıllar sonra şu satırlarda bulduk. Dinleyelim;
”Eğer insan bir fotoğraftan ibaret değilse ve hareket eden bir mankenden farklı ise, onun beyninin ardındaki kişiliği aramak zorundayız… Batılıların subanaliz dedikleri kendi kendi ile konuşma nasıl başarılabilmektedir? Bizden içeride olan asıl ‘ben’ kimdir? Hani darda kaldığımızda problemlerimizi danıştığımız iç spiker kimdir? İçimizdeki hangi gizli kuvvet bizi sevmeye ya da nefret etmeye zorlamaktadır. Asıl önemlisi, devamlı alışverişte bulunduğumuz bu iç dünyadaki ‘ben’, ölüm konusunda daima ölümsüzlüğü telkin etmektedir.
Dış kalıbımızın ardında bir başka kişiliğimiz var. Derinlerde esrarengiz bir gerçek dünya var. Böyle bir dünyanın varlığını ispatlarsak, ölümden ötede bir hayatın varlığına ait başka bir isbat şekli daha ortaya çıkmış olacaktır. Bir hadisenin madde ötesi olması için zaman ve mekân mefhumlarının ötesinde cereyan etmesi gerekir.”1
İnsanın madde ötesi kişiliğinin en açık ispatı ise ‘önsezi’ veya ‘hiss-i kablel vuku’ dediğimiz, olacak hadiseleri daha önceden sezebilmek özelliğidir. Mesele şimdi daha iyi anlaşılmıştır herhalde. Evet, yakın zamana kadar insanın madde yapısının ardında gizlenen sırlar, ilim dünyasına kapalı sayılmaktaydı. Ancak telepati, biomanyetik alan, telekinezi, önsezi gibi meseleler büyük bir merakla ilim dünyasında incelenmeye başlanınca, insanın iç dünyasına pencereler aralanmış, buradan onun yüceliği görülmeye başlanmıştır.
Hemen hemen bir çoğumuz olayları önceden garip bir şekilde farkettiğimizi sezmişizdir. Tarif edemediğimiz bu duygu fırtınası iç dünyamızdan gelen bir mesaj gibidir. Önsezinin temel özelliği, bir olay başlamadan evvel bize işaret veren duygu oluşudur. Âniden sıkılma ya da sevinç şeklinde akseder. Önseziye benzeyen birtakım olayları önsezi ile karıştırmamak gerekir. Meselâ sevdiğimiz bir insan bizi andığı ya da bulunduğumuz şehre geldiği zaman daha onu görmeden hatırlamamız, önsezi değil bir telepati olayıdır.
Buna benzeyen bir olay da, hayvanların bazı olayları önceden haber vermeleridir. Depremlerden, fırtınalardan önce hayvanlarda görülen huzursuzluk, onların bağırmaları önsezi gibi gösterilmek istenir. Aslında hayvanların bu reaksiyonları, önceden başlayan elektromanyetik bir yayılmayı uzaktan farketme kabiliyetidir. Fırtına veya deprem ortaya çıkmadan kısa bir zaman önce, büyük maddî değişiklikler olur. Bu değişmeler sırasında elektromanyetik dalgalar yayılır. Hayvanların hissettikleri ancak bu fizikî hadiselerden ibarettir. Nitekim Japonya’daki araştırmalar, hayvanların çökme depremlerini daha önceden hissedemediklerini ispatlamıştır. Çünkü burada olay âni olur ve elektromanyetik dalgaların yayılışı hayvanlara yansımaz.2
İç güdü mü, sevk-i İlâhi mi?
Meselenin ruhî olduğu kadar ilâhî cephesine de geniş yer verenlerede rastlamaktayız. Meselâ Bediüzzaman Hazretleri ‘Mektubat’ adlı eserinin 28.Mektubunda meâl olarak, ”Hiss-i kablel vuku (önsezi) az veya çok herkesde vardır. Hatta hayvanlarda dahi vardır” diyor. Bediüzzaman, önseziden başka halen mevcut olup da bildiğimiz maddî ve mânevî duygulara ilaveten insanda ve hayvanda onu şevk ile sevkeden, harekete geçiren bir başka hissi de ilmen bulduğunu belirtiyor. Ancak felsefeciler bu hisse, hata ederek ahmakçasına ‘sevk-i tabii’ yani ‘içgüdü’ diyorlar, aslında bunun yaradılışa konan ilâhî bir program olması gerektiği kaydedilerek muhtelif misâller veriliyor.
Meselâ: Kedi gibi bazı hayvan, gözü kör olduğu vakit, o sevk-i kaderi ile gider, gözüne ilâç olan bir otu bulur, gözüne sürer, iyi olur.” deniliyor. ”Hem ruy-i zeminin sıhhıye me’murları hükmünde ve bedevî hayvanatın cenazelerini kaldırmakla muvazzaf kartal gibi akillü’l-lahm (et ile beslenen) kuşlara, bir günlük mesafeden bir hayvan cenazesinin vücudu, o sevk-i kaderi ile ve o hiss-i kablel vuku ilhamiyle ve o saika-i İlâhi ile bildirilir ve bulurlar.
Hem yeni dünyaya gelmiş bir arı yavrusu; yaşı bir gün iken, havada bir günlük mesafeye gider, havada izini kaybetmeyerek, o sevk-i kaderi ile ve o saika ilhamiyle döner, yuvasına girer. Hatta herkesin başında çok defa tekerrür ediyor ki; birisinden bahsediyorken, âni kapı açılarak, tahminin fevkinde aynı adam gelir.”
Bediüzzaman son olarak meseleyi ”kurdun bahsini ettiğin zaman topuzu hazırla, vur, çünkü kurt geliyor.” şeklinde bir ata sözüyle bağlıyor.
Evet, önsezi umumiyetle sıkılma ve sevinç şeklinde kendini gösterir demiştik. Meselâ bir yolculuğa çıkmaya karşı reaksiyon ve sonunda meydana gelen bir kaza gibi. Batı kaynaklı yayınlarında önseziye ait misâller umumiyetle uçak kazaları sebebiyle verilmektedir. Bineceği uçağın, otobüsün veya trenin vs kaza geçireceğini sezen ve binmeyen kimselerin kurtuldukları oldukça sık rastlanan hadiselerdir.
Tesadüf yok Demek ki:
Her insan hiss-i kablel vuku ile ve taşıdığı çok özel çok ilâhî bir duygu vasıtasıyla, herhangi bir hadisenin veya düşündüğü bir insanın gelmesini apaçık olmasa da, kısmen hissedebilmektedir. Yalnız ruh, hissettiğini bildirmemek şartıyla tabii… Zaten aklın şuuru böyle âni ve ince meseleleri birden kavrayamadığı ve kuşatamadığı için, insan hissettiği böyle bir ihtimali konuda kasden konuşamaz, konuşsa da elinde olmayarak ihtiyarsız bahseder. Feraset sahipleri ise, keramet gibi olacak şeyin yaklaştığını veya geldiğini beyan ederler. Maneviyat büyüklerinde ise, bu hiss-i kablel vuku çok fazla inkişaf eder ve eser ve tesirlerini keramet şeklinde gösterir.
Kısacası; İnsandaki her duygu bir başka âlemi bildirdiği gibi, ‘hiss-i kablel vuku’da’ ruh penceresinden madde ötesine açılmakta, yani buradan sonsuz bir âlemî seyretmekte ve gördüklerini kısmen açık, kısmen şifreli olarak haber vermektedir. Yazımızı yine bu konunun geçtiği Mektubat’tan aldığımız bir cümleyle son veriyoruz: ”En cüz’i hadisat dahi vukua gelmeden evvel hem mukayyeddir, hem yazılmıştır. Demek tesadüf yok, hadisat başıboş gelmiyor, intizamsız değillerdir.” 3
Selim Gündüzalp
Zafer Dergisi
1-Dr. Haluk nurbaki, Ölüm ve Ötesi
2- Sinan Onbulak, Ruhî Olaylar
3- Bediüzzaman, Mektubat

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: