İdam-ı Ebedi nedir?

Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur’un On Üçüncü Sözünün İkinci Makamında kabrin üç sınıf insana göre üç farklı mahiyetinden bahseder.

Birinci sınıftakiler Allah’a ve ahirete inanıp hayatlarını ona göre tanzim ettikleri için kabir onlar için bu dünyadan daha güzel bir âlemin kapısıdır. Nasıl inandılarsa öyle bulacaklar.

İkinci sınıftakiler ise ahiretin varlığını tasdik eden fakat buna uygun bir hayat yaşamayıp zevk, sefa ve sapkınlık içinde bir hayat sürdükleri için bu kapı, ilk gruptakilerden farklı olarak cezalarını çekmek üzere gidecekleri bir ceza mahalline açılır. Burada şüphelerinin ve lakaytlıklarının yol açtığı ceza tamamlanana kadar azap çekerler. Öyle inandıkları için öyle muamele görecekler.

Üçüncü sınıftakilere gelince; burada Bediüzzaman’ın kullandığı bir ifadeyi benim gibi pek çok kişi de başta yanlış anlamış olabiliyor. Bediüzzaman üçüncü gruptakiler olarak iman etmeyenleri tarif ediyor ve bunlar için kabrin bir idam-ı ebedi kapısı olduğunu söylüyor. Hem kendisini hem sevdiklerini idam edecek bir darağacı olduğunu ifade ediyor. Bunlar da nasıl inandılarsa öyle bulacaklar diyor.

İlk bakışta, buradaki “idam-ı ebedi” ifadesi ile bu kişilerin öldüklerinde yok olacaklarının kast edildiği düşünülebilir. Nitekim ben de ilk okuduğumda öyle düşünmüştüm. Fakat bu cennet ve cehennemin ebedi olduğu, cehennemde azap görenlerin ölmeyecekleri ve yok olmayacakları şeklindeki bilgilerimizle çelişmektedir.

Peki, o zaman bu idam-ı ebedi ifadesini nasıl anlamamız gerekiyor?

İlk bakışta “ahirete inanmadığı için onun ahiret hayatı da olmayacak ve yok olacak” denmiş gibi görünse de burada kastedilen mana aslında bu değildir.

Ahirete inanmayan kişi için kabir hem kendisi hem sevdikleri için sonsuza kadar sürecek olan ayrılığın kapısıdır. Ahirete inanıp da günahkâr olan içinse bir süre ceza görse de sonunda sevdiklerine kavuşacağı bir dünyaya açılan kapıdır.

Yani burada idam-ı ebedîye gönderen bir darağacı benzetmesi, bu cezanın dönüşünün olmamasına işaret ediyor. İkinci gruptakilerin hapsi münferit cezaları ise eninde sonunda bitecek ve çıkışları olacak bir cezaya işaret ediyor. Her ikisi de inandıkları gibi muamele görmüş oluyorlar.

İnsan ne kadar uzun süreli bir ceza alırsa alsın, eğer ömrü bitmemişse bir gün mutlaka cezasını tamamlayıp sevdiklerinin yanına dönecektir. Ahirete inanan kişi de eğer cezayı hak edecek bir hayat yaşadıysa ahirette cezasını tamamladıktan sonra hapishaneden tahliye olacak ve cennetteki sevdiklerinin yanına gönderilecektir.

Fakat ahirete inanmayan kişi, ölümü dünyadaki tüm sevdiklerinden, “geri dönüşü olmayan bir ayrılık noktası” olarak gördüğünden, onun cezasının sonunda bir geri dönüş, bir tahliye günü olmayacaktır. Tıpkı idam edilen bir suçlu gibi tekrar sevdiklerinin arasına asla dönemeyecektir.

Günümüz dünyasındaki ceza sistemiyle açıklamaya devam edersek; Hapisteki adam her ne kadar suçlu olsa da bir taraftan onu içeri atan güçten umudunu kesmez. Her an çıkabilecek bir af ile affedilip sevdiklerine kavuşma ümidi vardır.

Fakat idam edilmiş olan kişinin artık bir af beklentisi yoktur. Öyle bir umudu da olamaz. Bu dünyadakilerle ve daha önemlisi af ve mağfiretle ilişkisi sonsuza kadar kesilmiştir.

Burada dönüp kendimize de bir bakmanın zamanıdır. Acaba biz kabir kapısını nasıl görüyoruz?

Hepimiz tabii ki birinci gruptakiler gibi saadeti ebediyeye açılan bir kapı olarak gördüğümüzü söyleyeceğiz. Fakat buna gerçekten inanıyor muyuz? Ya da inandığımızın gerektirdiği gibi bir hayat yaşıyor muyuz?

Bediüzzaman Hazretleri her üç grubu da tarif ederken, paragrafların sonunda ısrarla dile getirdiği gibi, nasıl inanıyorsak öyle bir âlemle karşılaşacağız.

Tabii nasıl inandığımızı tespit edecek olan zatın bizi bizden daha iyi bilen biri olduğunu, “böyle inanıyorum” demekle kandırılamayacağını da unutmayalım.

Muhiddin Yenigün

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: