İhlas Bir Kalp Amelidir

İhlâs bir kalb amelidir. Yapılan bir amelde sadece Allah’ın rızasını gözetme niyetidir. Allah (c.c.) da niyet ve amele göre insana değer verir Evet: “O, sizin suret, şekil ve dış görünüşlerinize değil, kalplerinize ve kalbi temayüllerinize bakar ” (Müslim, Birr, 33)

Her zaman amellerinizde ihlâsı gözetin, zira Allah,(c.c.) sadece amelin halis olanını kabul eder “ (Münavi)

İhlâsta dört temel vardır. Bir binanın dört duvarı gibi birbirleriyle kenetlenmiş bir durum arz edilmektedir. Bediüzzaman hazretleri ihlâsı yirmi birinci Lem’a da dört düstur yani dört kural üzerinde izah etmektedir.

BİRİNCİ DÜSTURUNUZ: Amelinizde Rızâ-yı İlâhî olmalı. Eğer O râzı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer o kabul etse, bütün halk reddetse te’siri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabûl ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette doğrudan doğruya yalnız Cenab-ı Hakk’ın rızasını esas maksad yapmak gerektir.

Amelinizde Rıza-i İlahi olmalı: Cenab-ı Allahın rızası üzerinde hareket etmek ona ittiba ile olur. Yani onun emirlerine riayet etmek, onun sevdiğini sevmek ve eşref-i mahlûkat olan Resülullah (a.s.m.)’ın ahlakına her şeyimizi benzetmekle olur. O da Allah’a iman varsa onu sever ve onun sevdiği tarzı yapar, dürüst ve güzel ahlakı tamamen ona dayandırılarak ittiba etmektir. Bu teslimiyetle Allah’ın rızası alındıktan yani kendini ona beğendirdikten ve sevgisini aldıktan sonra kişi kıymete mazhar olur.

Bir rivayete göre: Hazreti Musa aleyhisselam’a bir çoban gelir, “Ya Musa Allah’a söyle bizden ayrı kalmasın yanımıza gelsin, yırtık çarığını diker, saçını tarar, onu sever ve ona her türlü hizmeti yaparım” der. Hz.Musa çobanı azarlar. O sırada Cenab-ı Allah, (c.c.) şöyle ferman eder: “Ya Musa! Kulum beni nasıl tanıyorsa öylede sever, onu azarlama, aramızdaki sevgiye karışma”. Bu rivayette anlaşılıyor ki Cenab-ı Allah’ı herkes bildiği şekliyle sever, Yeter ki kul; Allah’la (c.c.) sevgi ve tevazu bağını koparmasın. Kemalin alameti tevazu ve sevgidir. İhlas, sadakat ve sünnet-i seniyye dahilinde bilerek ve inanarak tevazu gösteren hem Allah tarafından hem de toplum içerisinde bir kıymet alır. Görüldüğü üzere Kişinin kıymeti keyfiyetindedir. Onun için Kamet-i kıymetine göre insan değer alır. Allah (c.c.) da niyet ve amele göre insana değer verir.

İKİNCİ DÜSTURUNUZ: Bu hizmet-i Kur’aniyede bulunan kardeşlerinizi tenkid etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk nev’inden gıbta damarını tahrik etmemektir. Çünki, nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez; bir gözü bir gözünü tenkid etmez; dili kulağına itiraz etmez; kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder; yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır. Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârane uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkid edip sa’ye şevkini kırıp atalete uğratmaz. Belki bütün istidadlariyle, birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler, hakikî bir tesanüd bir ittifak ile gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre mikdar bir taarruz, bir tahakküm karışsa; o fabrikayı karıştıracak, neticesiz akîm bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak.

Peygamber-i Zişan veda hutbesinde, ‘’Size iki şey bırakıyorum onlara sımsıkı sarıldıkça yolunuzu şaşırmazsınız. Biri Kur’an diğeri sünnetimdir.’’

Allah’ın kitabı olan Kur’an-ı Kerim:

Herkes kendi görevini doğru yaparsa, bildiğini doğru işlese güzel emsal teşkil eder. Evvela kişi İslami doğru öğrenmek, ilmiyle amil olmak, bildiğini doğru söylemek, iletişimi hal ve beden diliyle aktarmak, yazı ile anlatmak gibi prensipleri kendi uyguluyorsa o zaman Kur’anı yaşıyor demektir.A llah’ın Kitabına uyan her Müslüman, Allah’ın Kitabı’yla amel edecektir, Kur’ân-ı Kerim’in ihtiva ettiği bütün inanç esaslarına iman ettiği gibi, gerek ahlâka, gerekse ibadete dair bütün hükümlerine de inanacak ve onları hayatına uygulayacaktır. Eğer biz İslamiyet’i ef’alimizle (fiilen) yaşasak, sair dinlerin mensupları, cemaatler halinde İslam’a girecektir. Onun için her Müslüman bildiği doğruları evvela kendi yaşamalıdır. Temel prensip olarak, Kur’an hizmetinde bulunan kardeşlerimizi tenkit etmemek ve gıpta damarlarına dokunmamak lazımdır. İnsanın nasıl iki eli veya iki gözü birbirlerine rekabet etmez bir diğerine yardımcı oluyorsa, Kur’an hizmetinde bulunanlar da aynen birbirlerine yardımcı olmaları gerekir. Çünkü Kur’an hizmetinde rekabet olmaz.

Resulüllah (a.s.m.)’ın Sünneti:

‘’Ey Muhammed! De ki, Eğer Allah’ı seviyorsanız o halde bana ittiba ediniz ki; Allah da sizi sevsin’’ (Ali İmran:31)

Bediüzzaman bu ayeti şöyle tefsir etmektedir: ‘’Eğer Allah’a muhabbetiniz varsa Habibullaha ittiba edilecek. İttiba edilmezse; netice veriyor ki, Allah’a muhabbetiniz yoktur.’’

Resulüllah’ın sünneti, al-i beyt’ini sevmekle olur. Her şey gibi Âl-i Beyt’i sevmenin de bir ölçüsünün olması lâzımdır. Bu ölçü ise, Resulüllah Efendimiz (a.sm.)’ın Sünnet-i Saniyesini, bütünüyle yaşamaktır. Bu hususu Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifade etmektedir: “Âl-i Beyt’ten vazife-i Risaletçe muradı, Sünnet-i Seniyye’sidir. Sünnet-i Seniyye’yi terk eden hakikî Âli Beyt’ten olmadığı gibi, Âl-i Beyt’e hakikî dost da olamaz.” ( Dördüncü Lem’a, Üçüncü Nükte)

ÜÇÜNCÜ DÜSTURUNUZ: Bütün kuvvetinizi ihlâsta ve hakda bilmelisiniz. Evet, kuvvet hakdadır ve ihlâstadır. Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlâs ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar. Evet, kuvvet hakda ve ihlâsta olduğuna bir delil, şu hizmetimizdir. Bu hizmetimizde bir parça ihlâs, bu dâvâyı isbat eder ve kendi kendine delil olur… yedi-sekiz sene sizinle ettiğim hizmet; yüz derece eski hizmetten fazla muvaffakıyeti gösteren mânevî kuvvet, sizlerdeki ihlâstan geldiğine kat’iyyen şüphem kalmadı… Bilirsiniz ki, Hazret-i Ali (R.A.) o mu’cizevârî kerametiyle ve Hazret-i Gavs-ı Azam (K.S.), o harika keramet-i gaybiyesiyle, sizlere bu sırr-ı ihlâsa binaen iltifat ediyorlar. Ve himayetkârâne teselli verip hizmetinizi manen alkışlıyorlar. Evet hiç şüphe etmeyiniz ki, bu teveccühleri, ihlâsa binaen gelir. Eğer bilerek bu ihlâsı kırsanız, onların tokadını yersiniz.

“Umur-u uhreviye de haset ve müzahemet ve münakaşa olmadığından, bu cemiyetlerden hangisi münakaşaya, rekabete kalkışsa, ibadette riya ve nifak etmiş gibidir.”

Müslümanların birlikte hareket etmesinin önündeki en büyük engel, duyguların kontrol edilememesi ile ortaya çıkmaktadır. Müslüman aslında yüksek bir himmet ve gayret sahibidir. Ancak himmet ve gayretler bazen ehliyetsiz kişilerin elinde yanlışa alet olabilmektedir. Her insan tabiatında var olan rekabet etme duygusu, İslam cemaatleri arasına girince, dini bir vecibe olan işlere, ihlâssızlık şeklinde yansımaktadır. İhlâs ise, yapılan bir amelde sadece Allah’ın rızasını gözetme niyetidir. Bu temel niteliğin bozulmasını Bediüzzaman, Müslümanların “zillet ve mağlubiyete düşme” sebebi olarak görmektedir. Bu duygunun özellikle dini hizmet ve çalışmalarda nefislerimize tahakküm etmesini ortadan kaldırmak için müellifin şu tespitleri dikkate değerdir:

“Umûr-u diniye ve uhreviyede rekabet, gıpta, haset ve kıskançlık olmamalı. Ve hakikat nokta-i nazarında olamaz… Kıskançlık eden ya riyakârdır; a’mâl-i saliha suretiyle dünyevî neticeleri arıyor. Veyahut sadık cahildir ki, a’mâl-i saliha nereye baktığını bilmiyor.(Köprü dergisi) İşte burada muhtaç olduğumuz sır tamamen ihlâstır. Bediüzzaman ihlâsın muhafaza prensiplerini önermektedir.

DÖRDÜNCÜ DÜSTURUNUZ: “Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmektir… Zaten mesleğimizin esası uhuvvettir… Mesleğimiz “Halîliye” olduğu için, meşrebimiz “hıllet”tir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmerd kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üss-ül-esâsı, samimî ihlâstır. Samimî ihlâsı kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gâyet derin bir çukura düşmek ihtimali var. Ortada tutunacak yer bulamaz.”

İnsan hatadan hali değildir. Günah ve hata insan olmanın sonucudur. Herkesin hem insanlara, hem de Allah’a karşı eksikleri vardır, olabilir. İslam birliğini temin edecek nurani rabıtalardan birisi de hatalardan imkân nispetinde sarfınazar ederek, iyilik ve faziletleri dikkate almaktır. Hiç kimse, günah ve kusurunun yüzüne çalınmasından hoşnut olmaz. Bu noktada, Uhuvvet Risalesi’ndeki şu ifade dikkate değerdir: “Mü’min kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lûtufla ıslahına çalışır.”

Lutufla ıslah; güzel söz, tatlı dil, eksik ve kusurları dolaylı yollarla ifade etmektir. Hz. Peygamber (a.s.m.)’ın hayatında bunun mükemmel örnekleri vardır. Peygamberimiz (a.s.m) kusurun adresini vermez, “insanlardan bazıları şöyle şöyle yapıyorlar…” diyerek insanları rencide etmemeyi tercih ederlerdi. Tahakküm ve baskı ile yanlış düzeltmek, kaş yapayım derken göz çıkarmak gibidir. İnsanların çoğu, nefis ve havanın baskısına maruz kalarak tahakküme karşı direnç gösterir. Pek az insan, kendi günahını söyleyen kişinin tahakkümüne katlanabilir. O halde isabetli adım, eksiklerin “lutufla ıslahına” çalışılmasıdır. Bu yol birleştiricidir. Diğeri ise, ekseriyetle ayrılmaya sebebiyet verilmektedir.

“Hiç bir günahkar, başkasının günahını yüklenmez” (Fatır, 35/18)

Bediüzzaman, Kur’an ayetinin mealini hatırlatarak, hatalar yerine iyiliklerin ve faziletlerin dikkate alınması halinde, insan ilişkilerinde adaleti tesis eder. Mü’minde iman ve İslam gibi çok sayıda masum sıfat varken bir iki hata ve günahı sebebi ile kötülük ve günahkârlıkla mahkûm etmek; onlara düşman olmak zulümdür. Çünkü mü’mindeki iman, “Kâbe gibi hürmete layıktır. İslami sıfatlar Cebel-i Uhud kıymetindedir.” Hata ve kusurlar ise Kâbe’ye karşı yerdeki çakıl taşları nispetinde kalır. Şu halde birçok İslami sıfatları yanında çakıl taşları gibi hata ve kusurlarıda taşıyan Müslümanlara, hataları sebebiyle düşman olmak zulümdür. İşte bu zulmün ortadan kaldırılması için mü’minlerin birbirlerine kardeşçe ve ihlâsla yaklaşmasıdır.

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

Kamu Yöneticisi

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: