İhlas Risalesi Okuma Notları-8

DÖRDÜNCÜ DÜSTURUNUZ: Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirane iftihar etmektir. Ehl-i tasavvufun mabeyninde “fena fiş şeyh, fena fir resul” ıstılahatı var. Ben sofi değilim. Fakat onların bu düsturu, bizim meslekte “fena fil ihvan” suretinde güzel bir düsturdur. Kardeşler arasında buna “tefani” denilir. Yani, birbirinde fâni olmaktır. Yani: Kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır. Zâten mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlâd, şeyh ile mürid mabeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz “Haliliye” olduğu için, meşrebimiz “hıllet”tir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmerd kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üssül esası, samimî ihlastır. Samimî ihlası kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var. Ortada tutunacak yer bulamaz.

Evet yol iki görünüyor. Cadde-i Kübra-yı Kur’aniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım etmek ihtimali var. İnşâallah Risale-i Nur yoluyla Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın daire-i kudsiyesine girenler; daima nura, ihlasa, imana kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut etmeyeceklerdir.

 

* Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder: İhlas denen manevi yangın kulesi, 4 katlı: En üst kat, “ dostluk ”; 3. kat, “ arkadaşlık ”; 2. kat, “ yoldaşlık ”, ilk kat ise, “ kardeşlik ” ten oluşuyor. Nur’a hizmet edenler bu 4 sınıftır. Bunlar Nur dairesinde hizmet etmeye çalışanların Üstad’a ve birbirlerine karşı konumlarıdır. Bu kuleye giren kişi, önce kendinin sonra başkalarının manevi ateşlerini söndürmeye başlar.

  1. Kardeş, civanmert (erkek yaradılışlı, yüce gönüllü) oldukça terfi eder. Civanmertlikte ilerledikçe, “ yoldaşlık ” seviyesine yükselir.
  2. Yoldaşlık (refakat), hakiki kardeşlik demektir. Hakiki kardeşin alameti, birbirini takdir etmek… Tenkid eden, bu seviyeye gelemez. Takdirde ilerleyen, en güzel takdir edici bir hal kazanan kişi, “arkadaşlık” seviyesine ulaşabilir. Bu seviye, artık “ Talebe ” kategorisidir.
  3. Arkadaşlığın Arapçası, “ sohbet ” tir. Sohbet, ruhî bir bağdır. İlk 2 seviye, kalbî bağlar olan muhabbet ve alaka ile kurulur ve yükselir. Takdir etme, muhatabı anlamaya yol açar. Bu anlayış zaten ruhî kaynaşmanın başlangıcıdır. Kardeşler anlaşamazlar ama arkadaşlar, nisbeten anlaşırlar. Dostlar ise, tam anlaşırlar. Arkadaşlıkta muhabbet şiddeti “fenâ” seviyesine kadar çıkar. Yani mahviyet… Fenânın alameti, fedakârlık… Fedakârlık yapan ve bunda en ileri olmaya çalışan kişi, “dostluk” seviyesine doğru ilerler. Fedakârlık içinde ruhî kaynaşmayı sağlayan kısım, manevi fedakârlıktır. Yani kendi anlayışını ve fikrini eleştirme, arkadaşına hak verme…
  4. Dostluk, fikir bazında kaynaşma ile başlar; his bazında kaynaşma olursa dostlar artık birbirinde yaşarlar. Tıpkı suyun yüne işlemesi gibi… Bu seviyeye, hıllet denilir. Yani bu seviyede dostların benlikleri birbirlerinde dağılır ve çözülür. Dostluğun Arapça’da 2 seviyesi var: Velî ve HalîlVelî, anlaşan ve birbirlerine uygun hareket edenler; Halîl ise, birbirlerinde yaşayanlar… Hıllette en üst seviye iki tarafın birbirinde yansıması… Bir insan için en üst hıllet, Allah’a karşıdır. Kul, Allah’ı kendine halîl kabul eder ama Allah kabul eder mi? İşte Kur’an diyor: “ Vettehazallâhu İbrâhîme halîlen[1] Yani “ Allah, İbrâhîm’i Kendine halîl edindi. ” Nur mesleğindeki hıllet, önce Allah’a karşıdır; sonra kullara karşı… Allah’a karşı yapıldıktan sonra kullara karşı yapılması yine uzun bir yol olduğu için Üstad, doğrudan doğruya mana-yı harfî noktasında, dava kardeşlerinin ruhlarından fışkıran bu İlâhî hılleti tatmak için “fena fi’l-ihvan” ı düstur edinmiş… “ Dost istersen Allah yeter. Eğer O dost ise, her şey dosttur ” sırrı…

 * 1111 meselesindeki, ilişkiyi Üstad, Uhuvvet Risalesi’nde, 1000 bağ, iman ve Esma-yı Hüsna; 100 bağ, İslam ve amel-i salih bağı; 10 bağ, memleket ve vatan bağı olarak ele alıyor. Yani her Nur talebesinin Üstad ile, ister fark etsin ister etmesin, 1111 bağı var. 1111 meselesi bu bağları yaşamakla tam gerçekleşir.

* mesleğimizin esası uhuvvettir… Bu hılletin üssü’l-esası, samimî ihlâstır: Risale-i Nur mesleği, Haliliyedir [ Hz. İbrahim’in (AS) yolu ]. Bu yol “ şefkat ve tefekkür ” e dayanır. Şefkat, uhuvvetin temelidir. Uhuvvet, Haliliye yolunun esası yani üstünde durduğu temeldir. Uhuvvetin esası da, samimi ihlastır. Yani sevgi dolu bir özlülüktür. Samimiyet, sevmekle olur. İhlas, Allah rızası için görüşmekle olur. Birbirlerini Allah için sevenler, birbirlerinde kalben ve ruhen kaynaşabilirler. Bu kaynaşma ise, Nur mesleğinin yoludur.

  * Samimî ihlâsı kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var; ortada tutunacak yer bulamaz: İhlas, yüksek kuledir; nifak ise, derin bir çukurdur. Bu çukur, manevi ateş doludur. Hıllet, gayet yüksek kuledir. Zıddı ise, husumet çukurudur. Husumet ise, kişiyi tanıyan ve yakın olan birisinin yaptığı düşmanlıktır. Ebu Leheb, Peygamberimiz’in (ASM) en büyük düşmanı ve hasmı olmuş. Efendimiz (ASM) şöyle demiş: “ Mekke’de iken ben iki şerli komşunun arasında oturuyordum. Ebu Leheb ile Ukbe bin Ebi Muayt. ”[2]

* Bu dava açısından da hıllet yolunu terk eden ve samimi ihlası kıran kişi, nifakın en koyusunu yapar; husumetin en zehirlisini sergiler. Ortada başka yer yok… Bir kişi hem halis, hem münafık olamaz; hem halil hem hasım olamaz; hem seven hem nefret eden olamaz. Âyet var: “ Allah bir kişinin göğüs boşluğunda iki kalp yaratmamıştır. ”[3] Her kalp bir hisle tamamen dolar. Diğer his başka şekle döner. Seven kişi sevdiğinin kusurlarına karşı nefret değil acıma hisseder. ( Uhuvvet Risalesi )

* Evet, yol iki görünüyor: Yol iki ise, mutlaka orada mana-yı harfî ve mana-yı ismî meselesi vardır. Burada da var: Allah rızası ve muhabbeti için birbirleriyle bağ kuranlar; kendi memnuniyetleri için birbirleriyle bağ kuranlar… Kur’an der: “ O gün halîller birbirine düşman kesilir ancak takvâ sahibi halîller müstesna…[4] Bir insan bütün benliğiyle bir insana bağlanabilir fakat bu kendi menfaati ve fazileti içinse, mahşerde ayrılırlar. Fakat Nur dairesindeki gibi takva esası üzerine ve Allah rızası için bir hıllet, ebedîdir.

* Cadde-i kübrâ-yı Kur’âniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım etmek ihtimali var: Cadde, en geniş yoldur. Manevi açıdan, Hakikat yoluna “ cadde ”, Hakk yoluna ise, kısa ise “ tarik ”, uzunsa “ sebil ” denilir. Eğer bir yol, etrafı kapalı, girenin kolay kolay çıkamayacağı şekilde bir yolsa, yani otobansa ona Kur’anda “ sırat ” denilir.[5] Nur mesleği, Kur’anın en büyük caddesi olan tefekkür ve uhuvvet mesleğidir. Bu meslekle, Nur, İhlas ve İman’a hizmet edilir. Bu yolda hizmet eden bir kişinin yoldan ayrılması demek, karşı tarafa zaten destek olmak demektir. Çünkü yapılan hizmet sekteye uğrar. Hele bir de karşı tarafa fiilen destekçi olursa; işte o zaman şefkat tokatı değil zecr (kovma, def’ etme) tokadı yer. Nefs-i emmare içinse, Geylani Hz.leri (KS); ene içinse, Aliyyü’l-Murtaza Hz.leri (RA) tokadı aşk ettirir.

* İnşaallah, Risale-i Nur yoluyla Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın daire-i kudsiyesine girenler, daima nura, ihlâsa, imana kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut etmeyeceklerdir: Burada Üstad, Kur’anın hizmetkârlarının özelliklerini anlatıyor:

     a. Kudsî daireye girmenin yolu, kudsiyet kazanmakla olur. Bu da sırr-ı ihlasla, maddi menfaatleri terk etmekledir. Yani nefsaniyetten sıyrılmakla…

        b. Kur’anın hakkı anlatışındaki mucizeliği anlamak… Yani zihin, akıldan ötede zeka ve fetanet ile çalışacak…

    c. Nura, ihlasa, imana kuvvet verecek… Demek kişinin kendisi nura erecek ki nur versin; hem ihlası kazanacak ki kazandırsın; hem imanı kuvvetlenecek ki başkasına kuvvet versin… Hiç kimse kendinde olmayan maneviyatı başkasına veremez. Kuvvet-i iman, Allah’a muhabbet ve aşkla olur. Kendisi Hz. İlyas (AS) gibi aşkla yanan, başkasının kalbini de yakar. Ona iman kuvveti aktarabilir. Kuvvet-i ihlas, kudsiyetle olur. Nefsinden sıyrılma nisbetinde bir kişi başkalarını nefsinden sıyırabilir. Kuvvet-i nur ise, Allah’a şevk ile olur. Coşan kişi, coşturabilir; özleyen kişi özletebilir; hisseden hissettirebilir.

* Burada bir şifre var: “ daima nura, ihlâsa, imana kuvvet verecekler ” ve öyle çukurlara sukut etmeyecekler… Yani bir kişi hizmette zikzak çizebilir, bazen nur, bazen ihlas bazen de iman hizmeti yapabilir. Fakat istikrar ve devamlılığı onu düşüşten korur. Fakat hizmet etmeyi bırakırsa o zaman feci düşer. Hizmette sebat ve devam, sigorta gibidir.

[1] Nisa suresi, 125.

[2] İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c. 1, s. 201, Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 1 31, Taberî, Târîh, c. 2, s. 229, Ebu’l-Ferec İbnCevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 182, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 21.

[3] Ahzab Suresi, 4.

[4] Zuhruf Sûresi, 67.

[5] İşârâtü’l-İ’caz, Fatiha Suresi Tefsiri, Sırat-ı Müstakim Bahsi.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: