İhlasın Hakikati, Sırları, Kazanma ve Muhafaza Yolları-1

Sözlükte “arınmak, saflaşmak, kurtulmak” mânasındaki hulûs/halâs kökünden türetilmiş olup “bir şeyi, içine karışmış ve değerini düşürmüş olan başka şeylerden temizleyip arındırmak, saflaştırmak” anlamına gelen ihlâs kelimesi, terim olarakibadet ve iyilikleri riyadan ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için yapmak” demektir. Hakikat noktasında ihlas, kabuktan öze inmek, zahirden hakikate geçmek, ilimden nura yükselmek, cisimden kurtulup ruhlaşmak ve her yaptığı işe ruhunu katmak demektir. Bu açıdan bakılınca dünyevi ve uhrevi her şeyde bir ihlasın zaruri olarak var olduğu anlaşılacaktır. Evet icra ettiği herhangi bir sanatta fâni olup kendini kaybetmek bir ihlastır. Rene Guenon bu manada eski devrin ihlaslı sanatkârlarının, işin içine ruhlarını kattıkları için şaheserler verebildiğini ifade eder.[1] Dünyevi işlerde durum böyle olduğu gibi uhrevi meselelerde ihlas daha da ön plandadır. Bu açıdan manevi bir sanat olan ibadetlerinde fâni olmayanları eleştiren Allah dostlarından Fudayl b. İyâz, “ İnsanların hatırı için ameli terk etmek riya, onları memnun etmek için amel etmek şirk, bu iki durumdan kurtulmak ihlâstır ” şeklinde bir tanım yapmıştır.[2]

İhlâs kavramı hadislerde de dinî ve ahlâkî bir fazilet olarak sık sık geçmektedir.[3] Çeşitli vesilelerle Allah rızâsı için ihlâsla amel etmenin önemini ve faziletini vurgulayan Hz. Peygamber[4] (ASM) duada ihlâslı olmayı öğütlemiş[5], ihlâslı bir kalple iman etmiş kişinin âhiret kurtuluşuna ereceğini müjdelemiş[6], kendisi de “ Yâ Rabbi! Beni sana karşı ihlâslı bir kul yap ” şeklinde dua etmiştir.[7] İhlâs insanın ruhunda son derece gizli bir niteliktir, hatta o bir sırdır. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Cebrail (Aleyhisselam)’a,

-“ İhlas nedir? ”  diye sordu. Cebrail (Aleyhisselam)’da Allah-u Zülcelal’e sorduğu zaman; Allah-u Zülcelal ona şöyle buyurmuştur:

-” İhlas, benim sırlarımdan gizli bir sırdır. Onu halis kullarımın kalbine emanet olarak koydum.”[8]

Cüneyd-i Bağdâdî ihlâsı şöyle ifade eder: “ İhlas öyle bir sırdır ki, melek bilmez ki yaza, şeytan bilmez ki boza; nefis bilmez ki onunla şımara…[9]

İhlası Kazanmak

Başlattığı iman hizmetinin temel unsuru olarak ihlası kabul eden Said Nursi ihlas hakkında şöyle der: “ Medar-ı necat ve halâs ( manevi ve maddi kurtuluş vesilesi ), yalnız ihlâstır. İhlâsı kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlâslı amel, batmanlarla hâlis olmayana müreccahtır ( tercih edilir ). İhlası kazandıran harekâtındaki sebebi sırf bir emr-i İlâhî ve neticesi rıza-yı İlâhî olduğunu düşünmeli ve vazife-i İlâhiyeye karışmamalı.[10] Bu sözünü şu hadis-i şerife dayandırır:

[11]

Said Nursi’nin bu ihlas tanımına göre ihlas, bir işi sadece ve sadece Allah tarafından emredildiği için yapmak veya yasaklanan bir şeyi de sadece ve sadece Allah yasakladığı için yapmamaktır. Emredileni harfiyen yerine getirme, onu artırmama veya azaltmama şeklinde emre bağlı kalmak bir ihlastır. Bu ihlası Asr-ı Saadette yaşanmış şu vakada görebiliyoruz:

“ Peygamberimizin sütannesi Halime-i Sa’diyenin kabilesi olan Beni Sa’d kabilesi içlerinden Dımam bin Salebe’yi Resulullah’a (ASM) elçi olarak gönderdiler. Dımâm, Resulullah’ın (ASM) yanına geldi. Devesini Mescid’in kapısının önünde ıhlayarak bağladı. Resulullah (ASM) ashabı arasında oturmaktayken içeri girdi. Dımâm ise güçlü, uzun saçlı ve saçlarında 2 tane örük olan bir adamdı. Karşıdan gelerek Resulullah’ın (ASM) önünde durup,

-“ Sizden Abdülmuttalib’in oğlu kimdir? ” diye sordu. Resulullah (ASM) ise,

-“ Abdülmuttalib’in oğlu benim ” dedi. O da,

-“ Muhammed mi? ” dedi. Resulullah (ASM),

-“ Evet ” dedi. O,

-“ Ey Abdülmuttalib’in oğlu! Sana bir soru soracağım ve sorumda da sana katı davranacağım. Bundan dolayı darılma ” dedi. Resulullah (ASM) da,

-“ Hayır, darılmam. Sen soracağını sor ” dedi. O da,

-“ Senin senden öncekilerin ve senden sonrakilerin Allah’ı aşkına Allah seni bize peygamber olarak göndermiş midir? ” dedi. Resulullah (ASM) da

-“ Allah’a yemin ederim ki, evet ” dedi. Adam,

-“ Senin senden öncekilerin ve senden sonrakilerin Allah’ı aşkına Allah mı sadece kendisine ibadet etmemizi ve kendisine hiçbir şekilde şirk koşmamamızı ve babalarımızın tapmış olduğu ilahları terk etmemizi emretti? ” dedi. Resulullah (ASM),

-“ Allah’a yemin ederim ki, evet ” dedi. Adam

-“Senin senden öncekilerin ve senden sonrakilerin Allah’ı aşkına Allah mı 5 vakit namaz kılmamızı emretti? ” dedi. Resulullah (ASM),

-“Allah’a yemin ederim ki, evet ” dedi. Adam daha sonra İslam’ın farzlarını dile getirip zekatı, orucu, haccı ve tüm İslamî vecibeleri sayarak Resulullah’a (ASM) önceden olduğu gibi “ Allah aşkına ” demekle her farzla ilgili sonuna kadar soru sordu. Adam daha sonra Allah’tan başka ilah olmadığın ve Muhammed’in Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna şehadet getirerek bu farzları yerine getireceğini, ne azaltacağını ne de artıracağını söyledi ve devesine yönelerek ayrıldı. Adam ayrıldıktan sonra, Resulullah (ASM),

-“ Eğer iki örüklü bu adam doğru söylediyse, Cennet’e girdi demektir ” dedi.[12]

İnsan aklı ve nefsi fıtratları gereği, yaptığı işe dair bir sonuç görmek veya duymak ister. Said Nursi’nin ihlas tanımının ikinci kısmı ise ihlaslı bir amelde sonucun, sadece ve sadece Allah’ın rızası olduğunu gösterir. Bunun gerekçesi ise, Allah için yapılan bir fiilin takdirini yalnızca Allah’ın yapabileceği ve kıymetini de yalnızca Allah’ın bilebileceğidir. Farz ameller içinde yapısı itibariyle ihlasa en yakın oruçtur. Oruç hakkında kudsi hadiste Cenab-ı Hakk şöyle der: “ Oruçlu yemesini, içmesini ve cinsi arzusunu benim için terk eder. Oruç benim içindir. Onun mükâfatını da ben veririm.[13] Bu açılardan ihlas, Allah rızasını sonuç görür, başka bir beklentiyi reddeder.

İhlasın verdiği bu ufku şu tarihi vak’ada görebiliriz:

“ İslâm kahramanlarından ve bazı hadislere göre döneminin Deccal’i[14] olan Cengiz Han’ın ordusunu çok defa mağlûp eden Celâleddîn-i Harzemşah harbe giderken, vezirleri ve ona tâbi olanlar ona demişler:

-” Sen muzaffer olacaksın. Cenâb-ı Hak seni galip edecek.” O demiş:

-“Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifeliyim. Cenâb-ı Hakkın vazifesine karışmam. Muzaffer etmek veya mağlûp etmek Onun vazifesidir.” İşte o zat bu teslimiyet sırrını anlamasıyla, harika bir surette çok defa muzaffer olmuştur. ”[15]

( Devam edecek… )

[1] Niceliği Egemenliği ve Çağın Alametleri, İz Yayıncılık.

[2] et-Ta’rîfât, “el-İħlâś” md.

[3] bk. Wensinck, el-Mu’cem, “ħlś” md.

[4] Meselâ bk. Müsned, III, 225; IV, 80, 82; V, 183; İbn Mâce, “Menâsik”, 76; Tirmizî, “İlim”, 7

[5] Ebû Dâvûd, “Cenâǿiz”, 56

[6] Müsned, V, 147.

[7] a.g.e., IV, 369; Ebû Dâvûd, “Vitr”, 25

[8] Kuşeyri, er-Risale.

[9] Serrâc, s. 290; Kuşeyrî, s. 446

[10] Lem’alar, 17. Lem’a, 13. Nota, 3. Mes’ele.

[11] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ 2:415; Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn 3:414,4:179, 362.

[12] İbn-i Sa’d, Tabakat-ı Kebîr V, Dımam bin Sa’lebe Maddesi, s.195.

[13] Buhari, Savm, 2.

[14] Alâuddîn el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl: 14:271, hadîs no: 33436.

[15] Lem’alar, 17. Lem’a, 13. Nota, 1. Mes’ele.