İhsan-ı İlâhî ve mutlak adâlet

İhsan, iyilik, lütuf, bağışlamak, cömertlik gibi mânâlara gelir. Meselâ Cennet bir ihsan, ikram ve lütf-i İlâhidir. Cehennem ise ceza-i ameldir.

İman ve küfür, hidayet ve dalâlet gibi birbirlerine zıt iki kavram vardır. Bu kavramları kullanmak üzere Cenâb-ı Allah insanlara cüz-î irade vermiş, bu iradeyi kullanmakta Allah’ın bir zorlaması da yoktur. Yani insan, imanı iradesi ile talep eder, Allah da kanunu gereği iman nurunu kalbe koyar. Yine insan, küfrü talep eder, Allah da bu talepten sonra küfrü kalbe koyar. Demek iman ve küfür; ancak insan iradesinden sonra hâsıl oluyor. Bu sebeple kimse, Allah (cc) bana adil davranılmadı diyemez.

“Biz peygamber göndermediğimiz kavme azap edici değiliz”1 Allah, âyetinin ulaşmadığı insanları mesul tutmuyor. Yani insanlar ancak duyduğu ve kıyas yapabildiği şeylerden sorumludur. Allah (cc) hiçbir zaman, hiçbir kimseye hâşâ adaletsizlik yapmaz.

İrade ve tasdik noktasında insan serbesttir. İnsan hür iradesiyle hareket eder. Allah akla kapı açar, iradeyi insanın elinden almaz. Demek ki, iman ve küfür noktasında insanlar birbirlerine baskı yapma salâhiyetine sahip değildir.

Mübelliğ-i Ekber Hazreti Muhammed (asm) mu’cize ve üstün tebliğ gücü ile imana dâvet ettiği halde, Ebucehil imana gelmemiştir. Demek ki, (Allah istemedikçe) kimse kimseyi imana getiremez, hidayete erdiremez. İnanmış bir insanı da, hiçbir baskı ve işkence ile imanından vazgeçirmek mümkün değildir. Mekke’nin müşrikleri ve Medine’nin münafıkları var güçleri ile zorladıkları halde, Bilâl-i Habeşi’yi imanından döndürememişlerdir.

Keza, Ebu Cehil gibi kâfirlerin oğlu da Müslüman olabildiği gibi, Lut’un (as) hanımı kâfir olabiliyor.

Konumuzla alâkalı, Sa’d-ı Taftazânî’nin tefsirine göre iman, Cenâb-ı Hakk’ın, istediği kulunun kalbine, cüz-î ihtiyârının sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur”2, denilmiştir. Burada yalnız “istediği” sözü üzerinde durursak, elbette yanlış olur, çünkü cümlenin devamında “cüz-î ihtiyarinin sarfından sonra” ona hidayet veririm demektir. “İstediği” ise bir mesajdır.

Allah, ezeli ilmi ile kimin ne hak ettiğini biliyor ve ona göre veriyor. Kişinin sakat doğması, zihnî olması, ilim ve iradede üstün meziyet sahibi olması, fakir veya zengin olması, kaderin bir hükmü olarak ortaya çıkıyor. Bu da Cenâb-ı Allah’ın ilmi ve iradesi dâhilinde olan hallerdir. Tasarruf tamamen O’nundur.

Bu sistemi cüz-î irademiz ve aklımızla ihata edemediğimiz için, açıkça bize adaletsiz gibi görünüyorsa da, Allah, her şeyi ezelî ilmi ile biliyor ve ona göre takdir edip ihsanda veya cezada bulunuyor. Bize düşen cüz-î irademizi iyi kullanmak, Allah’ın mutlak âdaletine teslim olmaktır.

Dipnotlar:

Rüstem Garzanlı

11.09.2017

1- İsra, 17/15.

2- İşarâtü’l-İ’caz.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: