İki Mesnevinin Mukayesesi

Tarihin farklı devirlerinde aynı davaya hizmet etmiş din büyüklerinde meşreb, üslub ve ifade farkları olmakla birlikte onlar aynı menbaadan sulanmakta aynı şeyleri insanlara sunmakta kutup yıldızı gibi yön vermektedirler.

Müceddidler din işlerinde mübtedi değil muttebi- dirler. Yani bidat ehli değiller, emaneti yeni usul ve anlatımlarla sadık tabiler olarak toplumlara ulaştırırlar. Kimi sohbet ve irşadlardan, kimi yazdıkları eserlerden kimide kurdukları eğitim sistemlerinden yararlanarak tecdid vazifelerine bütün varlıklarını ortaya koyarak çalışırlar.

Yaşadıkları devir, içinde bulundukları toplum, karşılaştıkları şartlar onların tarz ve usullerini şekillendirir. Bundan dolayıdır ki değişik asırlarda gelmiş müceddidler, irşad ve tecdid faaliyetlerinde farklılıklar gösterirler.

Biz bu yazımızda haddimizin çok üstünde de olsa Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin Mesnevisi ile Bediüzzaman Said Nursi’nin Mesnevisini nazara vermek ve verdikleri mesajlarda bulunan benzerliklere ve farklılıklara bakmak istiyoruz.

Tarihte insanlığın iftihar ettiği büyük şahsiyetlerden biri de Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi‘dir. Mevlana’nın asıl adı Muhammed, lakabı Celaleddin’dir. Diyar-ı Rum denilen Anadolu’da Konya’da yaşadığı için isim ve şöhreti Mevlana Celaleddin-i Rumi olarak tarihe geçmiş, o nam ile şöhret bulmuştur. Mevlana kelimesi “efendimiz” anlamına gelmektedir. Hünkar, Hazreti Pir, Mollayı Rumi gibi lakapları da vardır.

Babasının adı Muhammed Bahaüddin Veled’dir. Sultanu’l ulema diye anılmıştır. Annesi Belh Emiri Rüknüddin’in kızı Mü’mine Hatun’dur. Doğum tarihi 6 Rebiüllevvel 604, miladi 30 Eylül 1207 dir. İki oğlu oldu. Birine sultan Veled, diğerine de Alaaddin ismini verdi.

Mevlana, Şems-i Tebrizi ile mülaki olmadan evvel, babası sayesinde sayısız ilim ve tasavvuf büyüğü ile karşılaşmış, onlardan ilim, irfan ve tasavvuf feyizleri almıştır. Hz. Mevlana, Mesnevi’yi yazmadan önce sayısız arif ve veliden engin ilim ve feyizlerle mücehhez büyük bir alim, derin bir sofi, eşsiz bir edib ve hatip, büyük bir eğitimci, çok yönlü bir din büyüğü idi. Yani Mevlana infilak etmeye hazır bir “nur dağı” halinde idi. Beklediği, Şems-i Tebrizi’nin çakacağı kibrit yani bir kıvılcım idi. Şems, Mevlana’nın o muazzam potansiyelini ateşleyip açığa çıkaran kişidir.

Sonunda nurlarla dolmuş Mevlana barajının kapakları açıldı. Mesnevi’nin rahmet suları ovaları sulayarak cennet gibi manevi bağların, bahçelerin oluşmasına, irşad olmuş milyonlarca gönül çiçeklerinin açmasına sebep oldu.

MEVLANA’NIN MESNEVİSİ

Mesnevi, (sini) iki rakamını anlatan kelimeden türemiş ikili beyt manasından ismini almıştır. Aşktan, kahramanlıktan, hayatın her halinden bahseden sayısız mesneviler yazılmıştır. Mesnevi, beyitlerle sınırlanmadan birkaç beyitten onbinlerce beyte kadar yazılabilir. Fakat mutlak sıfat kemaline masruftur kaidesince mesnevi denilince ilk akla gelen elbette “Mesnevi-i Şerif” tir.

Hz. Mevlana’nın en büyük eseri Mesnevi-i Şerif’tir. 25618 beyitten meydana gelmektedir. Mevlana’da ve Mesnevi’sinde “Vedud” isminin tecellisi galib olup, coşkun ve cezbeli bir aşk ile baştan sona tevhid-i ilahi terennüm edilmekte, kainattaki bütün varlıklar ve olaylar, aşka dair ifadeler, ritüeller, temsil ve tasvirlerle ele alınmaktadır.

Hz. Mevlana çok yönlü bir âlim ve muhteşem bir mürşiddir. Eğer bir kişi sadece sufilikte ileri gitmişse “zülcenah” denilir, kanatlı tabir edilir. Eğer zahiri ilimlerde de derecata sahipse iki kanatlı manasında “zülcenaheyn” denilir. Mevlana ve Bediüzzaman gibi ilimlerde çok yönlü ve iyi yetişmiş olanlara ise “zülecniha” denilir. Onun için Mesnevi’yi okuyan ve bir derece anlayan onun her beytinde her çeşit ilmin cevherlerinin fışkırdığını, hiçbir sun’ilik ve zorlama olmadan belagat ve edebiyatın bütün şahikalarında dolaştığını müşahede eder.

Mesnevi’nin meziyetlerini, özelliklerini ve güzelliklerini ifade edebilmek elbette bizim haddimizin çok üstündedir. Bizim bu makalede yapmak istediğimiz şey, tarihte yaşamış iki ilim, irfan ve irşad sultanının kendi misyonlarını icra ederken yazdıkları iki Mesnevide asırlarının şartlarına göre takip ettikleri yolda ki benzerlik ve farklılıklara bir nazar atfetmektir.

BEDİÜZZAMAN VE MESNEVİSİ

Bilindiği gibi Hz. Bediüzzaman, muhteşem Osmanlı İmparatorluğunun talihinin döndüğü, gerileme döneminde çırpındığı, her yönden saldırılarla sıkıştırıldığı, ardı arkası kesilmeyen savaşlarla bunaldığı, birçok toprağını kaybettiği, idari ve mali keşmekeşe sürüklendiği karanlık bir dönemde 1878 de dünyaya geldi.

Bitlis’in Hizan kazasının Nurs köyünde zihinlerin tamamen saf ve bakir olduğu, müşevveş fikir ve düşüncelerden ari bir çevrede, fakir bir çiftçi ailenin çocuğu olarak doğdu. İlk eğitimini ağabeyi Molla Abdullah’dan aldı. Eğitimine küçük yaşta Tağ Medresesinde başladı. Fevkalade cevval ve yüksek zekasıyla her gittiği yerde verilen derslere çok kısa zamanda hakim olması, daha derin daha yüksek bilgi ve manalara ulaşabilmek için bir medresede aynı hocadan ders almak onun ilim ve irfan açlığını doyurmadı. Bu sebeple devamlı yeni arayışlarla birçok hoca, alim, şeyh ve mürşide ulaşmak için seyahatler yaptı. Her yerdeki ilim derecesini aştıktan sonra birçok ilim, irfan, tasavvuf büyüğünden feyz aldı. Çok küçük yaşta çok büyük alimlerle en zor konuları liyakatla konuşup tartışabilecek bir ilim ve irfana sahip mümtaz bir şahsiyet haline geldi. Katıldığı ilmi mübahaselerde o zamanın büyük alimlerini kendisine hayran bıraktı.

Bitlis hayatından sonra vali Hasan Paşa’nın daveti üzerine Van’a gitti. Orada on yıl kaldı. Bir yandan devlet işlerine muttali oldu. Diğer taraftan dünyada olup biten her şeyden haberdar oluyordu.

Böyle bir günde Vali’nin evinde okuduğu gazetelerin birinde İngiliz sömürgeler bakanı Gladstone’un elinde Kuran-ı Kerim ile kürsüye çıkarak “Bu Kuran Müslümanların elinde olduğu müddetçe biz onlara hakiki manada hakim olamayız. Ya bu Kuran’ı tamamen gözden düşürüp Müslümanları ondan soğutmalıyız; ya da Kuran’ı ortadan kaldırmalıyız.” Dediğini okur. Bir ilim, irfan ve fazilet ummanı olmasının yanında içinde kaynayan müthiş gayret ve hamiyet ummanı feveran ederek “Kuran-ı Kerim’in sönmez ve söndürülmez bir nur olduğunu bütün aleme ispat edecek ve onun hakikatlerini dünyaya duyuracağım” demiş ve bu gayesine ulaşmak için kafasında oluşturduğu bir tarafı pers, diğer tarafı Arab, öbür yönü ile Türk dünyasını irşad edecek üniversitesini kurabilmek için bu yönde en uygun yer olarak Van beldesini düşünerek Dersaadet’e haraket etmişti.

İstanbul’a götürdüğü bu proje gerekli ilgiyi görmedi. Bu arada talebe-i ulum ve İstanbul uleması ile yaptığı sohbet ve münazaraların yankılarından rahatsız olan devlet erkanı onu tarasud ve takibe almalarına hatta onu Toptaşı’nda ki tımarhaneye kapatmalarına sebep oldu. Bu arada meşrutiyet ilan edilmiş, İstanbul’da birçok karışıklıklar, fikri ve siyasi münakaşalar meydana gelmiş, Bediüzzaman birçok konuşmaları ve basındaki yayınlarıyla yatıştırıcı ve yol gösterici olmuştur.

Hürriyetin yanlış algılanmasını ve uygulanmasından endişe ile doğru manadaki hürriyeti veciz ifadelerle tarif etmiştir. (Elhürriyetü atıyyetür Rahman-Hürriyet Rahman’ın, Hakkın vergisidir.) ( Hürriyet zillete düşmemek ve zillete düşürmemektir.) ( Hürriyet ne kendine nede başkasına zarar vermemektir.) (Başkasının hürriyetinin sınırı bizim hürriyetimizin sınırdır.) (Her kim Allah’a kulluk ederse kullara kul olmaz, Allah’ın kullarını kendisine kul etmeye kalkmaz) gibi ifadelerle insanı ne zalim nede mazlum etmeyen doğru hürriyeti tarif etmiştir.

Bu arada Osmanlı’da birçok değişiklikler, yıkım ve tahribatlar meydana gelmiş, Balkan Harbi ve 1.Dünya Harbi olmuş, Osmanlı önce parçalanmış, sonra yıkılmış. Kurtuluş Savaşı yaşanmış, koca imparatorluğun sadece bir bölümüyle yeni bir devlet kurulmuş, tamamen yeni fikirlerle işleyen bir sistem ortaya çıkmıştır. Padişahlık gitmiş, Cumhuriyet gelmiş medreseler, tekkeler kapanmış, toplumda çok büyük maneviyat zaafı ortaya çıkmış, dini eğitim adeta dumura uğramıştır. Dini tedrisat hizmetleri büyük zorluklar altında adeta bazı hamiyetli insanların omzuna yüklenmiştir.

İşte Bediüzzaman’ın eskiden telif ettiği İşaret-ül İcaz, Mesnevi Nuriye, Asarı Bediiye gibi eserlerinin ardından bu sefer dünyayı saran Ateizm, Materyalizm ve Komünizm cereyanlarının yaydığı inkar ve küfür, fikir ve faaliyetlerine karşı Risale-i Nur külliyatı adını verdiği bu asrın ihtiyaç ve sorularına cevap veren eserlerini telif etmiş, sadece eser yazmakla kalmamış o fikir ve bilgileri harika bir hizmet tarzı ile hayata geçirmiş, her türlü inkarın belini kırmıştır. Bediüzzaman Risale-i Nur’dan evvel telif ettiği Mesnevi Nuriye’nin çok büyük bir önemi haiz Risale-i Nur Külliyatının fidanlığı bu eserdir demiştir.

Mesnevi Nuriye

Daha evvel tarif edildiği gibi mesnevi daha çok Arapça ve Farsça yazılmış ikili beyitlerden meydana gelmiş kısa ve çok uzun ilmi, ahlaki, kahramanlık veya şehrin güzelliklerini anlatan eserlere verilen isimdir. Mizahi mesnevilerde vardır. Genelde manzum olarak yazılmakla birlikte nesir tarzında yani şiir cinsinden olmayan mesnevilerde vardır. Bediüzzaman’ın aslı Arapça olan Mesnevi Nuriye’si bu tarzın en muhteşem örneğidir. Dini, imani meseleleri hatta anlaşılması en zor konuları kısa kısa anlatımlarla birbirinden bağımsız olarak anlatmış ve ilerde ortaya çıkacak büyük Risale-i Nur ekolünün esaslarını içine alan ve bir fidanlığı, bir programı hükmünde olan çok kitapları özet olarak içinde barındıran bir eserdir.

Bu konuda söz söyleyecek en yetkili kimse elbette Mesnevi Nuriye’nin müellifi muhteremidir.

Kuran’ın Arabi bir tefsiri ve Risale-i Nur’un Mesnevi-i Şerifi olan ve Zülfikar büyüklüğünde ve altınla yazılmaya layık bir mecmua inşallah teksir edilecek. Bu çok harika ve pek ehemmiyetli ve gayet mühim ve her bir bahsi birer kitap ve birer risale olacak derecede gayet icazkar olan ve kırk sene evvel telif edilen bu eserleri, o zamanın hakiki ve meşhur büyük ulema ve meşayıhi de tam takdir ve tahsin etmişler ve o risalelerden bir tek risale hakkında “Bu bir katre değil bir bahirdir, diyerek fevkaladeliğini izhar etmekle beraber tam anlamaktan aciz olduklarını idrak etmemişler.” (Emirdağ Lahikası)

Risale-i Nur’un bir nevi Arabi Mesnevi Şerifi hükmünde olan bu mecmuanın mukaddemesi beş noktadır.

İKİNCİ NOKTA: … Mevlâna Celâleddin (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) ve İmam-ı Gazâlî (r.a.) gibi, akıl ve kalb ittifakıyla gittiği için, herşeyden evvel kalb ve ruhun yaralarını tedavi ve nefsin evhamdan kurtulmasını temine çalışıp, lillâhilhamd, Eski Said Yeni Said’e inkılâp etmiş. Aslı Farisî, sonra Türkçe olan Mesnevî-i Şerif gibi o da Arapça bir nevi Mesnevî hükmünde Katre, Hubab, Habbe, Zühre, Zerre, Şemme, Şu’le, Lem’alar, Reşhalar, Lâsiyyemalar ve sair dersleri ve Türkçede o vakit Nokta ve Lemeatı gayet kısa bir surette yazmış; fırsat buldukça da tab etmiş. Yarım asra yakın o mesleği Risale-i Nur suretinde, fakat dahilî nefs ve şeytanla mücadeleye bedel, hariçte muhtaç mütehayyirlere ve dalâlete giden ehl-i felsefeye karşı, Risale-i Nur, geniş ve küllî Mesnevîler hükmüne geçti.

ÜÇÜNCÜ NOKTA: …Demek, bu Arabî Mesnevî mecmuası, Risale-i Nur’un bir nevi çekirdeği ve fidanlığı hükmündedir. Bu mecmuanın yalnız dahilî nefis ve şeytanla mücadelesi, nefs-i emmarenin ve şeytan-ı cinnî ve insînin şübehatından tamamıyla kurtarıyor. Ve o malûmat ise, meşhûdat hükmünde ve ilmelyakîn ise, aynelyakîn derecesinde bir itminan ve bir kanaat veriyor.

DÖRDÜNCÜ NOKTA: …Demek o fidanlık Mesnevî, turuk-u hafiye gibi enfüsî ve dahilî cihetinde çalışmış, kalb ve ruh içinde yol açmaya muvaffak olmuş. Bahçesi olan Risale-i Nur, hem enfüsî, hem ekseri cihetinde turuk-u cehriye gibi âfâkî ve haricî daireye bakıp marifetullaha geniş ve her yerde yol açmış. Adeta Mûsâ Aleyhisselâmın asâsı gibi nereye vurmuş ise su çıkarmış…
Hem Risale-i Nur, hükema ve ulemanın mesleğinde gitmeyip, Kur’ân’ın bir i’câz-ı mânevîsiyle, herşeyde bir pencere-i marifet açmış, bir senelik işi bir saatte görür gibi Kur’ân’a mahsus bir sırrı anlamıştır ki, bu dehşetli zamanda hadsiz ehl-i inadın hücumlarına karşı mağlûp olmayıp galebe etmiş…”

MESNEVİ ŞERİF İLE MESNEVİ-İ NURİYE’NİN BENZERLİKLERİ VE FARKLILIKLARI

1) Mesnevii Şerif saltanatın merkezinde Selçuklu payitahtında o günün güçlü insanlarının takdir, tahsin ve teşvikleri altında telif edilmiş buna mukabil Mesnevi Nuriye, parçalanmakta ve çökmekte olan bir imparatorluğun harabe olmaya yüz tutan zor zemininde açan seher çiçekleri gibi ortaya çıkmıştır.

2) Mesnevii Şerif teslimin kavi, iman ve şeriatın genelde kabul ve tasdik edildiği, ariflerin sözlerinin delilsizde olsa hürmetle kabul edildiği bir dönemde telif edilmesine karşılık Mesnevi Nuriye, Marksizm, materyalizm, ateizm ve komünizmin en kat’i iman esaslarını sorguladığı ve inançsızlığın ferinin her bir yeri ve dönemin olmadığı kadar organize olduğu sistemleştiği hatta büyük devletlerde rejim haline dönüşmeye başladığı bir dönemde yazılmıştır.

3) Bundan dolayıdır ki Mesnevii Şerifin mesajlarının merkezinde inanmış insanların gönüllerine ilahi aşkla cüşu huruşa getirmek esas olmuş. Buna karşılık Mesnevi Nuriye inhare, Mesnevii Şerif manzum olarak Farsça kaleme alınmış bir ihtimal Sünni Müslümanlar ile inanç merkezli Şii Müslümanların arasında bir muhabbet köprüsü kurmayı hedeflemiştir. Farsçanın çok zengin belagatından yararlanmıştır.

Mesnevi Nuriye ve onun muhterem müellifi eserleri ve teşebbüsleriyle İttihadı İslam için çalışmış Van’da temelini attığı fakat meydana gelen büyük muharebe ve yıkımlar sebebiyle sonunu getiremediği Medresetüz Zehra bu teşebbüsünün delilidir. Çünkü Van bu bakımdan hem Fars dünyasına hem Arap dünyasına hem Türk dünyasına hitap edecek, istikamet verecek. İttihadı İslam’ı inkişaf ettirecek büyük bir merkez olacaktır. Mısır da; Ezher Üniversitesi gibi Van’da ki Medresetüzzehra da onun kız kardeşi olacak, ulvi gayeye hizmet edecektir. Ne yapalım ki Kaderi İlahinin planı programı binaları olmayan kudret tanımayan şumulü bütün dünyayı saracak olan başka türde bir Risale-i Nur hareketinin ve evrensel bir nur hareketinin takdir ve tayin etmiştir.

Netice olarak her asırda gelen müceddidler bir çok yönleriyle birbirlerine benzedikleri gibi yaşadıkları zaman, zemin ve şartlar gereği bazı farklılıklarda ortaya koymaktadırlar.
Allah hepsinden razı olsun, makamları cennet olsun. Kendilerine ihsan edilmiş feyiz ve bereketlerinin hayırları kıyamete kadar devam etsin.

Abdülhamit Oruç

www.nurnet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: