İktisat Penceresi

“İktisat”, Arapça’daki “kasd” masdarından türetilmiştir. Kasd, fiil olarak, “Bir işi bilerek, isteyerek, niyet ederek yapmak; yolu doğru olmak” gibi anlamlar içermektedir. “Kasdî”, “kasden”, “maksad”, “maksûd”, “iktisadiyat” gibi kelimeler de bu kökten türetilmişlerdir. Bu çerçevede, “iktisat,” “kasda uygun davranmak,” “maksada en uygun yolu bulmak,” “orta yolu benimsemek” ölçülü hareket etmek gibi anlamlar taşımaktadır.

Buna göre iktisatlı bir insan maksadını iyi tanıyan, sağa sola yalpalamaksızın, ifrat ve tefritten uzak bir şekilde yaşayan insandır. Bu sebeple iktisat “uygun davranış” manasında anlaşılır. İktisat, insanın ihtiyacına göre harcama yapmasını, cimriliğe ve israfa sapmamasını gerektirmektedir. İlim olarak iktisat, konusu iktisadi (ekonomik) olayları incelemek olan sosyolojinin bir branşıdır.

Çağdaş İslâm âlimi Bediüzzaman’ın fikirlerini incelediğimizde şu gerçekle karşılaşırız: O, günü birlik gayeleri olan, ufku ve hedefi sınırlı bir insan değildir. Bediüzzaman, geçmişin ilmî ve manevî birikimlerinden yola çıkarak geleceğe yönelik görüşlerini metodik ve sistematik şekilde ortaya koyar.

O, her şeyden önce eşya ve hadisenin açıklamasını iman mefhumunda aramış ve bunu yaşadığı asrın idrakine büyük bir başarı ile kazandırmıştır. İman ile aklın telif ve terkibini yapmak Bediüzzaman’ın çağımıza yönelik en belirgin misyonudur. O, her şeyden önce iktisadı, kâinatın en esaslı kanunlarından birisi olarak görür. Ona göre, Allah’ın kâinattaki Hakîm isminin tecellileri hiçbir yerde israfa mahal bırakmaz. Kâinatı iktisat prensibi üzerine yaratan Allah, insanın da o hikmet sırrına uygun hareket etmesini ister.Bugün insan  iktisat prensibinin hikmetine uygun yaşamamanın ekonomik ve sosyal sıkıntılarını yaşamaktadır.

İhtiyaçların yerini sınırsız istekleri alınca, fertler iktisatlı bir hayat yaşamaktan uzaklaşırlar. İktisadın zıddı olan israfa sürüklenirler. Bu sebeple insan iktisada teşvik ediliyor ve israftan sakındırılıyor. Çünkü, “Hâlık-ı Rahîm nev-i beşere (insanlara) verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor. İsraf ise şükre zıttır, nimetlere karşı hasaretli bir istihfaftır (hafife almaktır). İktisat ise, nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır (hürmettir).”1

İnsan şükür için yaratılmıştır. İnsan ihtiyaçlarını karşılarken şükür içinde olmalıdır. Bu şükrün yolu da hayatın her safhasında iktisat etmekten geçer. Kabiliyetlerin yerli yerince kullanılmasından, Allah’ın verdiği her türlü nimetlerin gerçek ihtiyaçlara yetecek şekilde ölçülü olarak kullanılmasına kadar… Şükür, böyle bir fıtratın, şuurla elde edilen bir neticesidir.

“Şükrün mikyası kanaattir ve iktisattır ve rızadır ve memnuniyettir. Şükürsüzlüğün mizanı hırstır ve israftır, hürmetsizliktir, haram-helâl demeyip rast geleni yemektir.
Evet, hırs, şükürsüzlük olduğu gibi, hem sebeb-i mahrumiyettir, hem vasıta-i zillettir. Hattâ, hayat-ı içtimaiyeye sahip olan mübarek karınca dahi, güya hırs vasıtasıyla ayaklar altında kalmış, ezilir. Çünkü, kanaat etmeyip, senede birkaç tane buğday kâfi gelirken, elinden gelse binler taneyi toplar. Güya mübarek arı, kanaatinden dolayı başlar üstünde uçar. Kanaat ettiğinden, balı insanlara emr-i İlâhî ile ihsan eder, yedirir. ” 2

”Hem Yahudi milleti hırs ile, ribâ ile, hile dolabı ile rızıklarını zilletli ve sefaletli, gayr-ı meşru ve ancak yaşayacak kadar rızıklarını bulması ve sahrânişinlerin, yani bedevîlerin, kanaatkârâne vaziyetleri, izzetle yaşaması ve kâfi rızkı bulması, yine mezkûr dâvâmızı kat-î ispat eder. ” 3

Kâinatta da çok geniş bir iktisat kanunu hâkimdir. Bu kanun gereğince, kainata iktisat penceresinden baktığımızda, bütün varlıklar maksada uygun ve sayısız hikmetlerle donatılmış olarak yaratıldığını görürüz..

İktisat kâinatın en esaslı kanunlarından biridir. Çünkü Allah Hakîm’dir. Bu ismin kâinattaki tecellileri hiçbir yerde israfa mahal bırakmaz. En ehemmiyetsiz gibi görünen unsurlar dahi sayısız vazifelerde çalıştırılmış ve israf edilmelerine meydan verilmemiştir. Meselâ tek bir elma çekirdeğinin minicik deposunda ne kadar çok hikmet ve vazifeler saklanmıştır. İçinde sayısız elma ağacının, milyonlarca yaprağın, çiçeğin ve meyvenin özeti mevcuttur.

Kâinatın nizam ve intizamla devamına dikkat ettiğimizde, en küçük varlıktan en büyük cisimlere kadar her şeyin iktisat kanununa uygun yaratıldığını ve bu kanun gereğince de, bütün varlıkların maksada uygun ve sayısız hikmetlerle donatılmış olduğunu görürüz.

Her şeye hakkını veren kudret ve hikmet, varlıkların yaratılış ve ihtiyaçlarında ne fazla, ne de noksan bırakmamakla bu hakikati en açık bir şekilde gözlere göstermektedir. Hakîm isminin en büyük cilvesi olan kâinatın umumî hikmetleri, iktisat ve israfsızlık üzerine dönüyor. Aksi halde dünyamızın sınırlı kaynakları bu kadar canlıya milyonlarca yıl değil, bir yıl bile yetmezdi. Vücudun hücrelerinden kanın içindeki alyuvarlara ve akyuvarlara, vücut organlarının birbiri ile olan alışverişlerine, denizlerin gelir ve giderlerine, canlı ve cansız varlıklar arasındaki karşılıklı münasebetlere varıncaya kadar iktisadın ve israfsızlığın dengesini her şeyde görürüz.

Allah’ın kâinattaki tasarrufu, iktisat prensibi üzerine bina edilmektedir. İlâhî kudret asla israf etmemekte, her şeyde en kısa, en hafif, en kolay yolu, en faydalı şekli takip etmektedir. Bu konuda kâinatta sayısız misaller vardır.

Kâinata iktisat penceresinden baktığımızda, canlılar arasında yardımlaşma ve işbirliğinin söz konusu olduğunu görürüz. İsrafın diğer bir manası olan abes, manasız, faydasız ve başıboş hiçbir şeyin kâinatta olmadığı açıkça görülmektedir. Yaratılışta israf, abesiyet, faydasızlık yoktur. İsraf, Hakîm ismine aykırı düştüğü gibi, iktisat da onun lâzımıdır. “İsm-i Hakîm’in cilve-i âzamından olan hikmet-i âmme-i kâinat, iktisat ve israfsızlık üzerinde hareket ediyor. İktisadı emrediyor.”4

Kâinat bir nizama tabidir. Dünyada milyonlarca canlı cinsinin her bir ferdinin rızıkları mükemmel bir şekilde karşılanmaktadır.

Bu canlılar arasındaki ilişkiler ve iaşe düzeni o kadar mükemmeldir ki, küçük bir mizansızlık görmek mümkün değildir. Bir canlı diğer bir canlının hukukunu kıl payı kadar ihlâl etmez. Hayat, mücadele ile değil, yardımlaşma ile devam etmektedir.

Dünyadaki bütün canlıların ihtiyaçlarını karşılamalarının iktidar ve hırs ile olmadığı, kanaatkâr olanların rızıklarının daha kolay karşılandığı görülmektedir. Hırs ve kanaatin tesirleri, canlılar âleminde gayet geniş bir düstur ile cereyan ediyor. Meselâ, rızka muhtaç ağaçların fıtrî kanaatleri, onların rızkını onlara koşturduğu gibi, hayvanların hırs ile meşakkat ve noksaniyet içinde rızka koşmaları, hırsın büyük zararını, kanaatin azim menfaatini gösterir.

Bütün  zayıf yavruların lisan-ı halleriyle kanaatleri, süt gibi lâtif bir gıdanın ummadığı bir yerden onlara akması ve canavarların hırs ile noksan ve kirli rızıklarına saldırması, bu hakikati parlak bir surette ispat ediyor. Bir tilki olanca kurnazlığıyla günlerce dolaşıyor; bakıyorsunuz, bir deri bir kemik kalmış. Semiz balıkların kanaatkâr durumları, mükemmel rızıklarına medar olması da buna örnek verilebilir. Tilki ve maymun gibi zeki hayvanların rızıklarının peşinde hırs ile dolaşmalarına karşın kâfi derecede rızkı bulamamaları ve cılız kalmaları hırsın ne derece meşakkat sebebi, kanaatin de ne derece rahatlık sebebi olduğunu gösterir.

Rızık temin etmede hırs göstermek sıkıntının, zahmetin sebebidir. Kanaatli olmak ise rahat olmanın sebebidir. Yine helâl rızık, iktidar ve ihtiyar ile ters orantılıdır. Çocukların durumu buna misal olarak verilebilir. Bebekken bütün rızkını kolayca elde eden çocuk, büyüdükçe bunu elde etmede zorlanmaktadır. “Rızk-ı helâl, acz ve iftikâra göre gelir; iktidar ve ihtiyar ile değil. Belki o rızk-ı helâl, iktidar ve ihtiyar ile makusen mütenasiptir.”5

Ekoloji gözlüğüyle tabiata baktığımızda şu hadiselerle karşılaşırız: Tabiatta geri devir, geri kazanma mekanizmaları çalışmaktadır. Hiçbir şeyde israf olmadığı gibi, hiçbir şeyde ölçüsüzlük de yoktur. Tabiatta geri devir mekanizması işlemesiyle geride en küçük bir artık, kir, pislik ve çöp kalmamaktadır. Tabiatı çevre kirliliğinden korumak üzere bütün tedbirler alınmış, bunun için hayat faaliyetlerine bağlı olarak otomatik bir şekilde çalışan devamlı bir adaptasyon sistemi kurulmuştur. Canlı, cansız her varlığın bu sistem içinde vazifesi vardır.

Kâinat iktisat, temizlik ve israfsızlık esası üzerine kurulmuştur. Yaratıldığı andan beri de bu esasa uygun şekilde işletilmektedir. Her şeyde en hafif suret, en kısa yol, en kolay tarz ve en faydalı şekil takip edilmiştir. İnsana düşen vazife, bu esasları ihmal ederek ve reddederek intizamı bozmak değil, o nizama ayak uydurmaktır.

Aksi halde, insan kendini sonsuz mutluluğa götürebilecek kabiliyetteki fıtratını israf etmiş olur. Bu israfın neticesi hayatın diğer bütün safhalarını da istilâ eder. Böylece insan bütünüyle hikmetin sırlarına ters düşmüş olur. Çünkü böyle bir insan, kendisine verilen eşsiz kabiliyetleri tam aksi istikamette kullanarak kıymetten düşürmekte, değersiz ve aşağılık heveslerinin hizmetinde çalıştırmaktadır. Nimetleri “nimet” olmaktan çıkarıp, Yaratıcıya olan şükür vazifesinden uzaklaşmak gibi, benzersiz bir nankörlük içine girmektedir. Bundan da anlaşılır ki, gerçek manada bir iktisat imanın neticesidir.6

Bediüzzaman’ın yazdığı İktisad Risalesi’nin (19.Lema) esası ve özü tüketici davranışlarında israfın haram oluşunun hikmetini ve müsbet ve menfî tesirlerini izah etmekte toplanmak­tadır. “Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz.”  (Araf Sûresi, 7:31.)

Bugünkü dünyada bir israf ekonomisi hüküm sürmektedir. İnsanlar devamlı tü­ketime teşvik edilmektedir. İhtiyacının üstünde tüketime yöneltilmektedir. Lüks tü­ketim artmakta, reklâm yoluyla sun’i ihtiyaçlar ortaya çıkartılmaktadır. Kullanılan eşyaların tamir edilebilir ve dayanıklı olması yerine, hemen kullanılıp atılması yolu yaygınlaştırılmaktadır.Plastik malzemelerin kullanımı ile “kullan at” formülü netice­sinde hem çevre ve tabiat kirlenmekte, hem de kaynaklar tüketilmektedir. Bu­günkü çevre meselesinin temelinde tüketimdeki israf yatmaktadır.

Tüketim çılgınlığına  boyun eğenler, gelirinden fazla harcama yapanlar, izzetinden, gereğinde namusundan ve hatta dinî ve manevî duygularından fedakârlık yapmak zorunda kalmaktadır. Rüşvet, torpil, yolsuzluk, irtikâp, zina bu yüzden ço­ğalmakta, aile yapısı bozulmaktadır. Bütün dünyayı devamlı meşgul eden ekonomik ve sosyal krizlerin temelinde bu davranış bozukluklarının tesirini aramak lazımdır.

“Bu zamanda isrâfâta medar olacak para çok pahalıdır. Mukabilinde bazan haysiyet, namus rüşvet alınıyor. Bazan mukaddesât-ı diniye mukabil alınıyor, sonra menhus bir para veriliyor. Demek, manevî yüz lira zararla maddî yüz paralık bir mal alınır. ”7

Para kazanmak kolay. Fakat, temiz para, helal para kazanmak zordur. İnsanların ve toplumların barış ve huzur içinde yaşamalarının yolu, temiz ve helal para kazanmaktan geçiyor.

Huzur ve mutluluğu   sağlayacak reçeteyi “Kur’an’ın Eczahanesi”nde hazırlayarak insanlığa sunan, Bediüzzamanı dinleyelim:

“Dost istersen Allah yeter. Evet, O dost ise her şey dosttur.” “Yârân istersen Kur’ân yeter. Evet, ondaki enbiya ve melâike ile hayalen görüşür ve vukuatlarını seyredip ünsiyet eder.” “Mal istersen kanaat yeter. Evet, kanaat eden iktisat eder; iktisat eden bereket bulur.” “Düşman istersen nefis yeter. Evet, kendini beğenen belâyı bulur, zahmete düşer; kendini beğenmeyen safâyı bulur, rahmete gider.” “Nasihat istersen ölüm yeter. Evet, ölümü düşünen, hubb-u dünyadan kurtulur ve âhiretine ciddî çalışır.”7

Dipnotlar:

1- Nursi, Bediüzzaman Said, Lem’alar, Yeni Asya, İstanbul., 2008, s. 353.

2-  Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup

3- Lem’alar, On Dokuzuncu Lem’a,

4- a.g.e, s. 878

5- a.g.e, s. 365, 366

6-Risale-i Nurdan İktisadi Prensipler, Mehmet Abidin Kartal, Yeni Asya, İstanbul.2009, s. 21

7- Lem’alar, s. 357

8- Mektubat, Yirmi Üçüncü Mektup

Mehmet Abidin Kartal

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: