İlahiyat Camiasında Neler Oluyor?-4 ( Rüya Hakkında )

İlahiyattaki bir hocamız derste “ Rüyalar boştur ” diye ısrarla ifade etmiş.

Rüya konusu Kur’anda Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’i (AS) kurban etmesi hadisesinin kaynağı olan ve Allah tarafından kendisinin bir emri ve vahyi olduğu ikrar edilen bir mesele…[1] Ayrıca Fetih suresinde Hz. Peygamber’in (ASM), sahabeleriyle kendini Mekke’de umre yaparken gördüğü belirtilerek gaybdan haber alma vasıtası olduğu kabul edilen bir husustur. Ki bu rüya üzerine Hz. Peygamber (ASM) sahabeleriyle Mekke’ye doğru yürümüştür. Bu yürüyüş Hudeybiye sulhunu ve İslamî inkişafın bir cephesinin anahtarını hediye vermiştir.

Ayrıca Hz. Yusuf’a (AS) bir fazilet ve meziyet olarak rüyaların tabir ve te’vili, bir ilim olarak verildiği hassaten bildirilmekte, Onun (AS) hayatı istikbale dair bir sâdık rüyanın ispatından ibaret olarak gösterilmekte, babası olan Hz. Yakub’un (AS) rüyanın içerdiği manayı anladığı için kardeşlerine anlatmamasını istediği ifade edilmektedir. İlmin olduğu yerde, her şey net ve ayandır. O halde, rüyaların ilmi de, tabir ve te’vili de o ilme vakıf olanlar için yakînen sabittir. Hocamız anlamasa da, inkâr etse de… Delili, 111 âyetlik Yusuf suresidir.

Ayrıca Yusuf suresinde Hz. Yusuf’ça (AS) Melik-i Mısır’ın ve mahkûmların rüyaları belirli bir ilim disiplini ve te’vil mantığı içinde te’vil edilmekte… Bu sayede putperest dinlerin rüya tabircilerine karşı hak dinin getirdiği semavi te’villerin mucizeliği gösterilmekte… Bu şekilde rüya te’vilinin hak dinin faziletinin izharına bir vesile olduğu ifade de edilmektedir.

Bu çok yönlü yapısından dolayı rüyalar, bir ilim ve hakikat hazinesi olduğu gibi, Allahu Teala ve Tekaddes Hazretlerinin kullarıyla birebir ilgilendiğini ve onların hayatını yönlendirdiğini de gösterir. Bu ilgi ve idare yönüyle rüyalar deizm, şirk, ateizm ve müfrit i’tizal gibi fikir akımlarının temelsiz ve çürük olduğunu her bir insana gösterebilen İlâhî ve kapanmaz bir penceredir. Kişi kendi göremese de eşi, çocuğu, ebeveyni, arkadaşları ve ahbabı sürekli veya zaman zaman rüya görür. Asırlarca ve bütün toplumlarca, hemen hemen her ferd tarafından görülen, hakkında bilim dünyasında kürsüler kurulan, sınıflandırmaya tabi tutulup[2] hakkında binlerce cilt kitaplar yazılan ve kendisi için fikrî akımlar ortaya çıkan bir mevzuya “ boş ” denilmez ve denilemez.

Her konuda olduğu gibi bu konuda da ilmî edep “ Ben anlayamıyorum. Bu konuyu, konunun mütehassısları daha iyi bilir ” demektir. Hocamızın ilmî haysiyetinin ve hakikate hürmetinin boynunun borcu, bu ilmî edebe riayet ederek “ Ve fevka küllü zî ilmin alîm[3] ( Her ilim sahibinden üstte bir ilim sahibi vardır ) âyetinin karşısında hürmetle eğilmek ve bu âyete sergileyeceği teslimiyetle iman etmektir. Rüyaların çeşitleri Hz. Peygamber (ASM) tarafından birçok hadiste belirtilmiş, hem kendisi hem sahabeleri yüzlerce rüyalar görmüş, hem kendisi hem ashabı gördükleri rüyaları tabir ve te’vil etmişlerdir. Sâdık rüyalar, Hz. Peygamber (ASM) tarafından yukarıda belirtildiği üzere bir tekvinî vahiy sayılmış ve dikkatle Hz. Peygamber (ASM) tarafından ele alınmışlardır.

Bu konuya sermeşk olması için görülmüş bir sâdık rüyayı ve te’vilini vermek istiyorum:

Kesir bin Eflah, Ebu Eyyub el-Ensarî’nin azatlı kölesidir. Emevi iktidarının yanlış uygulamalarına karşı Medineli sahabe ve Tabiin’in bir karşı duruşu olan Harre Vak’asında öldürülmüştür. Muhammed isimli bir Tabiin o vak’adan sonra şöyle bir rüya görür:

Rüyamda Kesir bin Eflah’ın Harre vak’asında yaralandığını gördüm. Onun öldüğünü bildim. Ben uyuyordum ve bu gördüğüm bir rüya idi. Ona ismi ile seslendim; bana cevap verdi. Ben:

  • Sen öldürülmüş değil misin? ” diye sordum. O da:
  • Evet, ben öldürüldüm ” dedi. Ben:
  • Ne yaptınız? ” dedim. O da:
  • Hayırlı bir iş yaptık ” dedi. Ben:
  • Sizler şehid misiniz? ” dedim. O da:
  • Hayır! Müslümanlar karşılaşıp birbirleri ile savaştıklarında öldürülenler şehid değillerdir. Ancak bizler ‘ Nüdebâ ’    ( Manevi şehidler ) oluruz ” dedi. Sonra uyandım.[4]

Bu rüyanın öğrettiği üzere bir kişi, Hz. Hamza’da (RA) olduğu gibi, imansız bir kişi tarafından bir savaşta veya savaş haricinde kasden öldürülünce hakiki şehid, oluyor. Böyle şehidler “ Şüheda ” deniliyor. Fakat Müslümanların bir birleri ile savaşlarında[5] veya âfet, bela, hastalık v.s. gibi durumlarda öldürülenlere veya ölenlere ise manevi şehid manasında “ Nüdeba ” deniliyor. Bu tabirler Âhiret’e ait bir terminoloji… Nüdeba, kelimesi, nedb kökünden olup mendub gibi yapılınca sevap alınan fakat yapılmadığında günahı olmayan işlerde kullanılır. Şüheda kelimesi ise, şehd kökünden olup Allah’ın yapıldığını görmek istediği ve farz kıldığı; yapılmadığında ciddi günahı olan işlerde kullanılır. Sabah namazı gibi… Bu manada Müslümanların kendi içlerindeki savaşları, yapılmadığı zaman taraflara günahı olmayan bir fiildir, diye rüyadan ders alabiliriz. Şu anki ümmetin Şii-Sünni şeklinde bölünmüşlüğünün sebebi İslam içi savaşlara dayanması da gösterir ki, bu savaşların yapılmaması yapılmasından evlâdır. Toplumsal bir takva ve güzelliktir. Ki Hazret-i Hasan’ı (RA) Râşid Halife ve Hz. Hüseyin’den üstün yapan büyük sır bu toplumsal takvada saklıdır.

Bu açıdan rahatlıkla diyebiliriz ki sâdık rüyalar, ehli için, manevi ve maddi âlemler hakkında bilgi veren sağlam bilgi kaynağı, vahyin bir çeşidi veya gölgesidir. Ümmetin birlik ve beraberliğine dair İlâhî ikazları bildiren birer mürşiddir.

[1] Bakınız Saffat suresi.

[2] Rüyalara Lucid rüyalar, haberci rüyalar, latent ve manifest rüyalar, bilinçaltı ve bilinçdışı rüyalar şeklinde Bilim dünyasınca;  nefsani-şeytani-Rahmani olarak Hz. Peygamber’ce (ASM) ve din adamlarınca sınıf isimleri verilmiştir.

[3] Yusuf suresi, 76.

[4] İbn-Sa’d, Tabakat-ı Kebîr, Kesir bin Eflah Maddesi…

[5] Mesela Sıffîn, Çaldıran ve Ridaniye savaşlarında olduğu gibi…

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: