İlahiyat Câmiasında Neler Oluyor?-7 ( Hûriler ve Ruh Hakkında )

İlahiyat mezunu yazar bir kardeşimiz, Ehl-i Sünnet ulemasının dengeli ve kuşatıcı fikirlerine şöyle itiraz etmiş:

Kur’anda ruh geçiyor ama senin anladığın gibi değil. Sen ruhu ya İlâhî bir nefha, ya da filozofların anladığı gibi külli nefsin bir parçası ya da canlılığı sağlayan süper yetenekli sezilgen bir güç anlıyorsun. Oysa Kur’anda ruh, ya Cebrail, ya Onun getirdiği vahiy, ya da bu vahyin yazılmış hali olan Kitab/Kur’an için kullanılmış. Kur’anda geçen Allah’ın ruhu! Benim ruhum dediği Kutsal Ruh! İnsan ruhundan bir tek âyette olsun bahsedilmemiş. Hele ruhlar âlemi, ervâh v.s. den ima ile olsun bahsetmemiştir. Senin insan ruhu dediğine Kur’an nefs diyor. Kur’anda bak Hûri ( Huriye ) var, diyorsun. Var tabii senin anladığın anlamda değil. Sen muhtemelen Hûr ile peri kızlarını anlıyorsun. Cennetin seyrine doyum olmaz hatunlarını yani… Oysa Kur’anda geçen huriye    ( peri kızı değil ) “ Hûr ” dur. Hûr ise hem kadınlar hem erkekler için kullanılan ( ahvar ve havrâ ) kelimesinin çoğuludur. Yani ezvâcün muhtahhera/ temiz eşlerdir.

Bu iddialara kısa kısa şöyle cevap verebiliriz:

Gözle görüldüğü üzere canlı bir insanın vücudu, atomlardan ve daha küçük parçalardan meydana geliyor. Bunlar ise, toprağı teşkil ediyorlar. Bu yüzden insanın hayat mekanizması durduğunda bedendeki atomlar dağılıp toprak haline geliyorlar. Bu noktada bu İlahiyatçı kardeşimize rahatlıkla diyebiliyoruz ki: Eğer şu an diri bir kişideki hayatın kaynağı atomlar ise, o halde atomlar diridirler. Dirilik konusunda ayrım yapılamayacağı için hayatı bütün atomlar için zâtî bir özellik kabul etmek zorundayız. Bütün atomların diri olduğunu iddia etmek ise, felsefi tabirle “ animizm ” dir. Ehl-i Sünnetin “ Hayatın kaynağı ruhtur ” iddiasını reddetmek, mecburen bu iddiayı savunmak anlamına geliyor. Bu durumda metnin aktarmadığımız kısmında “ Evreni cinler ve meleklerle dolu tasavvur etmek ” iddiasıyla Ehl-i Sünneti eleştiren bu kardeşimiz, evrenin her zerresinin hayatlı olduğunu savunmakla daha ötesi bir iddiada bulunmuş oluyor. Eğer Ehl-i Sünnetin Kur’an ve sünnetten anladığı, bilim ve felsefenin de kabul ettiği üzere hayatın kaynağı ruh ise —ki öyle olduğu gözle görünüyor— o halde Ehl-i Sünnet âlimlerini eleştirmenin manası nedir?

Ayrıca ruh konusunda konuşabilmek için, ruhani bir hayat yaşamak da gerekir ki, kişi konunun mütehassısı ve konu hakkında hakka’l-yakîn bir ilim sahibi olabilsin. Ruhani hayat ise,

  • nefis ve malını Allah yoluna adamak,
  • hak ve hakikatin karşısında nerede ve kimde görürse görsün daima secde etmek,
  • Allah’ı ve Resulünü kendisi dahil herkesten ve her şeyden üstte sevmek,
  • Allah’ın kanunları olan Sünnetullah ve Resulünün kanunları olan sünnet-i seniyyeye aklını teslim etmek,
  • kendini eleştirenlerin eleştirisini haklı ise seve seve, haksız ise kendindeki başka kusurlarla bağını kurarak kabullenmek ve
  • Allah’ın her yarattığı mahluk ve fiil konusunda Onu her halükarda tenzih ve takdis etmekle olabilir. Yoksa temelsiz bir iddia olacaktır.

Kur’anda, Allah, Hz. Âdem’e “ Kendi ruhundan ruh üfürdüğünü ” bu sayede Onun hayatlı ve şuurlu bir varlık haline geldiğini defalarca ifade eder.[1] Hz. Âdem’in (AS) hayat ve şuur kaynağı bu menfuh ruh olduğundan, bu ruh mecâzen Hz. Âdem’e (AS), hakikatte ve tevhid noktasında Allah’a ait olduğundan mecâzî manada ona “ insan ruhu ” diyebiliriz. Gündüz vakti aynaya yansıyan güneş ışığının aynadaki aksine, ruh; o yansımanın aynaya verdiği parlaklığa ise, hayat ve şuur diyebildiğimiz gibi… Bu hayat da, ruh da hakikatte Ezel Ebed Güneş’i olan Allah’a aittir. Fakat aynadaki güneş, ne hakiki güneşin aynıdır; ne de onun gayrıdır ve ondan ayrıdır.  “ İnsan ruhu, nefha-yı İlâhîdir ” hükmü Kur’anın nassıdır. Ne te’vil kaldırır, ne itiraz! Çünkü tekrar tekrar aynı şekilde ifade edilmiş.

Ayrıca A’raf suresinde bahsi geçen “ Kalu Bela ” hadisesi, ister maddi ister manevi bakışla ele alınsın, kişinin hatırlamadığı fakat    “ Elestü bi Rabbikum ” hitabının içerdiği üzere Allah’ın çok sayıda şuurlu ve diri yapılara soru sorup cevap aldığı bir konuşmayı ifade ediyor. Şuur, konuşma iradesi ve konuşma ise, hayat ve ruh sahibi olmayı ifade eder. Hayatsız şuur ve irade olamaz. Bu konuşmanın geçtiği yer o şuur sahiplerinin bulunduğu âlemdir. Bu âlem ister erkeğin yumurtalığı olsun[2], ister kadının rahmi olsun, ister fizik dünya olsun, isterse manevi bir âlem olsun, oranın adı “ âlem-i ervah ” tır. Bir şeyin adını değiştirmekle, o şey değişmez. Demek Kur’anda insan ruhu da, âlem-i ervah da dolayısıyla veya delâlet-i iltizamiye ile geçiyor. Aksi takdirde, bazı ulemanın ve bu iddiayı ortaya atan kardeşimizin dediği gibi bakarsak insana üflenen ruh, Ruhu’l-Kudüs olur. Bu durumda her insan, bir Kutsal Ruh ve hayatı da, Kutsal Hayat olur. Oysa Kutsal Ruhun, Allah’ın emrine itaatkâr olması; buna mukabil insanların çoğunluğunun günah ve zulümleriyle Cehennemlik olmaları bu iddiayı çürütür.

Zâten Kur’andaki ince bir gramer manası farkı netleştirir. Şöyle ki: “ Ruhu’l-Kudüs’ten bahseden ayette rûhenâ ( Ruhumuz ) derken, Hz. Âdem’e (AS) üflenen ruh için rûhî ( rûhum ) der.[3] Bu ise gösterir ki, insan Allah katında Ruhu’l-Kudüs’ten daha özel bir konumda ve hususi bir ruh sahibidir. Demek Ruhu’l-Kudüs, insanın ruhu değildir; insan ruhu, Ruhu’l-Kudüs’ten de değildir. Bu arkadaşımızın dediği “ Allah’ın, Benim ruhum dediği ruh, Kutsal Ruh’tur ” ifadesi tamamen yanlıştır.

Hûri kelimesinin erkek ve kadınlara delalet etmesi meselesi, kardeşimizin Kur’andan anlamak ve Kur’anda görmek istediği manadır. Fakat Kur’anda böyle bir mana yoktur. Öncelikle Arapça’da içinde erkeklerin bulunduğu bir topluluğa hitap edileceği zaman erkekler temel alınarak hitapta bulunulur. Kadınlara seslenilecekse ya erkek-kadın genel içerikli bir üslub veya doğrudan doğruya “ Yâ nisâen nebiyyi [4] ( Ey peygamber hanımları ) gibi adresi belli sınırlı ifadeler kullanılır. Bu noktada Kur’an “ Ve zevvâcnahum bi hurin ıyn [5] ( Sizi huru’l-ıyn ile yani gözleri güzel huriler ile evlendireceğiz ) hitabını erkekleri temel alarak söyler. Bu açıdan hûri lafzı, Cennet kadınları için kullanılmıştır diyebiliriz.

Ayrıca Saffat suresinde 48-49. âyetlerde “ Ve ındehum kasirâtü’t-tarfi ıyn * Ke ennehunne beydun meknûn ” ( Cennetlik olanların yanlarında gözlerini kendilerine odaklamış, onlara âşık güzel gözlü huru’l-ıyn vardır. Onların her biri saklı yumurta gibidir ) deniliyor. Arap dili ve edebiyatında mütehassıs olan tefsircilerin, ilm-i belagat dâhisi olan Sekkaki, Abdülkahir-i Cürcânî ve Zemahşeri gibi ulemânın bildirdiği üzere bu ayetteki yumurta benzetmesi, doğurganlığı ifade etmek içindir. Manevi âlemin yansıması olan rüyalarda da, yumurta bu manada doğurganlığı ifade eder. İnsanın etrafındaki ve yakın çevresindeki en doğurgan canlılar tavuk, hindi, kaz ve ördek gibi kuşlardır. Doğurganlık, kadınlar için kullanılan bir ifade ve sıfattır; hiçbir dilde erkekler için kullanılmaz. Bu noktadan da bakılırsa, doğurganlığı vurgulanılan bir varlık, erkek değil, dişi olmalıdır.

Rahman suresi der ki: Hûriler, Cennet’in şuur âbidesi kadınlardır. Ki onlardaki şuur, içlerinde bulundukları Cennet’i dahi şuurlu kılar. Onlar yakut ve mercan gibi güzel ve huzur vericidirler. Cennet sarayları ve çadırlarında yaşayan mücessem birer hayır ve hüsündürler.

Ayrıca Rahman suresi, hurilerden bahsederken “ Fîhinne kasirâtü’t-tarfi lem yatmishunne insun kablehum ve lâ cânn ” ( O şuurlu[6] Cennet’in içinde gözlerini eşlerinden alamayan, eşlerine âşık kadınlar vardır. Ki daha önce onlara ne bir cin ne de bir insan dokunmuştur ) der. Bu âyetin Arapçasında geçen “ tams ” fiiline mealciler aktardığımız mealde de görüldüğü üzere,           “ temas ” manasını verseler de aslî manası “ Bir kızın, ilk kez bir erkekle ilişkiye girmesi ” şeklindedir. Bu açıdan âyette, hurilerin hiçbir erkek cin ve insanla ilişkisi olmamış bâkireler olduğu vurgulanıyor. Âyetteki bu inceliği de temel alırsak hûrilerin erkek olabildiği ifadesi âyetlere giydirilemeyecek kadar dar bir gömlek ve iddiacı kardeşimizin temelsiz bir iddiasıdır. Ki Kur’anın hiçbir yerinde bir delil ve işareti yoktur.

[1] Sad suresi, 72.

[2] Biyolojik açıdan bu ele alış mümkün değildir. Çünkü erkeğin nutfesi ile kadının yumurtası birleşince döllenmiş yumurta hücresi (Zigot) ve ondan sonra da bundan ard arda “mayoz bölünmeler” olur. Bu birleşme ise, rahimde meydana gelir. Mayoz bölünme ile gen takası meydana geliyor. Bu takas ile, anne-babadan farklı yepyeni bir genetik yapının ve dolayısıyla orijinal bir biyolojik ruhun zuhuruna vesile oluyor. Genel kural olarak, doğan çocuk tek olduğu ve onun da tek ruhu olduğu, fakat âyetteki hitap “ Siz ” şeklinde çoğul tarzda bulunduğundan âyeti mevcud andaki birebir tarzda bir konuşma olarak almak istersek erkek yumurtalığı manasında da, kadın rahmi manasında da biyolojik olarak ele alamayız. Erkeğin yumurtalığındaki milyonlarca sperm ile yapılan bir konuşma şeklinde ele alırsak makul görünebilir. Fakat doğan kişinin ruhu, mayoz bölünme ile ortaya çıktığından bu ihtimal de geçersiz olur. Fakat Allah’ın zaman-üstü kelamıyla bütün zamanlardaki bütün mayoz bölünmeye uğrayan ve zuhur eden biyolojik ruhlara birden hitabı diye bakmaya kalkarsak âyetin sahih bir manasını anlamış oluruz. İtiraza da mahal olmaz. Çünkü Allah ve kelâmı, zaman-üstüdür.

[3] Meryem suresi, 17 ve Sad suresi, 72 ve diğerleri…

[4] Ahzab sûresi, 32.

[5] Duhan sûresi, 54.

[6] Cennetten bahseden âyetin Arapçasındaki fîhinne ifadesi, Arapça’da şuurlular için kullanılan bir edattır.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: